Türk yelken tarihi, ülkemizde uzun bir geçmişse sahip olmasa da hatırı sayılır bir yeri var. Yelken sporunu daha yakında tanımak isteyenlere eşsiz bir tarih yazısı.
1850 yılını başlangıç olarak aldığımızda, Türk kıyılarında yerel seferler yapan taka, çektirme, tırhandil gibi bölgesel özellikler taşıyan, ticari ağırlıklı tekneler vardır.Bir kısmı özel, bir kısmı da devlete aittir. Spor ve gezi amaçlı kullanılan küçüklü büyüklü yelkenli tekne hemen hemen hiç yoktur. Olanlar da daha ziyade Deniz Harp Okulu gibi devletin eğitim kurumlarının eğitim amaçlı tekneleri ve yabancı bahriyelerde olduğu gibi gemilerin filikalarıdır. Bu yüzden, bu gibi ufak botları yapan müessese Taşkızak Askeri Tersanesinde, Filikahane diye anılmış bir atölye bölümüdür.
Bu dönemde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, kürekle de kullanılan, ama birer Latin yelkeni olan Sandal’lar çok yaygın idi. “Moda Sandalı” adı verilen bu tekneler, uzun yıllar kullanılmış ve yerel tekne olma özelliğini korumuştur. Bütün İstanbul kıyılarında onlarca yerde, yüzlerce ustanın bir plana bağlı olmadan, göz kararıyla ve “keser sapı” denilen ampirik ve kayıtsız ölçülerle yapılagelmiştir. 1950 yıllarında bile devam eden bu üretim şekli, özellikle Haliç’in Ayvansaray semti ile özdeşleşmişti.
Bu günkü ve dünkü anlamıyla, yarışları yapılabilecek, hesap sonucu performansları ortak bir eşele oturtulabilecek tekneler, yani yelkenli yatlar, henüz bir gereksinim olmamıştı ve Türk Halkı, tek tük istisnalar dışında, sadece gezmek ve yarışmak için tekne edinmek fikrinden çok uzaktı. 1850 lerden ta 1930 ların ortalarına kadar, bu böyle sürüp gitti, azınlık vatandaşlarımız ve Levantenlerin dışında yelken sporuna ilgi gösteren pek olmadı (bazı öncü gençler dışında).
Başlangıçta büyük yelkenli tekne sahibi 2-3 Türk vardı
1850 - 1918 yılları arasında büyük tekne sahibi olan az sayıda Türk, azınlıkların düzenledikleri yarışlara pek kabul edilmezlerdi. Ancak kayıtlara geçmiş olan bir derece vardır. 1898 yılında, Prinkipo (Büyükada) Yacht Kulübünün düzenlediği 2 haftalık seri yarışların birincisi, "Afacan" adlı yelkenlisi ile, "Faik Bey" isimli bir Türk'tür.
1900'lü yıllar girdiğinde, Türkiye savaşlar içinde çalkalanıyordu. Denizciler ve yelken yapanlar, özellikle 1919 dan sonra, Kurtuluş Savaşı’mıza bir şekilde katılıyorlardı. Mesela o sırada genç bir yelken sporcusu olan Behzat (Baydar) Bey, evine kurulan telsizi ile Ankara’ya istihbarat geçiyordu. Karadeniz’de bazı takalar, çektirmeler, sadece yelken güçleri olmasına karşılık, önemli hizmetler görüyorlardı. Savaş böyle herkesin özverili katılımıyla sürdü ve kazanıldı. 1930 lu yıllara gelindiğinde ülke modernleşme hamlelerini başarmış, yeni yönetimiyle, yeni rotasında ilerliyordu. Artık her şey gibi, yelken sporu da ciddi bir şekilde yapılabilirdi.
