26 Eylül 2013

TCG / TCB

Cumhuriyet Donanması 29 Ekim 1923 günü kuruldu. O tarihten itibaren Türk savaş gemileri “TCG” yani Türkiye Cumhuriyeti Gemisi unvanına kavuştu.

Aynı zamanda Donanma ve onu destekleyen tüm kara birimlerine TCB, yani Türkiye Cumhuriyeti Bahriyesi unvanı verildi. 

Ondan önce Osmanlı savaş gemileri Padişaha ait anlamına gelen Hümayun lakabı ile anılırdı. Örneğin Kosova Kalyonu Hümayunu gibi. Bugün emperyalizmin, yerli işbirlikçiler ile ulus devletin yani TC’nin denizlerdeki hayati çıkarlarını koruyan 40 Amirali ve 400 seçkin denizcisini yok etmeye çalıştığı şanlı Cumhuriyet Donanmasının 300 savaş gemisinin isminin önünde TCG, 36 helikopter ve 10 uçağının borda numarası önünde TCB ve 40 bin deniz erinin şapkasının alın üstüne gelen şeridinde kocaman TCB rumuzu vardır. Diğer bir deyişle TCB, Türk denizcisinin alın yazısıdır.

Ulus devletler Donanma kurabilir


TCG ve TCB, bahriyenin tüm unsurlarının bir bakıma soyadıdır. Cumhuriyet, ümmetten ulusa ve kuldan vatandaşa geçişi gerçekleştirirken, Cumhuriyetin donanmasını oluşturan savaş gemisine de TCG soyadını vermiştir. Aslında bu evrensel uygulama dünyadaki tüm ulus devlet donanmalarında uygulanır. Zira ulusal çıkarlar için oluşturulan donanmaları ancak ulus devletler yaratır ve işletebilir.Her savaş gemisi, isminden önce aidiyetini taşıdığı ulus devletin bahriye rumuzunu yani soyadını taşır. Örneğin küresel çapta, Türkiye dahil, kendi çıkarları ile uyuşmayan ulus devletleri yok etmeyi kendine vazife bilen ABD’nin savaş gemilerinin başında da, USS-United States Ship, yani Birleşik Devletler Gemisi, rumuzu vardır.

Savaş gemisine kimliğini ulus devlet verir


Bir savaş gemisinin ait olduğu ulus devletin soyadını taşıması, ona bayrağını dalgalandırdığı sürece büyük ayrıcalıklar verir. Zira savaş gemisi vatan toprağı ve aynı zamanda devletin ta kendisidir. Teknesi vatanı temsil ederken, bayrağı ve personeli de devleti temsil eder. Bu nedenle bir dünya geleneği olarak savaş gemileri milliyetine bakılmaksızın ticaret gemileri ve diğer sivil gemiler tarafından bayrak mezestre edilerek (bayrağı yarıya indirip tekrar yukarı çekerek)selamlanırlar. Savaş gemisi de bu selama aynı şekilde karşılık verir. Savaş gemisi kendi karasularının dışına çıktığı andan itibaren uluslararası hukuka tabi olur. Yani egemen bir devlet gibi hareket eder. Yabancı ülke kara ve iç suları ile limanlarında hukuk süjesi olarak diplomatik dokunulmazlıklara sahiptir. O savaş gemisine polis, jandarma giremez. Bu nedenle bir Türk savaş gemisinin komutanı devleti temsil ettiğinin bilinci ve onuru ile hareket eder. O gemi TCG soyadını ve Türk bayrağını taşıdığı sürece bir gemi komutanı ve personeli ister savaş ister kriz ister barış dönemi olsun asla teslim olmaz. Başına çuval geçirtmez. 

