Greenpeace bayrak gemisi harika bir yelkenli Gökkuşağı Savaşçısı-Rainbow Warrior III

Rainbow Warrior (Gökkuşağı Savaşçısı) adı nereden geliyor..

Geminin adı, Cree kabilesine ait bir efsaneye dayanıyor. Efsaneye göre; gün gelecek, yerküre hastalanacak. İşte o zaman, dünyanın dört bir yanından farklı kültürlerden, lafa değil işe bakan insanlar toplanıp bir kabile oluşturacak. Bu kabile yerküreyi iyileştirmek için çalışacaklar. Onlara "Gökkuşağı Savaşçıları" adı verilecek. 



Greenpeace Rainbow Warrior 1985 yılından beri, üç kuşaktır daha güzel bir dünya ve yaşanabilir bir gelecek için mücadele ediyor. 

İlk gemi paslı bir balıkçı trol teknesi idi ve el ile taşlandı, üzerine bir güvercin ve gökkuşağı resmi boyandı.

Balinaları kurtararak, radyoaktif atıkların dökülmesine karşı çıkarak ve Pasifik'ten Kuzey kutup bölgesi'ne kadar nükleer silahların testleri yapılan yasak bölgenin doğrudan içine seyahat ederek tarih yazdı.

Onun tarihte ki seyahati, Paris'teki ürkek politikacıların Fransız ajanlarına gemiyi Yeni Zelanda'da batırmalarını emrettikleri zaman son buldu. Ve 1985 yılında gemiyi bombaladılar.



Bu acı olay sonrası, Greenpeace azimle yeni gemiyi inşaa etti. Bu gemi, 22 yıl çevreyi korumak adına tüm dünya denizlerini dolaştı. Görevini yenisine bırakma zamanı geldiğinde, "Rainbow Warrior II" Bangladeş’te bir insani yardım kuruluşuna bağışlandı,gemiyi alan Friendship adlı Bangladeşli yardım örgütü, geminin adını yine "Gökkuşağı" anlamına gelen "Rongdhonu" olarak değiştirdi ve bu kuruluş gemiyi yüzer hastane olarak kullanmaya başladı.



Rainbow Warrior III, en az 50 yıl süresince kullanılmak için inşaa edilmiş özel yapım bir yelkenli tekne. 57 mt boy 11 mt.genişliği olan bu geminin iki  A-yapılı direğini gördüğünüz zaman bunu hemen anlıyorsunuz.




Her detayı sürdürülebilirlik akılda tutularak tasarlanan bu gemi, biyositlerden %100 arındırılmış gövdesindeki sert kaplamadan, kabinlerinin FSC ahşabına; güvertesindeki geri dönüşüm sistemlerinden, biyolojik atık su arıtmasına kadar ustalıkla inşaa edildi. Gemi, esas olarak rüzgar gücüyle yelkenleri ile ve hava uygun olmadığında etkin dizel-elektrik gücüne dönüştürme opsiyonu ile yol alıyor. Devrim niteliğindeki direk tasarımı onun daha fazla yelken taşımasına olanak sağlıyor ve radyo antenleri, internet ve uydu iletişimini temin eden çanak antenler için montaj alanı olarak kullanılıyor. Bu sistem, uzak yerlerden video yayını yapabilmeyi ve okyanustan internet bağlantısı sağlıyor. Gemi de; çeşitli çok amaçlı salonlar, helikopter iniş alanı ve 2 hızlı eylem botu ile 30 kişilik barınma alanı bulunuyor..




devamını oku →

Panama-Florida seyir notları 3-Key West-West Palm Beach FL

Nerede kalmıştık ???? Meksika Körfezine geldik..Caraib denizi bitti ..
Evettt yine rüzgar 50-60 aralığından ve bazen de kafaya yakın gelmeye başladı Küba’ya yaklaştık .. Haritadan görüyoruz ancak oldukça açığından geçtiğimiz için kara gözükmüyor. Gemi trafiği ve inshore trafik için ayrılmış alanları kontrol ederek onların üst sınırından geçiyoruz. Güzel yelken yaptık uzun süre ki bu çok iyi oldu azalan mazot gerilim yaratıyor ama sorun değil rüzgarsız kalmayacağımız açık . Key west Amerika’nın "0 mile" dedikleri başlangıç kasabası ve oraya girmeye karar veriyoruz. Çok güzel bir yer olduğunu duymuştum, Türkiye’den herkesin siparişi var zaten …Dünyadaki en güzel güneş batışı oradan izleniyormuş dedi kim ile konuşsam..Göreceğiz.. Akşam oldu yaklaşık 60 mil yolumuz kaldı heyecanla dinlenme eğlenme yemekler konuşuyoruz. Bu arada içeride yeşil mercimek içine Türkiye'den gelme et kavurması ve ev eriştesi ile akşam yemeği pişiyor. Yazık Serhad bey 10 yıldır yemedim dedi ..

Saat akşam 20.00 civarında, 6-7 mil uzağımızda şimşekler çakmaya başladı..Öncelikle sancak tarafımızda idiler bir anda iskele tarafında da ve önümüzde ileride de görülmeye başlayınca hafiften paniklemeye başladık. Dikkatle gözlüyoruz, rüzgar artıyor 19 knot görmeye başladık, hava iyice karardı. Her yönde şimşekler var ancak üzerimize mi geliyorlar geçip gidiyorlar mı anlamak zor. 

Uydu telefonunun internet bağlantısı ile hava durumu alıyoruz acilen ve anlaşılan Tampa üzerinde bir storm-fırtına var aşağıya Meksika körfezine doğru iniyor. Rotadan iskele yönünde çıkmaya başlıyoruz iki yönde de şimşekler uzağımızda kalmaya başladı ancak çözüm değil tekrar kısa süre sonra rotaya döndük. 40 mil kaldı Key-West'e, rüzgar hızı 20-21 knot oluyor.. Cenovayı kapattık ana yelken camadan motor açtık yola devam. Yemek yeme fikri uçtu gitti, herkes teknenin üstünde ilerimizdeki hava hareketini gözlüyoruz. Sabaha birkaç saat kaldı KeyWest’e kapağı atsak nasıl rahatlayacağız. Neyse gün ışıyor, fırtına uzaklaştı sanırım..Şimdi görev KeyWest’e girişdeki yaklaşık 2 millik kanal şamandıralarını bulmak. Çok sayıda sığlık var bu bölgede ve geldiğimiz rotada da vardı, dikkkatle takip etmek gerekiyor..
Sancak kırmızı iskele yeşil markalama renkleri deniz üzerindekiler için farklı. Büyük bir yolcu gemisi önümüzde kanala girme manevrası yapıyor güzel emin olduk girişten ve ilk şamandıra sancakda kırmızı aaa o da ne müzik yayını yapıyor .. 
Dedik ki deniz kuşları ve canlılara konser..Sanırım hoş geldiniz müziği ve 1.şamandıra hatırlatması. Yola devam dikkatli bir şekilde ilerledik bir sonraki kırmızıyı bularak, oldukça harika görüntüler ile KeyWest'de Brigth marina mazot iskelesine bağlandık. 
Derin bir ohhh çektik atladık iskeleye 7 gün sonra.. Yürümek harika.Hemen el yüz yıkama mazot alma ve ülkeye giriş işlemleri veee yemekkk..Aç herkes dün gece bu sabah hiçbirşey yenmedi..Key West şahane bir yer, tatil kasabası gibi sanki 1950 lere dödük birden filmin içine giriverdik, eski Amerika filmlerini andıran korunmuş tarihi doku, insanlar rahat, hava 30-35 derece, heryerde harika yelkenliler var.. 