İlk resmi yarışlardan biri, 1932 yılı Eylül ayının ilk üç hafta sonunda, 3 yarış üzerinden yapılan ilk Istanbul Birinciliği Yarışlarıdır.Burada toplam 47 tekne yarışmış olup 5 sınıfta (ilk 2 sınıf, sadece Heybeliada Deniz Harb Okulu tarafından kullanılıyordu, diğer 3 sınıf ise uluslararası sınıflardı) ilk dereceleri alanlar:
Işkampavya Sınıfı / Deniz Mülazım Vedat Bey
Filika sınıfı / Deniz Mülazim Rafet Bey
12 kadem Dinghy Sınıfı / Selim Zeki Bey - Faruk Refik Bey (Faruk Birgen)
15 metrekare Yole Sınıfı / Harun Bey (Harun Ülman) - Behzat Bey (Behzat Baydar)
12 metrekare Şarpi Sınıfı / Şeref Refik Bey (Şeref Birgen) - Şakir Atıf Bey
Kendilerini minnet ve rahmetle anıyoruz.
Yine 1932 Eylül ayında, 12 metrekare Şarpi sınıfında İzmir Karşıyaka'da ilk yarışlar yapılmıştır. Bazı katılanların ismi bilinmekle beraber, dereceler belli değildir.İzmirden ilk bilinen derece, 9 Eylül 1938 tarihinde yapılan Kaba Yole sınıfında, 3 tekne ile yapılan yarışın birincisi Göztepe'den Muzaffer Kalkış'tır.
Olimpiyatlara katılan ilk yelkencilerimiz, 1936 Berlin Olimpiyatlarında, Kiel'de ilk kez görüp bindikleri Starboat sınıfında Harun ÜLMAN ve Behzat BAYDAR [13 tekne içinde 7. geldiler]; Olimpik Yole sınıfında Dr. Demir TURGUT; yedek sporcu Şeref BİRGEN olmuşlardır. Hepsini rahmetle anarız.)
1936 yılında önemli bir dönemeç yaşandı
Atatürk, 1936 yılı Temmuz ayında, o zamanlar bir mesire çayırı olan Fenerbahçe’yi gezmek istedi ve geldi. Fenerbahçe bir yarımada idi (şimdi belediye bir köprü ile geçilen ada haline sokmuş durumda) Kuzeybatısında, harap halde bir eski mendirek kalıntısı ve en burun kısmına doğru bazı manastır harabeleri vardı. Şimdi doldurulup marina yapılmış alçak olan kuzey tarafında, bazı tekneler çekili duruyordu. Etrafındakilere bu teknelerin kimlerin olduğunu sordu. Aldığı cevap, Moda eşrafından Vitoller (Moda’da yerleşik ve bir sokağı aile adıyla anmamıza neden olan Whithall ailesi) başta olmak üzere, pek çok yabancı, levanten ve azınlık isminden ibaretti.
Bunun üzerine, yine etrafındakilere “Bu mendirek onarılsın, burası da Türk Gençlerinin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez yapılsın !” şeklinde bir talimat verdi. Kısa zaman içinde, dönemin Başbakanı Celal BAYAR ve Ulaştırma Bakanı Şakir KESEBİR gerekli talimatları vererek mendireğin onarılmasını sağladılar. Böylece denizciler ve yelkenciler, nisbeten korunaklı bir limana kavuştular. Mendireğin ucuna yapılan fenere, bu olayı ve kişileri anımsatan mermer bir kitabe kondu. 1960 ihtilalinde Celal BAYAR düşünce, bu mermer levha ters çevrilip başka bir cümle yazıldı. Bu levha, mendireğin marina için istimlakinden kurtarılmıştır ve bu gün, Istanbul Yelken Kulübünün girişinde sergilenmektedir.
Bir yandan da, bu dönemde başta rahmetli BAYAR olmak üzere, önde gelen kişiler de bu talimata uyarak tekneler yaptırdılar, aldılar veya ithal ettiler. Bu teknelerin çoğu 1940lar, 50ler, 60lar, 70ler gibi yıllarda, Fenerbahçe yat barınağını süslediler, Istanbul Yelken Kulübü, Moda Deniz Kulübü gibi tesislerde karaya çekildiler, bakımları yapıldı ve kışladılar. Üstelik o sırada ödenen paralar, birkaç ayda başka bir tekne almaya yetecek gibi değildi, çok daha mantıklı ve insaflıydı.