Bu nedenle her gemi komutanı savaş gemisini millet adına teslim alırken aşağıdaki yemini eder.
“Şahsım ve personelim adına, Türk Sancağını denizlerde şerefle dalgalandıracağıma, görevimi ifada hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağıma, gemimi ve personelimi her an harbe hazır tutmak için azami çabayı göstereceğime, Yurdumun şeref ve namusunun korunmasında görevim bulunduğunu, komuta sorumluluğumu, ulusal ve uluslararası hukuk ile bahriye geleneklerini asla unutmayacağıma, TCG Yavuz (örnek olarak verilmiştir), seni başarı ve zafere götürmek için her türlü gayreti göstereceğime Türk milleti huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içiyor, bayrağımı öperek seni teslim alıyorum.”


Benzer şekilde bir Tük savaş gemisi törenle denize indirilirken onu denize indiren bayan şu sözleri sarf eder:
“Türkiye Cumhuriyeti Gemisi Yavuz, seni denize indiriyorum. Vatanıma, milletime hayırlı ve uğurlu olmanı, şanlı Türk Sancağını dünya denizlerinde şerefle ve başarıyla dalgalandırmanı diliyorum. Denizlerin sakin, pruvan nete, rüzgârın kolayına, bahtın açık olsun.”

Vatan, Millet, Türk Sancağı, Şeref ve Namus


Öne çıkan terimler, vatan, millet, Türk Sancağı, şeref ve namustur. Evet, savaş gemisi Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hem namusu hem de bir “micro cosmos”udur. Gemi Komutanı alt kimliği ile Çerkez, İkinci Komutanı Laz, Çarkçıbaşı Kürt olabilir. Ama o savaş gemisi Türk savaş gemisidir. Yani ulus devlet aşamasını ve bir donanma kurabilecek ulusal birlikteliği başarabilmiş, milliyetler topluluğundan ulusa terfi edebilmiş bir devletin savaş gemisidir. Bu nedenle bir ulus devletin temel yapısını bozmak için en önce donanmaları yıkılır veya yakılır. Ulus devlet emperyal çıkarlar uğruna ortadan kaldırılınca, geride kalanlar küresel egemenlerin jeopolitik tertiplerinde paralı asker ya da paralı donanma olurlar. Bakın Yugoslavya’ya. İç savaş çıktığında en önce parçalanan Donanması oldu. Bakın Irak’a. Son körfez savaşında işgal orduları ve donanmasına karşı tek bir mermi atmadan teslim oldular. Çünkü general ve amirallerinin çoğu ABD tarafından yüksek paralarla satın alınmıştı.

Türk Ordusu ve donanmasının teorisi Mustafa Kemal’dir


Emperyalizm dünyanın her yerinde kendi çıkarlarına hizmet etmeyen ulus devlet yapısını yerli işbirlikçilerle bozarken öncelikle önlerinde en büyük engel olarak gördükleri silahlı kuvvetleri çeşitli yöntemlerle etkisiz hale getirirler. Türkiye’de amiral ve generallerin parayla satın alınamayacağını bilerek bu işi,yerli hainler, isimli davalar, sahte CD ve yalancı tanıklar ile çözmeye çalışıyorlar. Ancak artık halkımız uyandı. Geri dönüşü olmayan süreç tersine işliyor. Emperyallerin ve yeri işbirlikçilerinin görmezden geldikleri bir şey var. Türk ordusu ve donanmasının teorisi Mustafa Kemal’dir. Nasıl ki o, en zor anlardan, “tamam bitti artık” denen dönüm noktalarından Türk ulusu ile birlikte aydınlığa çıkabilmiştir, bugün de aynı kader geçerlidir. Türk askeri ve denizcisinin kalbinde Atatürk, savaş gemisinin ve bahriyenin TCG ve TCB’sinde TC perçinlidir. Türk ulusu ve Türk gençliğinin kalbinde de Türk askeri ve denizcisi perçinlidir.