Mutlaka bir kez daha buraya gelip uzunca kalmayı ve bu kasabadan başlayan intercostal dedikleri dev genişlikte ve üzerinde yüzlerce köprü olan su kanalı içinden seyahat ile Amerika’nın kuzeyine gitmeyi kafama yazıyorum..

Sabah güneş doğuşunu gördük şimdi batış vakti..Bizim için de yola çıkma zamanı.. Vira demir pardon vira benzin istasyonu bağlanma iskelesi..Saatine 10 dolar aldılar toplam 79 dolar park parası..Akşam 17.00 yi geçti marina benzinci ofis kapanıyor, isterseniz sabaha kadar kalın dedi görevli. Demek ki akşam gelsen; ücretsiz konaklamak mümkün ofis açılmadan kaçmak koşulu ile :)) 

Tatlı su ile duş dahi aldık gün içinde..İstekler o kadar azalıyor ki deniz yaşamı seni, seninle mutlu etmeyi öğretiyor. Başka hiçbir şeye ihtiyacın yok aslında, şehirde sanal sahte mutluluklar..Hortum ile teknenin arkasında uzun uzun duş yapmak bugünün extra hediyesi..Yol boyunca tatlı suyu idareli kullanmak adına hep tuzlu su banyosu yapmıştık..

Akşam 17.30 avara olduk KeyWest hoşça kal.. 

Rota; Florida West Palm Beach. Mazot full extra yedeklerde var, rüzgar kafadan geliyor tamam yukarı dönene kadar motor ile gidelim. 
Ohhh misss mavitur havası teknede.. aaa hızlanıyoruz akıntı inanılmaz 2-2,5 knot iken 5 lere çıktı. Bu arada Küba karası biter bitmez okyanus soluganları yandan tam bordadan geliyor. En sevmediğim deniz hali. Nasıl sinir bozucu bir yalpa neyse görünen o ki uzun sürmeyecek rota gereği az sonra döneceğiz ve 40-50 mil sonra kıçımıza alacağız onları. Umulandan önce varacağız anlaşılan. Uyumak için içeri giriyorum.
Akşamüzeri teknenin üzerine çıktım ve kafamı çeviriyorum; tanrım bu ne güzellik Miami slüeti önünde yelken yapıyoruz. Tüm şehir akıyor yanımızdan saatlerce.
Akşam yemeğimiz Miami manzaralı. Yemekte KeyWest alışverişi tavuk ile yapılan yemek ve arpa şehriye pilavı ile şarabımız var. Saat gece 23.00 oldu ve iyice yaklaştık West Palm Beach'e. Burada da kanal girişi yapılacak iç sulara geçeceğiz. Kalacağımız marinayı bulmak sonraki görev. Riviera Beach Marina.
Kanal burada oldukça kısa ancak karanlık ışıklar yanıltıcı ve ürkütücü..Denizde trafik var mavnalar geçiyor koskocaman çekiciler ve ağaç yüklü dev sallar düşünün. Bunların durması da mümkün olmuyormuş. Neyseki Lisely ve Serhad gerçekten çok dikkatli ve bilgili, bizi sağ salim marinaya getirdiler. Ohh bağlandık.. Ne görevli var ne bizi karşılayan, ne güvenlik.. Alem buralar. 
Sabah dostlar geliyor, Türkiye'den haberdar edilmişler tanışmaya geldiler burada yaşıyorlar hoş geldiniz demek için teknedeler birlikte kahvaltı yapıyoruz. 
9.günü denizde oluşumuzun ve vardık yerimize..Sevim'in gözleri doluyor..

Riviera Beach Marina sakin şehirin biraz dışında kıyısında eğlenceli ve düzenli bir yer. Tiki bar clup hemen yanımız şahane müzik grupları çıkıyor geceleri. Dün gece Blues yapan bir grup vardı uzun uzun çaldılar. Bugün ben bu yazıyı yazar iken, haftasonu çoluk çocuk geldi şehir. Bizim marinadan karşımızdaki Pienut adasına botlarla seferler yapılıyor. Minicik bir ada piknik deniz için oraya gidiyor şehir halkı. Hiçbir tesis yok üzerinde.

Marina da kano kiralayan, dalışa, balığa götüren tekneler var. Ben en çok korsancılık oynatan tekneyi sevdim. Balık avcılığı ciddi profesyonel bir hobi tüm bu bölgede. Ticari balıkçılık yasak o sebep kendilerine balık tutuyorlarmış. Denize açılıp balık safariler düzenliyorlar. Marinanın içinde de dev balıklar yüzüyor Jack diyorlar onlara, bir sürü de pelikanımız var..Safariden dönen balıkçılar eve giderken ayıklıyor kesiyor kocaman balıkları ve atılan balık artıklarını paylaşıyor bizim evcilleşmiş dostlar..

Az önce teknenin yakınına kadar gelen bir sincap geçti yoldan, hava biraz kapalı güneş yok ama çok ılık.. Şort, tişört yaşıyoruz. Deniz suyu sıcaklığı tüm seyahat boyunca 31-34 arası idi, göstergelerde takip ettiğim. İçine girince hayal edin dışarısı serin oluyor.. Bir hafta daha buradayız sonrası uçak ile dönüş. Esenyel gemi ile dönecek Türkiye'ye.

Tüm yaşananlar ki şimdilik hepi topu geçen 2 hafta içindekiler hayatımdaki çok çok iyi ki lerden birkaçı sadece.. 


Anılar biriktirmek bizimkisi..

Teşekkürler Esenyell..Sağlıcakla kal, hep mutlu ol..