Bizzat Ulu Önder’in deniz sporları ve yelken ile ilgilenmesi üzerine, konunun güzel yanları da anlaşıldıktan sonra, politika ve iş dünyasından ünlü kişiler tekneler yaptırmaya, hazır olarak almaya hatta ithal etmeye başladılar.Örneğin, 1938 de Kılıç Ali Bey (“Baba” lakaplı müteveffa Futbol adamı Gündüz Kılıç ve gazeteci Altemur Kılıç’ın babaları, Atatürk’ün silah ve dava arkadaşı, İstiklal mahkemesi Başkanı, ünlü 4 Ali’lerden biri) tarafından Cenova yapımı olan “ESEN” isimli yat, yurda getirilmişti. Bu yat, 1935 Transatlantik Yarışının 1.si olmuştu. Yatın o günlerdeki sahibi, daha sonraları İstanbul Yelken Kulübü kurucularından olacak olan Avni Şasa idi.
Atatürk’ün Fenerbahçe ve burada gençlere spor yaptıracak mutasavver (tasavvur edilen) kulüple yakın ilgisi bu kadarla da bitmedi. 22/2/1938 tarihli ve 8236 sayılı Başbakanlık Kararnamesi ve 27/7/1938 tarihli ve 9331 sayılı tamamlayıcı bir Kararname ile, Hazine’nin (Laz Burnu da dahil) Fenerbahçe Mesire Yerini Istanbul Belediyesine bedelsiz olarak devrettiği, Belediyenin de bu arazinin bir kısmını kurulacak olan deniz sporları kulübüne kira ile tahsis etmelerini bildirdi.
Ne yazık ki, araya hastalığı ve fani varlığının aramızdan ayrılması, İkinci Dünya Savaşı, bunun olumsuz etkileri ve sonra politik çalkalanmalar girdi.
Ama verilen talimatı ve gösterilen kolaylıkları unutmayan yelkenciler, aralarına dönemin pek çok ünlü ve etkili kişilerini de alarak, 1952 yılında Istanbul Yelken Kulübünü, gösterilen yerde kurdular. Durumu bilenlerin (kuruculardan milletvekili rahmetli Mustafa Enver Adakan, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı rahmetli Dr. Fahrettin Kerim Gökay gibi) de müdahelesi ile, hem yer tahsis edilmiş oldu, hem de Bakanlar Kurulu’ndan Kamu Yararına Dernek statüsü aynı yıl içinde çıktı. İlk yıllarda, Devletin yelkenciliğe Denizcilik Bankası kanalıyla pek çok katkıları oldu. Yani Atatürk’ümüzün dilek ve talimatları o dönemde daha unutulmamış, yerine getirilmeye çalışılıyordu. Esasen Ebedi Önder ve Yol Gösterici, denizciliği her fırsatta konu etmişti.
Bu büyük adam, henüz yapılanları yeterli görmediği için, 1937 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarken, konuşmasında şu cümlelere de yer veriyordu :“Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız." Ne kadar doğru bir söz, her zaman ve her konudaki görüşleri ve fikirleri gibi!Sonradan bu emir ve vasiyete daha fazla uyuldu. Önce Fenerbahçe feneri yanındaki bölge İstanbul Bölgesine, yarış idare merkezi olarak verildi. Sonra burası Galatasaray’a tahsis edildi. Galatasaray da yüzme ve yelken branşlarını buraya getirdi, önceleri açık olan bir havuz, sosyal tesisler ve kayıkhane yaptı.
Daha sonra da Fenerbahçe Kulübü, Of’lu Balıkçı olarak tanınan dalyancının yerine Dere Ağzındaki yelken ve kürek tesislerini taşıdı, onlar da bir açık havuz ve sosyal tesisler yaptılar. En son olarak ta bir dönemin usta yelkencilerini barındıran Kalamış Yelken Kulübü, Kalamış tesisleri yıkıldıktan sonra buraya yerleşti.