Sömürgeler denizde bayrak dolaştıramaz


Bir adım daha gidelim. 1969 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyetinden dünyayı yelkenle dolaşan ilki Sadun Boro olmak üzere 12 amatör denizci çıkmıştır. Bunlardan birisi de Ekrem İnözü’dür. 2007 yılında tamamladığı dünya seyahatini anlattığı “Dünya Varmış” isimli kitabının giriş kısmında şunu söylüyor:

“Yelkenli ile dünya turu yapanlar arasında, sömürge olmuş bir milletin denizcisine rastlamadım. Denizlerde bayrak dolaştıranlar, genelde hür yaşamış ülkelerin yelkencileriydi. Bana Türk bayrağını dünya denizlerinde dalgalandırma fırsatı veren Atamıza bir kez daha teşekkürler. Nur içinde yatsın.”

Başka söze gerek var mı?


Not: değerli komutanım Tümamiral Cem Gürdeniz yazısıdır.İnşallah kısa zaman sonra özgürlüğüne kavuşur..Vural PERK 

14 Eylül 2013

İlk yerli yelkenli tekne modeli ‘Azuree 46’ dünyaya yelken açtı.

İNAN Kıraç’ın sahibi olduğu Kıraça Grubu şirketlerinden Sirena Marine’nin ürettiği ilk yerli yelkenli tekne modeli ‘Azuree 46’ Cannes Boat Show’da düzenlenen basın toplantısıyla dünyaya tanıtıldı. Suna ve İnan Kıraç’ın kızları İpek Kıraç’ın 18 aylık CEO’luk dönemi içinde üretimi gerçekleştirilen ‘Azuree 46’ büyük beğeni topladı. Bursa, Orhangazi’deki fabrikada üretilen Azuree 46’nın basın toplantısına İpek Kıraç’la birlikte teknenin tasarımcısı Rob Humphreys de katıldı. Azuree 46’nın dünya lansmanında konuşan İpek Kıraç, “Bursa’daki fabrikamızın yüksek teknolojiyle donatılmış üretim kalitesini, uluslararası tasarım yıldızlarıyla bir araya getirerek, bugün sizlere sunduğumuz Azuree 46, hem açık denizlerde hem de tekne demirliyken üst düzey güvenlik ve konfor standartları sunan dünya çapında bir yelkenli tekne. Sirena Marine’in yeni vizyonu ve yaptığı kayda değer yatırımlarıyla uluslararası tekne ve yat üretimi sektörün önemli oyuncularından biri olduğuna güvenim tam” dedi. 

Video için tıklayınız......> http://youtu.be/2RgbdrokbBM



SIRADA İTALYA VAR

Türkiye’den uluslararası markalar yaratmak’ vizyonuyla yola çıkan İpek Kıraç yönetimindeki Sirena Marine’in Azuree 46’yı dünyaya lanse ettiği Cannes Boat Show’da yoğun ziyaretçi ilgisinin yanı sıra, uluslararası basına da teknenin Cannes’da çekilen fotoğrafları, tanıtım filmi ve kataloğu dağıtıldı. Azuree 46, 15 Eylül’de Cannes Boat Show ziyarete kapandıktan sonra, 2-6 Ekim 2013 tarihleri arasında ziyarete açılacak 53. International Genoa Boat Show’da yerini almak üzere İtalya’ya yelken açacak.

İlk seri yerli yelkenli üreticisi

KIRAÇA Grubu şirketlerinden, 2006’da faaliyete geçen Sirena Marine’in 25 bin metrekaresi kapalı alan olmak üzere toplam 155 bin metrekarelik Bursa, Orhangazi’deki fabrikasında 319’u mavi yaka olmak üzere, toplam 400 çalışanı var. Kuruluşundan bu yana 267 motoryat ve yelkenli tekne üreten Sirena Marine, Azimut- Benetti Grubu’nun çeşitli Azimut motoryat modellerinin üretiminin yanı sıra, kendi yarattığı “Azuree Serisi” ile Türkiye’nin ilk seri yelkenli tekne üreticisidir.2012 yılında İpek Kıraç’ın CEO’luk görevine atanmasıyla, yönetim reorganizasyonuyla beraber uluslararası bayi ağını da artırarak Hong Kong, Japonya, Avustralya kıyılarında da satışlar yapan Sirena Marine, “Türkiye’den uluslararası markalar yaratmak” vizyonuyla marin sektörünün güçlü oyuncusu haline geldi.