3.mayıs.2014 / FloridaUSA



devamını oku →

Panama-Florida seyir notları 2




San Blast adalarına 21 nisan’da Panama’dan çıkış işlemlerini yaptırmak için gittiğimizde ofis kapanmış idi ve geceyi alargada adaların ortasında denizde geçirdik. Hani filmlerde olurya “kara göründüüü” diye bağırır birisi ve kamera palmiyeleri olan küçük altın sarısı dümdüz bir sahile döner..İşte San Blast adaları denen adalar grubu aynen bunun gibi irili ufaklı birsürü adadan oluşan bir güzellik. Ertesi sabah botumuzu şişirmek ki yine sorun yaratmıştı ..Ne yaparız diye düşünür iken Alahandro’yu bulduk. Botu ile bizi aldı götürdü getirdi yan teknenin kaptanı İspanyol bir genç adam. 2 paket sigara verdik çok mutlu oldu buralarda para değil istekler ihtiyaçlar en değerli anlaşılan.



Yola çıkmaya hazırız, demirin yukarı çekme zamanı hoop ilk sınav vee ırgat motoru stop .. Denizcilik sorunlara çözüm üretme sanatı. Hemen Lisely iki arka vinçe halat aldı ve birer şakıl ile demirin zincirine bir sağ bir sol derken yarım saat sonunda çektik takım çalışması herkesin üstü başı yağ parmak içleri leş .. olsun mutluyuz her şey yolunda. Teknemiz Esenyell 46 feet Bavaria Crusier tipi ve son derece donanımlı insana çok güven veren bir kayık. Ben seviyorum teknelere kayık demesini. Bodrum’lu ustalardan duymuş çok sevmiştim yıllar önce..
Esenyell; 2006 da alınmış, 2009 da da dünya turuna başlamışlar Sevim-Halil ADALI çifti. Radar Jeneratör çift buzdolabı ve daha neler neler ne isterseniz var teknemizde. Ev sahibimiz çok çalışkan bir hanım ve tekneyi çok iyi tanıyor. Yelkenciliği denizciliği yolda tamamlayacak diye şakalşıyoruz. Kocadan hoca olmuyor anlaşılan bunca yıl Halil bey dümende Sevim hanım co-pilot harika bir hayat yaşanmış..Onlar adına teknenin yaşama dönmesi ve yıllar sonra tekrar yola çıkmasına çok çok seviniyorum.

Yolculuk farklı etaplardan oluşuyor ..Serhat bey planlamayı ipad üzerinde Navionics ile yapmış ve ilk 4 günlük hava raporunu almış .

Adalardan ayrılmamız ile 30 derece kafadan rüzgar ile uzun bir seyir yaptık. Birkaç gün bu şekilde motor yelken devamlı Nikaragua açıklarına doğru ilerledik. Sonra rota doğulu rüzgarları almamıza uygun olarak farklı dönüş noktalarına geldik ve yelken seyrimiz keyifli olmaya başladı. Genelde 60-90 derece aralığında alıyoruz ki bu tam istediğimiz açı. Kaba dalga hiç yok, rüzgar hızı 11-15 knot arası değişiyor. Yola çıktığımız ilk gün çok kaba dalga almıştık ve Sevim ile ben biraz kötü olduk ama geçti..Şimdi herkes iyi tekne mutlu biz mutlu.. Geceleri hem gemi trafiğini kontrol etmek için radarı açıyoruz hem de şarj etsin aküler amaçlı motor seyri yapılıyor. Fazla trafik yok hiç yok desek doğru olur.. Sadece uzaktan geçen birkaç gemi gördük şimdiye kadar. Akıntı var çıktığımızdan beri tüm Caraib denizi boyunca yukarı doğru 2,5 knot ortalama akıntı bize yardım ediyor..Harika görüntüler, harika gün batışları, harika bir küçük kuş ..Tüm gece içeride teknede kaldı dinlendi sabah uçtu..Alışılmadık ama anlamlı bir sürü şey.. İlk kez balık tuttuk bir mahi mahi yeşil-mavi kalın derisi olan yaklaşık 1 metre . Afiyetle yedik dün gece, bugüne de arttı çok doyurucu bir de kafasından süper çorba yaptım …

Ekmekleri de artık teknede yapmaya başladık. Geceleri 4-5 er saatlık vardiyalar ile tekne üstü görev yapıyoruz. Gündüz herkes dağınık. Genelde kızlar ellerinde birer kitap, Serhat bey yazık dümen başında denizi gözlüyor göstergelere bakıyor, otopilot çalışkan arkadaşımız tekneyi kullanıyor..

Ne kadar şanslıyız dedim dün gece tamamen yıldızlardan oluşan bir gökyüzünün altında yemek yerken, hepimiz evet onayladık...

Lisely'a a çok sayıda Türk adeti, geleneği, şakası, yemek tarifi öğretmiş olmayız; konu dönüp dolaşıp Türkiye’ye geliyor bir yerden sonra..

Grand Cayman adalarına uğramak ve mazot almak düşüncemizden vazgeçtik, yaklaşık 75 mil yoldan ayrılmamız anlamına gelecekti. Bir de tekneleri ilaçlıyorlar belki diye Sevim duyunca ki tekne sürekli temizlik bakım halinde; ben 2 günde çıkamam oradan dedi..

Şu an Küba’ya yaklaşıyoruz yaklaşık bir günlük yolumuz var. Küba’ya maalesef giremeyaceğiz teknedeki iki Amerikan vatandaşı için suç unsuru hapis cezasına varan yaptırımları olabilirmiş. Direkt Key West tarafına geçeceğiz. Mazot konusununda sorun yaşayabiliriz mutlaka bir durak gerekecek..

Dün itibari ile hava durumu raporlarını yeniledik ve tam istediğimiz doğulu rüzgarın olduğunu öğrendik Küba’dan sonra işler iyice kolaylaşıyor gözüküyor. Bu haberlere çok sevindik ve Cahit Üren ağabey imin şahane likörlerinden 2.sini açtık kutlama yaptık. Cahit ağabey ellerine sağlık süper süper..

Gözalabildiğine mavilik Caraib denizinde yol alıyoruz, teknemiz full arma apaz seyrinde dalga yok karnımız tok hava çok sıcak ama esiyor.. 

Burada olmak harika…
Görüşmek üzere dostlar ..
devamını oku →

Esenyell ile Panama'dan Florida'ya seyir notları 1.

Turrle Cay Marina-PANAMA



Anlatmaya başlayacağım hikaye bir gün birisinin facebook mesaj kutuma bıraktığı yazı ile başladı. Aslında hemen öncesinde Dilek arayıp, tanıyıp tanımadığımı sormuştu. Sevim-Halil Adalı dedi. İsimler biraz tanıdık ama hikayeyi bilmiyorum dedim. Anlatmaya başladı ki; Halil ağabey ve eşi dünya seyahatine çıktılar, Panama’ya kadar gittiler eve döndükleri bir dönem Halil ağabey kanser oldu ve 3-4 ay içinde vefat ettl. Eşi Sevim bana ulaştı ve tekneyi getirmek istediğini söyledi ancak ona; Mayıs 2014 de kendi teknem ile İstanbul'dan yola çıkacağımı ve tek başıma Atlantik geçişi yapacağım için beklemesini 2015 de beraber döneriz dediğini söyledi. Senin adını ve telefonunu verdim belki yardımcı olabilirsin diye ekledi.