Burada bir parantez açalım: Ali Bey de, Halit Bey de ayrı ayrı haklıdırlar. Ata’mız Fenerbahçe’yi (yeni kurulacak bir kulüp vasıtasıyla) Türk Gençleri’nin ve Sporcularının kullanımına vermiştir. Yıllardan beri o dönemden sonra kurulan İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe ve Galatasaray, çok sonradan da Kalamış Yelken Kulübü bu vasiyeti yerine getirmektedirler. Halit Bey’i bilmem ama, Ali Bey de o günleri benim gibi yaşamıştır, bilir. Umar ve dilerim ki bu vasiyet hep de yerine getirilecektir. 1950 lerde koca Fenerbahçe’de sadece Deniz Kuvvetlerimizin D/G istasyonu ve İYK Tesisi vardı. Biz de ilkbaharlarda ilkokulla özel tutulan tramvaylara biner, yarımadaya pikniğe giderdik.
Tarihi olay ve gerçekleri anlatırken, burada yeri gelmişken, “Büyük Yarış” diye anılan yarışın yaklaştığı günlerde (startı 23 Temmuz’da) tarihi bir olayı, bir öncülüğü de anmadan geçmeyelim.Genç bir adam, bir denizci ve sporcu olan Behzat Bey’in çok yakın bir arkadaşı, beraber spor yaptığı dostu, “Tekneci Harun” diye anılan Harun Ülman idi. Sarışın, uzun boylu, heybetli bir genç olan Harun, 1911 de Almanya’ya gitmiş ve tahsili (gemi mühendisi, yat dizayneri idi) bittikten sonra, 1921 de ülkeye dönmüştü. İki genç adam, denize ve yelken sporuna aynı derecede tutkundular. Hatta, o dönemin bir yarış teknesi olan 15 metre kare (yelken alanı) Yole’de beraber yarışıyorlardı.
1933 yılında, İzmir’de önemli bir Yole yarışı vardı. Dönemin Yelken Otoritesi (Su Sporları Federasyonu), çok yakın zamanlara kadar yapıldığı gibi, İstanbul’dan gidecek tekneleri, vapura yükleyip naklediyordu.
İşte o günlerde, Behzat ve Harun, başkalarına çılgınlık gibi gelen (bu gün bile) bir düşünceye kapıldılar: Teknelerini gemi ile götürmek yerine, denizden ve yelkenle gideceklerdi.
Behzat’ın teknesi olan “Coşkun” 6,15 boyunda, 1,70 eninde, yukarıda değindiğimiz gibi 15 metrekare yelken alanı olan, üzeri açık ve dengeyi temin için safrası olmayan küçük bir tekne idi.
İki kafadar arkadaş, 24 Ağustos 1933 günü, saat 12:40 ta, Behzat’ın evinin olduğu Bostancı’dan tatlı bir Poyraz rüzgarı ile hareket ettiler. Saat 13:15 te Moda’ya vardılar. Behzat kumanya almak için karaya çıktı. Saat 14:05 te Çanakkale’ye ulaşmak üzere, Zeytinburnu yönünde hareket ettiler. O gecenin tamamında yola devam ettiler, hatta bir ara balon yelkenini de basarak daha iyi ilerlediler. Ertesi gün Gelibolu’yu geçip Çanakkale’ye vardılar. Gece orada kaldıktan sonra, ertesi gün (26.08.1933) Ege’ye açıldılar. Midilli Adasını sancakta bırakarak (bilmeyenler için, sağda bırakarak, yani Anadolu ile Midilli arasından geçerek, Güneye doğru) ilerlediler. İhtiyar bir balıkçı, onlara rüzgarın çok sertleşeceğini, kıyıya sığınmalarını söyledi. Dinlemeyip yola devam ettiler.
Gerçekten rüzgar çok arttı, onlar da sahile sığınmak zorunda kaldılar. Harun’un sözüyle, “ihtiyar balıkçılar, mahalli meteoroloji tahminlerini çok iyi yaparlar” ve mahalli şartları iyi bilirlerdi. Bir sonraki gün yola devam ettiler ve sonunda İzmir Limanına vardılar.