AZUREE 46’nın tasarımı Rob Humphreys tarafından gerçekleştirildi. 
Tasarımıyla benzerlerinden ayrılan Azuree 46, güvertesinde ve iç yerleşiminde ilk anda göze çarpan birçok avantaj sunuyor.Teknenin kolayca kullanılabilen yapısıyla bir arada sunulan şık ve tarz sahibi hatlar. Misafirler ve mürettebat için konforlu bir kullanım ve dinlenme alanı sağlayan geniş kokpit.Yatak haline dönüştürülebilen kokpit koltukları.Kolay idare edilebilen geniş yelken alanı.Geniş yüzme platformu ve kolaylıkla çıkarılabilen kıç dümenci koltukları 

Azuree 46’da her detay, teknede daha fazla konfor ve güvenlik sağlamak için tasarlanıyor. 
Pek çok tekne sahibi için ayırt edici bir performans sunan bir yelkenli sahibi olmak, hayat tarzının bir parçasıdır. Birçoğu için ise yelkenliyle yolculuk yapmak, güvertede rahatlamanın ve hayatın tadını çıkarmanın verdiği eşsiz zevki yaşamaktır. Demirliyken tekne yaşamını kolaylaştıran bir konforu sunması kadar, yelken açıldığında güzel dengelenen, istenenlere yanıt veren bir yat olması da tekne sahipleri için tartışmasız büyük önem taşır. Haftasonunda günübirlik yelken açmanın keyfini, ya da uzun mesafe bir yolculuğu belirlenen rotaya dahil etme macerasını yaşayabilmek; tekne sahiplerinin aradığı detayların başında gelir. Azuree 46 tüm bu koşulların hepsini başarıyla yerine getiriyor.Azuree 46’nın kokpit bölümündeki katlanabilir kokpit koltuklarının ister gün içinde güneşlenmek, ister akşam serinlikte uzanmak için kullanılacak yataklara dönüşebilmeleri, büyük bir rekabet avantajı sağlıyor. Teknenin hem demirliyken, hem de seyir halindeyken konforlu bir açık yaşam alanı sunmasının en büyük nedeni de budur. 
Ayrıca Azuree 46’nın geniş kokpiti, esnek ve adapte edilebilir kullanım kombinasyonları da sunuyor.

Dünyaca ünlü tasarımcı Rob Humphreys, Azuree 46’yı toplam 127 metrekarelik bir yelken planıyla tasarladı. Bu nedenle Azuree 46’nın ağırlık ve balast değerleri, sınıfının en üst seviyesinde balast oranı sağlıyor, bu da iyi bir yelken alanı taşıma kapasitesi ve güçlü bir performans anlamına geliyor. Azuree 46’da flok sarma sisteminin güvertenin altında olacak şekilde tasarlanması güvertenin şık ve düzenli olmasını sağlıyor.

Azuree 46, tek kişi tarafından bile kolaylıkla kullanılabilen bir tekne..

Alman ana yelken iskota sistemi ve kolay idare edilebilen flok yelkeni, çok az sayıda mürettebatla bile teknenin kolaylıkla manevra yapmasını ve hassas bir şekilde kullanımını sağlıyor.
Geniş ve ergonomik kokpit alanı, güvenlik ve konforu beraberinde getiriyor. Açılabilen yüzme platformu sayesinde, denize ve ilave güneşlenme alanına kolayca erişilebiliyor.
Tam Boy14,035 m
Su Hattı Boyu12,99 m
Maksimum Genişlik4,253 m
Su kesimi2,6 m. / 2.2 m.
Taşırma suyu10.450 kg
Ballast3.976 kg
Standard yerleşim3 kamara – 2 banyo
Motor gücü55 hp Volvo Penta
Toplam yelken alanı124.5 m2


09 Eylül 2013

Ayfer Er, dünyayı dolaşan yedinci Türk denizci ve ikinci Türk kadını..