Facebook mesaj kutuma düşen mesaj Sevim Adalı’dan gelmişti ve sonrasında; onun için, onlar için ne yapabilirim düşüncesi, Amerika’da yaşayan sevgili Ali Bengisoy’dan yardım istemem; onun olayı çok sahiplenmesi ve şu an ki ekibin oluşumu ..Hepi topu 3 ayın içinde..

17 nisan da Serhat Lisely Sevim ve ben Panama’da buluştuk. Biz Sevim ile Türkiye’den geldik onlar Seattle'dan Amerika'dan. Panama havalalanında bulduk birbirimizi. Roger aldı bizi koyu renkli bir Panama'lı. Çok akıllı bir adam..Otel işletiyormuş eşi ile..Sevim ona uçak saatini yanlış vermiş, o doğrusu budur diye erken gelmiş.. Alışveriş yapıp 10 torba yiyecek ile 2 saat sonra teknenin olduğu marina ya vardık. Uzun bir yolculuk ve ben jet-lag oldum herhalde bir uyku bir uyku gözümü açamıyorum. 

Teknemiz Esenyell-iki l ile..Türk bayraklı .Liman kaydı sırasında Esenyel adı alındığı için iki l ile yazılmış kızımız. Çok güzel bir kız. Marina da üsütüne beyaz bir tente atmışlar öylece duruyor. Hemen ortalığı açtık yerleştik hafif bir yemek hop uyku.. Sabah iş çok..Teknenin cenova yelkeni üzerinde değildi..Dolaptan çıktı takıldı, motor yağı değiştirildi, bimini Türkiye’den taşımıştık onu ve spreyhood takıldı..iş bitmek bilmiyor olsun başlandı sonu gelir..öğleden sonra denize gittik ..yakında harika bir sahil var..Heryer sahil orman palmiye. Karşımızdaki ormandan maymun sesleri geliyor. Akbabalar var üzerimizde uçuyor. Kuş sesleri hiç görmediğimiz bir sürü ağaç..

2.gün teknenin botunun tamiri ile uğraşıldı, patlak var bulmak zaman alıyor. Neyse bulduk küçük bir nokta tamir etti Serhad bey ..çocuklukda Edirne'de bisikletçide çalışmış bir profesör o şimdi. Odtü’den sonra master deniz bilimleri sonra doktora için Wasington üniv. Ve evlilik çoluk çocuk kalış ..Yelken yapıyor yıllardır yarışıyor ve Lisely, Ali ağabey, Serhad hepsi Seattle yat klüpden arkadaşlar.

Can sallarını ki iki tane var her şey extra yedekli, dışarı aldık ve kontrollerini yaptık. Marinanın müdürü Yogi bey geldi. Alman kendisi, 7 yıl Venezuele’da yaşamış sonra 3 yıl bir adada ve son 5 yıldır burada..Gezgin bir adam köpeği Samanta ve Venezuela'lı eşi ile teknesinde yaşıyor, burada çalışıyor. Biten ocak gaz tüplerimizi de dolduracak yarın vereceğiz. Tüm tekne içi temizlendi dolapları ortaya döktü tek tek toparladı Sevim. Motoru denedik gayet güzel çalışıyor ve şarj ediyor aküleri. Bu akşam yemekde Lisely elma ve peynir yerim dedi bizde hiç elma ile doyulur mu dedik ..ve ona dün yaptığım harika kuru fasulyeden pilavdan ve elma ve peynir ve zeytin ve kuruyemiş  yedirdik. Herkes uykulu..eğlenceli bol gülmeli bir gece. Lisely mortage uzmanı ve 20 yıldır aktif yarışan çok iyi bir yelkenci..Kaptan olmak yolunda..

Beni çok şaşırttı ve ilk gün hop direğe tırmandı tüm kontrolleri yaptı ..Birsürü şeyi fark etti düzeltti şahane bir şans tecrübeli iki kişinin olması bizim için.

Denize gittik tabiî ki gündüz ve yüzdük uzun uzun su çok ılık. Geceleri yağmur yağıyor genelde camları kapatıyoruz. Sabahları hep 6-7 gibi uyanıyoruz. Gün uzuyor buralarda.

Bugün 3.gün artık yavaş yavaş yola çıkma havasına girdik. Yarın 35 mil yakında San Blast adalarına gideceğiz ve Panama çıkış ilşlemlerini yapacağız diye öğrendik. Görülmesi gereken çok güzel bir bölge imiş. Bugünün işi botun çalışmayan 2,5 beygirlik motorunu tamir etmek oldu. Motorsuz olmaz dedik ve Serhat bey tümünü Lisely ile söktüler. Bakımı yapıldı benzin kaçağı bulundu tamir dedildi, ayarları yapıldı çalışır duruma geldi. Sevim şaşırdı hiç kimse yapamamıştı diyor buralarda..

Sabah kahvaltılarımız çok keyifli oluyor her şeyimiz var yok yok artık çay demlemeye de geçtik, bu sabah önce yüzmeye gittik sonra kahvaltı. Sahilde hiç kimse yoktu. Şahane bir manzara palmiyeler beyaz kumsal ve sadece biz..

Şu an birer bira içtik ve dinleniyoruz. Öğle yemeği yok hafif atıştırma..kuruyemiş hindistancevizi peynir. Hindistancevisi buldum yolda getirdim açmaya çalışıyorum gülüyorlar bana.. sonra teknede balta var onunla denedim yok bana mısın demiyor. Marinanın adamı geldi elinde pala gibi bir şey .vuruyor kanırtıyor 3-5 açıldı ama nasıl kalın bir kabuk. Hindistancevizi çıktı içinden hop kırdı onu suyunu aldık bardağa..cevizin içini iki günde zor yedik dört kişi süper tok tutuyor ..

Akşam sahildeki bar cafede yedik, yemekler çok değişik istakoz içi soslu ve kalamar yaptılar. Pilav salata aynı bizdeki gibi..Birazda tekila v.s. 

Sonra rota çalıştık basılı kağıt harita getirmiş kocaman paftalar, üzerinde işaretledi Lisly ve dedi ki bana gülüyorlar böyle çalışıyorum diye..Ben en doğrusu bu, bizde böyle yapıyoruz dedim. O ekibinde taktisyen imiş yarışlarda çok önemli bir pozisyon ve çok dikkatli kendisi..Serhat bey titiz ve nazik her şeyi sırası ile inceliyor onarıyor test ediyor ve yerleştiriyor.