Yakın arkadaşlarından Demir Turgut, önceden gemi ile gelmişti. O ve diğer dostları, bu gecikmeler nedeniyle arkadaşlarını göremeyince telaşlandılar. İzmir Valisi ünlü Kazım Paşaya (Kazım Dirik) başvurdular. Kazım Paşa da yakın ilgi gösterdi, aramalar yapıldı. O dönemde, denize ve denizcilere büyük önem verilirdi. Derken çok iyi tanıdıkları tekneyi, limanda görüp, ferahladılar. Dostlar yine birbirlerine kavuşmuşlardı. Bu yolculuğu, Harun Bey’in kaleminden Yacht Dergisinin 1967 Eylül sayısında okuyabilirsiniz.
Harun Bey, çok ileriki zamanlarda, bu seyahat sırasında, “Acaba bir İstanbul-İzmir yarışı yapılabilir mi ?” diye düşündüklerini anlatmıştı.Bu düş, 1966 yılında gerçekleştirilmek üzere ciddiyetle ele alındı. Türk Donanma Cemiyeti (12 Eylül 1980 den sonra, diğer Silahlı Kuvvetlerin Güçlendirme Vakıfları ile birleştirilip Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı bünyesinde eritildi), İstanbul Yelken Kulübü (halen faaliyetine devam etmektedir) ve Ege Yat Kulübü birlikte bir organizasyon hazırladılar. Radyo ve gazeteler, günlerce katılacak yatları, sahip ve ekiplerini tanıttı.2 Temmuz 1967 günü, İstanbul Yelken Kulübü önünden, yatlara start verildi. Startı bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Uran verdi. Donanma Komutanı Koramiral Celal Eyiceoğlu ve Donanma Cemiyeti Başkanı emekli Amiral Refet Arnom da orada, diğer kulüp yetkilileri ile birlikte hazır bulunuyordu.
Bütün katılan teknelerin 2-3 günde bitirdikleri 280 Deniz Mili uzunluğundaki yarışa 21 yat kayıt olmuştu, ama 17 tekne iştirak etti. Bir hatıra olarak, bu tekneleri analım : Keyfim, Plaisir, Levent, Lilly II, Gelincik, Sim, Seddülbahir, Azade, Dragon, Neptün, Pepertye, Deniz Atı, Feryal, Kaptan, Mekik, Polaris, Caniko (eski İpar). Bunlardan en iyi düzeltilmiş zamanı, en küçük olan Pepertye yaptı, yani yarışın galibi oldu. En büyük yat olan Caniko-İpar ise terk etmek zorunda kaldı.
Bu tarihi yarış ile başlayan bu spor klasiği isim değiştirdi, sponsor değiştirdi, organizatör kulüp değiştirdi, varış yeri değiştirdi, etap ilave etti, ancak hala sürmekte ve her yıl yapılagelmekte. İki cesur ve usta gencin, rotayı bizzat denerken hayal ettikleri yarış, yıllar sonra gerçekleşmişti.
Bu iki genç deniz ve yelken adamının, yaptıkları öncülükler saymakla bitmez. Ülkemiz adına yelken sporunda Olimpiyatlara ilk kez katılan ve yarışan ekibin çekirdeği yine onlardı. 1936 Berlin Olimpiyatları’nın Kiel Kentinde yapılan yelken yarışlarına katıldıklarında, daha önce hiç Starboat sınıfı teknelerle yarışmamışlardı. Kendileri için alınan ve Marmara ismi verilen tekneyi ilk defa, yarışlardan birkaç gün önce görüp bindiler. Buna rağmen, çok iyi yarıştılar ve filonun ortalarında yer aldılar. İsimleri bir kere daha tarihe geçti: Berlin’deki Olimpiyat Stadındaki Mermer Pano üzerinde bir kere daha ölümsüzleştiler.
Ülkemizdeki ilk yabancı temasta da onlar vardı, 1937 de Romanya ile, 2 sınıfta yapılmıştır. Star sınıfında Harun ÜLMAN - Behzat BAYDAR 2., Olimpik Yole sınıfında da Şeref BİRGEN 1. olmuşlardır.Rahmetle anar, açtıkları yol için huzurlarında saygıyla eğiliriz.
Ahmet Serim'e teşekkürlerimizle, denizce.com'dan alıntıdır.