1993 yazı... İstanbul’da stilistlik yapan Ayfer Er, Datça’ya tatile gider... Bir akşam üzeri deniz kenarında otururken, arkadaşları koyda demirlemiş yelkenlilerle ilgili konuşmaya başlar... Teknelerden biri Er’in dikkatini çeker... Teknenin bir ‘Hallberg Rassy’ olduğunu öğrenir... İşte o merak ettiği tekne hem ona aşkın kapılarını hem de denizlerde beş yıl sürecek bir dünya turunun yolunu açar... Ayfer Er, 15 günde aşık olduğu İsveçli mühendis Göran ve bir Hallberg Rassy ile tam beş yıl sürecek dünya yolculuğuna yelken açar. 1993 yazında Datça’da başlayan seyahat 1998’de Antalya’da biter... 
Er, dünyayı dolaşan yedinci Türk denizci ve ikinci Türk kadını olarak tarihe geçer... (Birincisi Zuhal ATASOY) 

Ayfer Er'in anlatımı ile yol ve yolculuk hikayesi ;

İstanbulluyum aslında. Mesleğim stilistlik. 1993’te hem arkadaşlarımı ziyarete hem de tatile Datça’ya geldim. Bir ay kaldım. Eski eşim Göran’la tanışmamızla başladı her şey. Teknelere çok meraklıydı. Ben ise pek anlamıyordum. Bakıyor, sorular soruyorum. Her sorduğumu anlatıyor bana. İşte, “Bu, şu cins, bunun özellikleri şöyle” diye... “Nereden anlıyorsunuz?” dedim. O da, “Belirli özellikler var, oradan anlıyoruz” dedi. Çok güzel bir tekne gördüm, “Peki, şu ne?” dedim. O da, “O bir Hallberg Rassy ve teknelerin Rolss Royce’u” dedi. Sonra o tekneyle birlikte dünya seyahatine çıktık. Kaderimi işaretlemişim aslında ben hiç bilmeden onu sorarken. Ben öyle şeylere çok inanırım. Önce Simmi’ye gittik. Sonra, tanıştıktan 15 gün sonra bana, “Malta’ya kadar gidelim, geçinemezsek seni geri dönersin, ben dünya seyahatine giderim” dedi. 15-20 gün sonra İstanbul’a döndüm, Yunan vizemi aldım. 15 gün sonra yola çıktık. Malta’ya uğramadık bile. İtalya’dan geçtik, devam ettik. Gideceğimiz gece arkadaşlarım, “Adam katil midir nedir, bilmeden nasıl cesaret ediyorsun” dedi. Ben, “Boş verin, anlaşamazsak döneceğim” dedim. Gidiş o gidiş... Tamamen macera. Cebelitarık’a kadar geldik. İspanya’ya geçtik. Orada kaldık. Bir ara Türkiye’ye döndüm. Kanarya Adaları’na gittim ve oradan tekrar tekneyle devam ettik. Seyahat beş yıl sürdü. Ama bazı yerlerde mevsime göre kaldık. Örneğin oradan kasım-şubat arasında geçebiliyorsunuz. Çünkü rüzgarlar öyle. Okyanusta çok farklı esiyor rüzgarlar.Denizciliği hiç bilmeden çıktım yolculuğa. Sadece marina arkadaşlarım vardı. Yani teknelerine gidip, misafir olduğum. Onun haricinde fazla bilgim yoktu. Eşim İsveçli zaten o çok iyi biliyordu. 

Cahil cesareti derler ya... Örneğin, Atlantik’te hiç korkmadım. 