Bugün 21 nisan 2014 pazartesi artık yola çıkmaya hazırız. Teknenin içini neta ediyoruz. Suları doldurduk . Mazot aldık. Herşey yolunda.. Hava sakin seyir için uygun .. Sabah kahvaltısı süper doyurucu bir omlet yaptım ekibe ve tabiî ki sonrası türk kahvesi… Şimdi dingy arkaya takılıyor ve ….yolculuğun devamını seyir notları 2 ile 3 de bulabilirsiniz..
devamını oku →

Kaptanlık ve kaptan Paşalık kurumu tamamen Türklere has bir teşkilât olup,...

BEY..REİS..PAŞA..KAPTAN.. NEREDEN NEREYE...

Güncel bir konu olması nedeni ile ilk paylaşımı tarihimizde gemideki en üst sıfatı taşıyan , geminin sevk ve idaresinden sorumlu kişiye hitap edilen adla başlamak istiyorum..
Türkler denizciliğe beylerbeyliği dönemimde başlamışlardır. İlk denizcimizin bilinen tarihi 1088-1090 dönemlerindedir. Bu tarihte büyük denizcilerin sıfatı BEY olarak geçmektedir. 1465 tarihinden sonra büyük denizcilerimiz REİS, Osmanlılarda divana girmeye başladıkları tarihten sonrada PAŞA olarak anılmışlardır.
Tarihten günümüze kadar bu konuda oldukça kapsamlı arşiv tutulmaya çalışılmıştır. Güzel olan tutulmuş arşivlerin çoğu günümüze kadar gelebilmiş ve bizlere bu konuda kapsamlı bir araştırma kaynağı olmuştur. Ancak yinede bazı konularda ikilemler oluşmasının önüne geçilememiştir.

DENİZCİLİK TERİMLERİNİN DİLİMİZE YERLEŞMESİ VE BU KONUDA YAPILAN ÇALIŞMALAR


Anadolu beylerbeylikleri ve devamında Osmanlı İmparatorluğu bulundukları devirlerin gereği olarak zamanın şartlarının imkân verdiği ölçülerde yazılı kitap, seyahatname veya harita olarak bahriyenin yetiştirdiği kişilerin bilgilerini paylaşmaları denizcileri aydınlatmıştır. Piri Reis, Seydi Ali Reis, Barbaros’un eserleri hep bu doğrultuda hizmet için yazılmıştır. Yeni keşiflerin yapılması, yelken devrine geçiş, gemi tiplerinin değişmesi, kalyon ve kadırga gibi, gemi toplarının kullanılması, gemi muharebeleri ve savaş taktiklerinin değişmesi hususlarında bu yazılı eserler yeniliğe uyum sürecinin kısalmasına yardımcı olmuştur.
Kaptan kelimesinin dilimize nasıl ve ne şekilde yerleştiği konusunda bize rehber olacak geçmişten günümüze gelerek karşımıza çıkan birkaç araştırma görüyoruz. Ancak denizcilik temrinleri konusundaki en önemli ve bize rehber olacak kaynak, Piri Reis’ in “Kitab-ı Bahriyye”si, Seydi Ali Reis’in “el-Muhit fi’l-kevakib der ilm-i derya ve Mir’atul Memalik” isimli eserleridir..
XVII. yüzyıla ait kaynaklar arasında yer alan Katip Çelebi’nin “Tuhfetu-l Kibar fi Esfari’l Bihar” isimli meşhur eseri denizcilikle ilgili birçok bilginin yanı sıra dönemin deniz teknolojisine terminolojik açıklamalar getirmesi bakımından dikkat çekmektedir. “Makale-i Zindancı Mahmud Kapudan beray-ı feth ü zafer-i keştiy-i Maltiz-i la’in düzeh mekin” adlı eser konuya güzel bir örnektir. Bu kitapta Mahmud Kaptan’ın Maltalılarla yaptığı muharebe ele alınmıştır. Kuzey Afrika’da faaliyet gösteren Türk denizcileri ve zamanın gemilerinin teknik özellikleri hakkında bilgi vermektedir. (1)

Gelelim denizcilik terimlerinin sözcük Kökenlerine….

Osmanlıca denizcilik dilini kayıt altına alan ‘dilimizin ilk gerçek deniz sözlüğü’ Süleyman Nutki tarafından derlenen ‘Kamûs-i Bahrî’ (Deniz Sözlüğü/1917) denizcilik dilinin kaynakları konusundaki ilk Latince yayınlanmış sözlüktür.
Daha sonra yapılan en büyük ve en uzun kapsamlı araştırma , Deniz Müzesinin kuruluşunun da yer aldığı deniz subayı Binbaşı Süleyman Nutki tarafından yapılmıştır. Süleyman Nutki’nin derlediği eserde yaklaşık 3500 madde yer almaktadır. Süleyman Nutki kitabında tüm denizcilik terimlerinin , şimdiye kadar kullanılmakta olan uyarlanmış kelimelerin asıl ve türetilenleri de kaybolmuştur,” cümlesiyle sözlüğü hazırlamaktaki amacını açıklamaktadır. Yani bilinenlerin dışında türemiş kelimelerin çoğunun kaynağı bilinmemektedir.

KAPTAN KELİMESİ NEREDEN TÜREDİ O ZAMAN

Bu konudaki en kapsamlı araştırmayı yapan , A. İhsan Gencerve İ. Parmaksızoğlu’nun belirttiğine göre; Kaptanlık ve kaptan Paşalık kurumu tamamen Türklere has bir teşkilât olup, burada Bizans dahil başka bir milletin etkisini ya da bu kurumun herhangi bir şekilde Türkler tarafından kopya edildiğini düşünmek yanlıştır. Bu nedenle Kaptan-ı Deryâlık kurumunu Osmanlı denizciliği teşkilatı içerisinde değerlendirmek gerekmektedir.

Diğer bir görüş ise Osmanlı Devleti’nin özellikle denizcilik teşkilatına ait birçok kurum ve kuruluş bir esinlenmenin veya uyarlamanın ürünüdür. Bu bakımdan diyebiliriz ki, Osmanlı denizcilik teşkilatındaki bazı terim ve temrinlerin batılı devletlerden esinlenmiştir Venedikliler, Cenevizliler ve İspanyollar gibi milletlerin denizcilik konusunda etkilerinin olduğu da düşünülebilinir...

Bir diğer araştırmada ise ; Kaptan-ı Deryâ kelimesinin kökeni, “capitaneus” veya “capitanus” kelimelerin-den gelmekle birlikte, özellikle “paşa”, “deryâ” ve kısmen “bâhir(bahr)” kelimeleri ile eş anlama gelmektedir.

Sonuç olarak kaptan kelimesinin de dahil olduğu birçok denizcilik teriminin bizden mi avrupaya, avrupadan mı bize geçtiği konusunda net bilgi yoktur..Aynı şekilde bazı terimlerin Araplardan mı bize, bizden mi Araplara geçtiği konusunda yine net bir bilgi yoktur..