Kocaman kocaman dalgalar var orada. Ama orada işi çok iyi bilmiyordum. Bilmeyince insan korkmuyor. Pasifik’te Panama’dan Galapagos’a çıktık. Galapagos’a kadar dümdüz bir denizdi. Ama orada mide bulantım tuttu. Çünkü denizi öğrendikçe korku ortaya çıktı. Anladım ki, korkuyla mide bulanıyor. Çünkü deniz dümdüzdü. Atlantik’i geçtikten sonra bilir ve korkar oldum. Hindistan’da Koçin’den çıktık Umman’a giderken... Balina kuyruğuna çarptık. O bize çarpsaydı giderdik. Çok büyük çünkü. Denizde seyrederken, yarım saatte bir yukarı kontrole çıkıyorduk. Birden bir sarsıntıyla irkildik. “Ne oluyor” dedik ve çıkıp baktık. Sanki bir gemiye çarpmışız gibi bir sarsıntıydı. İleriden balinanın o büyük sesini duyunca anladık. Balinalar da nefes alabilmek için deniz yüzeyinde uyurlarmış. Anladık ki, ona hafifçe çarpmışız. Ondan sonra zaten Umman’a kadar uyumadık.

En çok etkilendiğim üç ülke sayabilirim. Venezüella, Avustralya ve Tayland. Tayland’a yerleşmeyi bile isterdim. Düşünün bir orman içinde orkide yetişiyor ve insanları çok sakin.



Sydney

En uzun seyir 23 gün sürdü... Galapagos’tan Markiz Adaları’na...
En korktuğum deniz Kızıldeniz... Çok korkunçtu. Rüzgar hep kuzeyden güneye esiyor. Dar bir deniz olduğu için dalgalar hep küçük küçük. Dolayısıyla siz gidiyorsunuz gidiyorsunuz ama aslında gidemiyorsunuz. Dalgalar geri atıyor. Teknemiz bozuldu. Bir arkadaşımız bizi 60 mil çekti.
Toplam 47 ülke gördük...5 yılda 60 bin dolar harcadık. 
Göran makine mühendisiydi. Mesleğiyle ilgili kitap yazmıştı. Ondan oldukça iyi bir geliri vardı. Evde yaşamak gibi değil, denizde yaşamak. Aslında her şeyi kendin yaptığın için masraf da öyle çok değil. Beş yılda 60 bin dolar harcadık. Motor var ama genelde hep yelkenle gittik. Yelkenden çok sıkıldığım zamanlar oldu. Mesela karşıda adayı görüyorsunuz, 60 mil var. Biz üç gün denizde Pasifik’in orta yerinde bekliyoruz rüzgar çıksın diye. Gece uyuyoruz kalkıyoruz, üç günde ancak 4 mil aşağıya doğru kaymışız. Çarşaf gibi okyanus. Sonra üç gün sonra bir fırtına başlıyor. İşte o zaman motoru kullanıyoruz. ‘İyi ki motoru, benzini harcamamışız’ diyoruz, çünkü o zaman çok ihtiyaç oluyor.
Tekrar gitmek istemedim. Doymuştum. 
Tekneyle gittiğin zaman bulaşık yıkıyorsun, çamaşır yıkıyorsun, yemek, ekmek yapıyorsun. Geceleri uyumuyorsun. Sürekli yelkenle ilgileniyorsun. Gençken yapılıyor bunlar. Benim için bitti deniz. Bir daha yapmaya, tekrar tekrar adrenaline ihtiyacım yok. Aslında dünyayı tekneyle dolaşan ilk Türk kadını Zuhal’le (Atasoy) düşündük, ama sonra tembellik ettik.

Döndükten 1-2 sene sonra ayrıldık. Benim çalışmam, para kazanmam lazımdı. “Gel, İstanbul’da yaşayalım” dedim, apartman hayatı onu sarmadı. Benden 13 yaş büyük. Kemer’de kaldı. 
Göran’dan sonra aşık olmadım. Tekrar evlenmedim. O sondu. Seyahat den geldiğimde 45 yaşımdaydım zaten.

Sonrasında Foça'ya yerleştim..

Meme kanseri olduktan sonra... Altı ay süren tedavim sonrasında babamı da kaybetmiştim... “Bütün dünyayı gezdim, Türkiye’yi tam gezmedim” diye düşündüm. Akdeniz’i biliyordum ama Ege’yi bilmiyordum. Moral gezisi olarak tek başıma bindim arabama. Gördüğüm her yerde durdum ve tüm Ege’yi gezdim. Ne Ayvalık’ı biliyordum ne Çanakkale’yi... Foça’ya girdim. Bayıldım... Dönüşte de yine uğradım. Kasımdı. Çok sevdim. Bu evi buldum. “Kesinlikle burada yaşamak istiyorum” dedim. Dünyayı gezdim ama Foça’ya aşık oldum, hala da aşığım. Dört sene oldu yerleşeli.Mesleğimden çok uzaklaşmadım. Resim, heykel yapıyorum. Dikiş dikerim. Elimden her iş geliyor. Hayvanları Koruma, Kitap Kulübü... Hiç boş vaktim olmuyor.

Kitap yazmayı düşündüm. Hep, “İlhamım, İlhami gelecek” dedim ama senelerdir gelmedi (!) Pek yazıcı biri değilim.


Kadın olduğum için anıttan çıkardılar
Ataköy Marina Yat Kulübü, 2001’de, “Ayfer Er Yat Yarışı Kupası” düzenledi. Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü de dünyayı dolaşan denizcilerimiz adına düzenlediği yarışların bir ayağını “Ayfer Er Kupası” olarak yarıştırdı. 2005’te... Ancak, Kalamış’ta, dünyayı dolaşan denizcilere teşekkür amacıyla yapılan anıtta bana yer verilmedi. Önce ben de olacaktım. Aradılar, “Heykel dikilecek” dediler. İstedikleri şeyleri hazırlayıp gönderdim. Bir hafta kala tekrar aradılar, “Sizi koymayacağız. Çünkü eşiniz ve tekneniz Türk değil” dediler. Ben de, “Haklısınız” dedim ama aradan zaman geçip heykelde benzer durumdaki başkalarının olduğunu görünce sinirlendim. Benim tarafımda olan çok insan oldu, ben sesiz kaldım. Bir yerde haklılar, bir yerde haksızlar. Sırf kadınım diye aslında... Onlar heykelimi koysa da koymasa da ben dünyayı dolaştım. Heykellerin yıkıldığı zamanda benim heykelim yıkılmış yıkılmamış... Hiç alakasız insanlarınkilerin konulduğunu duyunca üzüldüm.




Konuya ilişkin bir haberde; Yazar ve Yelkenci Sezar Atmaca şunları belirtiyor:
AYFER ER DENİZCİLER ANITINDA UNUTULDU... 
“Duvarlarına panosunu asan Ataköy Marina’dan, adına kupa düzenleyen AMYC’den veya BAYK’tan, röportajlarının yayımlandığı veya haberlerinin çıktığı dergilerden, gazetelerden… Ayfer Er’e sahip çıkılmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Yine de bilgi kirliliğine karşı bir şey yokmuş gibi davranmayıp hiç olmazsa Ayfer Er diye dünyayı dolaşmış bir kadın denizcimizin olduğunu hatırlatalım…”



Cantana3 ve Göran, dünyayı dolaşmaya devam ediyorlar.  http://www.cantana3.com/ 



 Hallberg-Rassy 352

Designer Christoph Rassy / Olle Enderlein
Hull length 10.54 m / 34'9"
Length waterline 8.70 m / 28' 7''
Beam 3.38 m / 11'1
Draft 1.67 m / 5'6"
Displacement 6700 kg / 14 770 Lbs
Keel weight, iron 3 tons
Sail area with jib resp. genua 56 sq.m / 65 sq.m
Engine Volvo Penta MD 2003 Turbo 32 kW / 43 hp with 2 alternators
Fresh water 300 litres / 79 US gallon
Diesel 240 litres / 63.4 US gallon
El. windlass 60 m 10 mm chain with 23 kg CQR anchor
Solar panels 2 x 55 W
Extra generator Towing / wind
Dinghy AB hard botton
Outboard Mercury 2,5 hp
Watermaker PUR 35