Kaynaklar (1) Pehlivanlı Hamit, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Sayı 61, Cilt : XXI,
Mart 2005
Deniz Sözlüğü Mustafa Pultar
Dz.K.K.lığı dergisi tarihçesi


Teşekkürler : Paylaşım Sn.Vural PERK
devamını oku →

Yelken Federasyonu'nun yeni başkanı, Mehmet Serhat Belli oldu.

Ankara Aktif Metropolitan Otel'de 11 ocak 2013'de yapılan federasyon olağanüstü genel kurulunda Ahmet Gençtürk, Özlem Akdurak ve Mehmet Serhat Belli, başkanlık için mücadele etti.

Federasyon delegelerinin imza toplayarak yaptırdığı seçimli genel kurulda, 166 delegenin 158'i oy kullandı. Geçerli oyların 68'ini alan Mehmet Serhat Belli, Yelken Federasyonu Başkanlığına seçildi.
Adaylardan Özlem Akdurak 53 oy alırken, eski başkan Ahmet Gençtürk ise 37 oyda kaldı.
Başkanlığa seçilen Mehmet Serhat Belli'nin yönetim kurulu listesinde Ahmet Yentür, Atilla Turunç, Deniz Karamanoğlu, Güven Turan, Mehmet Akif Gültekin, Meriç Özkaya, Nuh Naci Kuriş, Ömer Karacalar, Murat Serdar Kısadere, Mustafa Seyhan Evlioğlu, Şehnaz Doğruyol ve Kadir Turgut Kutlu yer aldı.

Kaynak: eurosport
devamını oku →

Hüseyin Akbulut,Türkiye Bedensel Engelli Açıkdeniz Uzun Yol rekorunu kırdı.


30 Kasım-7Aralık 2013 arasında yapılan ve Marmaris-İsrail-Kıbrıs-Mersin etaplarından oluşan Christmas Ragetta'ya katılan Türkiye Bedensel Engelli Spor Federasyonu Yelken Branşı sporcusu olan Paralimpik yelkenci Hüseyin Akbulut, bu parkuru tamamlayarak Türkiye Bedensel Engelli Açıkdeniz Uzun Yol rekorunu kırdı.


2012 Haziran ayında ülke genelinde başlatılan Bedensel Engelli Bireylerin yelken sporu ile tanışmasını, yetenekli ve nitelikli bedensel engelli bireylerin sporcu kimliği kazandırılmasını amaçlayan Paralimpik Yelken Hedef 2016 proje sporcusu Hüseyin Akbulut; Marmaris-İsrail-Kıbrıs-Mersin etaplarında toplam 800 deniz mili yol yaptı.
Hüseyin kendi hikayesini anlatır iken aynı zamanda, bedensel engelli bireylerin evlerinden çıkarak kendi sınırlarını keşfetmelerini sağlamanın amaç olduğunu belirtiyor ..
"Sağ elimi 8 yaşım da elektrik kazası sonucu dirsek altından itibaren kaybettim. Kamuda çalışıyorum. Hep sporun içinde büyüdüm..Birçok spor dalıyla amatör olarak ilgilendim. Extrem sporlar daha çok ilgimi çekmiştir. Salon sporlarını pek sevdiğim söylenemez doğa ile iç içe olmayı ve yine doğadaki doğal zorlukları aşmaktan daha çok keyif alıyorum. Kaya tırmanışı,  koşmak,  bisiklet sürmek ve en çok keyif aldığım doğa sporu yelken. MIYC düzenlediği Marmaris yarış haftasını bitirdikten sonra hocaların hocası olarak tanınan ve benim de eğitim sponsorum olan Cumhur Gökova; Marmaris-İsrail-Kıbrıs-Mersin etabından oluşan Christmas Regatta 2013’e davet etti. Bedensel engelli yelken antrenörlüğü eğitimini için gereken deniz milleri tamamlamam için büyük bir fırsattı.Aslında bu regattanın bir rekor getireceğinden habersizdim. 

Asıl katılma amacım fırtına deneyimi yaşamak ve açık deniz tecrübesi edinmekti. Marmaris’e döndüğümde bu seyirin bir rekor olduğunu antrenörümden öğrendim. Benim içinde büyük sürpriz oldu.

Bu seyire Gökova III isimli tekneyle katıldık. 40,7 feet uzunluğunda tek direkli bir yelkenli. 
Ekip de Uzaklar II isimli yelkenliyle Horn burnunu geçerek Güney kutbuna Antartika’ya giden 4 yıl dünya denizlerine seyir yapan Sibel Karasu da vardı. Ekip de 7 kişiydik 5 kursiyer Sibel Karasu ve ben. Emekli İzmir’den beyin cerrahı doktor abimiz Melih Özalp. Turizmci ve yelken tutkunu İstanbul dan Tayfun Atakan. İngiltere de öğretim görevlisi ve maceraperest Mehmet Ağca. Rusya dan 2 kursiyerimiz Mikael ve Alex.
Bu seyirden önce Cumhur GÖKOVA nın fırtına eğitimlerine katılmıştım fakat 30 knot üzeri havada denize çıkmamıştım. Regatta öncesi denize adam düştü,gps, harita,faça yelken, ilk yardım, camadan atma, yelken küçültme, yelken tamiri eğitimlerini tamamladım. 

Seyirde her şey yolunda gitti. 2 haftada 5 fırtına geçirdik 45 knotrüzgar 5 mt boyu dalga, yoğun yağmur ve dolu yağışı altında hiçbir hasar ve yaralanma olmadan regattayı bitirdik.

Cansın; 2012 yılında bizlerin hayallerine pencere açmıştı. Ben de bizler gibi bedensel engelli bireylerin yelken sporu ile tanışmalarını , yetenekleri doğrultusunda yarışmalarını arzuluyorum. 2012 yılında başlamış olduğum yelken sporunda Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu lisanslı sporcusu olarak 2016 yılında Brezilya da düzenlenecek olan Paralimpik (Bedensel Engelli) Oyunlarında Yelken Branşında ülkemi başarı ile temsil etmek istiyorum"..

2012 yılında doğuştan beyin felci 17 yaşındaki Cansın Yemlihaoğlu babası Hakan Yemlihaoğlu ile 12 metrelik yelkenli tekneyle 12 Mayıs da  İstanbul’dan başladığı yolculukta 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında Samsun'a vararak; 377.35 deniz mili ile Türkiye’ de Bedensel Engelli Bireylerin yelken sporunu yapabileceğini kanıtlamıştı. 

Paralimpik Yelken Hedef 2016 Projesinin amacı; ülke genelinde bedensel engelli bireylerin yelken sporu ile tanışmasını, alınan eğitimler doğrultusunda ülke tarihinde ilki başararak Paralimpik Oyunlarında Yelken branşında temsil edecek Milli Takım’ a sporcu yetiştirmek.
Bu proje çok sayıda engelli gence hayallerini gerçekleştirmeleri için imkan sağlıyor.
 Projeden; %40 ve üzerindeki bedensel engele sahip her yaştan bireyler ücretsiz olarak yararlanabiliyor.
 www.paralimpikyelken.com 
www.gokovasailing.com
Haber Kaynak Teşekkürler.. http://www.son48saat.com
devamını oku →

İYİ BİR YAŞAMIN SIRRI / Haldun SEVEL

Çünkü doğa bize, daha az ile yetinme ahlakı ve mutlu olma hakkı sunar… 

Gökova koylarının bağrında, emektar teknem Maviş’in sıcaklığında, şu kış günlerinin ıssızlığında, orada yaşadığım her gün, her gün batışı, her gün doğumu ve her gece, her mehtap, sonsuz samanyolu, yazılası bir öykü kadar güzeldir bütün bunların hepsi…

Karnım acıkır bazen gözlerim dalar, şöyle bol domatesli, patatesli bir İzmir köfte hayal ederim ve yanında daha soğumamış tap taze bir köy ekmeği, limonlu zeytinyağlı bir çoban salata… İçimin aç gözlülüğü dürtükler beni, “hadi bas marşa, yürü git bağlan marinete, fırla git Marmaris’e, ister İzmir köfteni ye, ister güzel bir İskender, yeşil salata… Cevap vermem o sese, sadece denize bakarım, attığım bayat ekmek kırıntılarını yiyen Melenur’larımı seyrederim… Sahilinde denize değen çalılar arasında onları avlayan Balıkçıl’a ve Balıkçıl’ın üstünde daireler çizen yalnız ve cesur Miho kuşuna bakarım, Buhur ağaçlarının kokusunu taşıyan rüzgâra uzanırım nefesimle… Denizin bin bir desenli renklerine imrenirim, içim gider, denizle sevişesim gelir, içimdeki ses utanır susar…

Yaşama dair beklentilerimizde, kendimizi tevazu ve alçak gönüllülüğün yerine, arzuların ve hırsların yükselişine bıraktığımızda, sürekli bir hayal kırıklığı içinde yaşamaya başlarız… Ve dolayısı ile hırslarımız ne kadar büyük ve ölçüsüz olursa tahammülsüzlük sıkıntısı da o denli büyümeye devam eder

Spinoza: “gerçek lüks, kendi hayatını keşfetmek, kendi kaderini yönetmektir… 
Gerçek lüks, doğa ile iletişim, sessizlik ve savrulmaları olmayan ağır ritimli bir yaşam ve doğanın içinde ve zamanın dışında yaşamak zevki ve istemli aylaklıktır… İşte bunlar satın alınamayacak bir dolu nadir ayrıcalıktır…

Spinoza abi denizci miydi bilmem ama çok doğru sözler söylemiş… Çünkü lüks denince, bunun aracı olarak da akla önce de sonra da para geliyor… Bence asıl mesele şu ki… Çok para sahibi olmak için kısıtlı yaşam süremizden hangi bedeli ödemeye hazırız? Eskilerin dediği gibi sahip olduklarımızın bize sahip olmasını istemiyorsak, harcamalarımızı, tutkularımızı tatmin etme olanağı verse de, harcamalarımıza hiç durmadan kaynak yaratmak, olmuyorsa borçlanmak yerine, her fırsatta doğaya koşarak, gerçek manevi tatmini hayatımızdaki aç ve üzgün ruhumuzdaki yerine koymayı tercih etmeliyiz…

İşte ben ve dostlarım bu yüzden sadece denizlerde yaşıyoruz.
Doğa bize daha az ile yetinme ahlakını sunuyor…


Lüks daireler, Lüks yatlar, çok pahalı otomobiller, vs. vs. Diğerlerinin gözlerini kamaştırmak, ya da en azından onlarla eşit düzeyde olmak için kendi seviyemizde olan insanlarla sürekli rekabet ederiz… Kazanç ve lüks konusunda daha başarılı olanlar karşısında kıskançlıktan kıvranır… Bunun yanı sıra bizim hayat seviyemizi yakalamayı başaramamış olanları da hor görürüz…

Öte yandan doğa bize daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakını öğretir…

Düşünür Albert Birot bu konuda tam yerine oturan bir söz söylemiş “ …hepimiz kendi gücümüzle kendi alışkanlıklarımızın katili haline gelirsek, işte o zaman gündelik hayatımız dahi bize mucizeler yaratmaya başlaya bilir!”

Peki, nedir bu alışkanlıklar? Yani çocukluğumuzdan itibaren bize çakılan alışkanlıklar… Dünyanın baronlarından Ernst von Salomon aynen şöyle demiş “ Biz halkın mutlu olması için mücadele etmiyoruz. Ona bir kaderi benimsetmek için mücadele ediyoruz”

Bin yıllar öncesine gidelim, Platon ‘Devlet’ adlı eserinde, halkı, gönlünü hoş tutmak için, tüylerinin çıktığı yöne doğru okşanması gereken koca bir hayvana benzetir… Yani insanlık tarihi boyunca değişen hiçbir şey yok, ‘otur’ komutuna itaat eden o büyük çoğunluk için.

Bu gün biliyoruz ki haz ve mutluluklarımız bize sunulan şeylerde değil, DNA sarmallarımızda kayıtlıdır… Mutlu ve haz dolu bir hayatın nasıl olması gerektiğine karar vermek bizim önümüze sunulanların ve sunanların işi değildir… Yaşam ustalarından Drieu La Rochelle bir gün bir toplantıda şöyle haykırmış “ Yalnızca aşırı uçlarda yaşamak istiyorum, ortalama olan her şey bana çığlık atma hissi veriyor, tek bir modelin çemberinden kaçmayı öğrenmeliyiz ”

İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizler ülkesinde yaşıyoruz, orada Ernst von Salomon gibilerin sesi işitilmez…
Doğa ve deniz, daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak mutlu olabilme hakkını sunar…


“Neden bebek sayılacak bir yaşta okula gitmek zorundayız? Öncelikle sessiz durmayı, dakik olmayı ve toplu itaati öğrenmek için” der Kant. Çocukluktan itibaren ruhumuza kazınan bu düzen alışkanlığı, bizi bir daha asla terk etmeyecektir… Yaramaz ve hayalci iken, uslu, itaatkâr ve düzenli hale geliriz”

Ve böylece ne olur? Evet, geleceği hayal etmek çekicidir, ama sonuçta onu gerçekleştiremeyen ve sadece hayali ile yetinen ve böylece ömürlerini tüketen itaatkârlar haline yaşarız.

Gündelik hayatı tekrar tekrar yaşamaktan kurtulmak… Kim bir an olsun böyle bir hayalle mutlu olmamıştır ki?

Andre Breton: “Şimdilik yaşamın ürkütücü ve bezdirici mutsuzluğuna ve bayağılığına karşı, terör ve savaş dışında bir çare bulunamamıştır” der… Demek ki Andre abimizin hiçbir zaman o mavi bir dünyadan haberi olmadı.

Çünkü deniz daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak da mutlu olabilme hakkı sunar…
Mutluluk üzerine yazılan kitapların o kadar yavan olmasına neden olan şey, genellikle hep aynı mesajı vermeleridir… Efendim yaşadıklarınızdan memnun olun… Yok efendim sahip olduğunuz hayatı isteyin, onun kıymetini bilin… Bu kadar yavan bir bilgelik, insanı dünyadaki en güzel şeylerden mahrum yaşamaktan başka hiçbir işe yaramaz…

Her gün televizyon haberlerinde dünyadaki ve ülkemizdeki felaketleri seyretmek nedir? Etkisi nedir? Aslında başkalarının yaşadığı felaketlerden zevk almayız tabi ki, ama hangi felaketlerden kurtulduğumuzu da görerek, farkına varsak da varmasak da, kendimiz şanslı hissederiz.

İnsanın başına gelebilecek en kötü olay, en kötü şey, bile bile kendi mutluluğunu ıskalayıp geçip gitmektir… ‘Haz dolu yaşam’ denen mucizenin yaşamamız gereken bir hayat tarzında olduğuna karar verememek… Ya da cesaret edemeyerek, bir gün her şeyi beklediğiniz biçimde değiştirecek bir sürpriz, ya da mucizevi bir gelişmenin olmasını, boşu boşuna beklemektir.

Yani basit bir müsvedde gibi olan yaşamınızın tatsız ve monoton dengesinin çok geçmeden değişip, istediğiniz biçimde gelişeceğine boşu boşuna inanıp beklemek… Bu ancak şu demektir, yaşamın bize sunmaya hazır olduğu gerçek mutluluk ve hazlara karşı, dünyanın ve yaradılışın bize sunduğu zevklerinden el ayak çekerek, yaşanabilir o güzel hayatı ölüme kadar erteleme olgusudur...

Tanrıya inanıyor musunuz? Ya da Halikarnas Balıkçısı gibi yaradılışa inanıyor musunuz? O zaman size sormak isterim… Denizlerdeki, birbirinden müstesna koylardaki o cennet güzellikler niçin var? Niçin var edilmiş ya da yaratılmış? Söyler misiniz?

Denizler sadece yaradılışın bize ihsan ettiği güzellikleri sunmaz… Daha az ile yetinme ahlakı vererek insan olduğumuzu öğretir.

İşte ben ve dostlarım bunun için denizlerde yaşıyoruz… Hiçbir mabette Tanrının yarattığı güzelliklere ve dolayısı ile Tanrının kendisine bu kadar yakın olamazsınız.


Daha güzel, daha yaman bir başka tarz hayat her zaman mümkündür… Monoton bir iş ya da aile ortamında sıkıntı içindeki hangi çocuk, hangi genç, hangi ergen bir haz titremesi, bir iç çekişle bu çağrıyı hissetmemiştir ki? Hiç kimse içinde doğup büyüdüğü o bastırılmış koşullara, sosyal ortama, ailesinin hatta eşinin durağan dünyasına mahkûm değildir.

Bir çitin ardında gördüğü, muhteşem ölçüde baştan çıkarıcı güzellikte bir köylü kadınının çıldırtan cilveleri karşısında coşan ‘Pecuchet’ “insanı haz ve gerçek mutluluklarla alt üst edici dünyanın varlığı yaşandığında, yaşam adeta yaradılışın vahiyleriyle devam eder” diyor.

Bir başka yaşam analisti Lewis Carroll’un dediği gibi, “gizeme ve keşfedilmemişe, her zaman bir açık kapı bırakmak gerekir. Bu durum oluştuğunda, yaşanacak her şey, her aşk ve her haz, her heyecan, bizi rutin monotonluğun yarattığı küçülmüşlüğün sıkıcı gücünden kurtaracak, büyülü güzellikteki kıyılara, koylara taşıyacaktır.” Demek ki Lewis abimiz de denizin ve koyları muhteşem güzelliğinin farkına varmış.

Ben ve dostlarım işte bunun için artık tamamen denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz… Ama arsızca değil… 
Çünkü deniz insana daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakı sunar.
Hiçliğin sonuna kadar giden insanlar olmayalım… İşte sanırım çağımızın cehennemi de budur, yavanlık yani, yavan bir hayat… İş hayatı denen o sürekli çalışma ile geçen gündelik hayatta katlanılan yüzlerce üzüntü ve gerilim ve aceleciliğin getirdiği körlük, sadece vücut yorgunluğuna değil, bizi yıpratan ağır bir sinir yorgunluğunun da içine atar… İşin kötüsü bu durumdan yalnızca dinlenerek kurtulacağımız yanılgısına düştüğümüzdür… Bu yorgunluk, aslında sadece tek düze yaşamanın getirdiği ağır bir yorgunluktur ve sadece dinlenerek geçmez, kesinlikle geçmez.

Sadece dinlenirsek, sadece alışkanlıklarımıza tutunursak, evet bu bize bir nevi emniyette olduğumuz hissi verir, hatta var oluşumuza sahte bir ritim de verir, ama ruh sağlığımızı vermez, cesaret vermez, durağanlık durağanlığı doğurur… Ve maalesef toplum dünyasının tamamında yavanlıktan kurtulmamızı sağlayabilecek şeyler, tamamen ortadan kaldırılmıştır, yani uyuşturucu televizyondan ve boyalı, ticari, siyasi basından kurtulmamız… Kalıpların dışına çıkmamanız göze gözükmeyen yasaklarla korunur.

Gerçek haz ve mutluluk kesinlikle şehir yaşamı değildir, haz ve mutluluk doğa kanunları ile insanın uyuşmasıdır, doğaya ait olduğumuz bilincini sakın terk etmeyin…

Yaşam analistlerinin mutluluk için söyledikleri an iyi tespit bence şudur… “…mutluluk olarak adlandırdığımız şey, yüksek ihtiyaç gerilimi haline gelmiş fiziki ve duygusal ihtiyaçlarımızın, ani bir tatmini ile ulaştığımız hazdır…

Evet, bence de aynen böyle… Yani mutluluk, mutsuzluğun yokluğu değildir, mutsuzluk ve üzüntü o zaman zaman hep yanımızda olabilir… Net mutluluk bizim zekâmıza, cesaretimize bağlı olan bir kabiliyetimizdir…

Ama bütün bunlara rağmen, acı bir son bekler bizi… Bu hazlar tüm ömrümüzce bizle beraber değildir, yaşımız, yaşlanmamız kendini belli etmeye başladığında, bedenimiz de bize yavaş yavaş ihanet etmeye başlar… Rahatsızlıklar her yanımızı kaplamaya ve zevklerimiz gösterdiğimiz tüm titizliğe ya da kararlılığa hiç gözümüzün yaşına bakmadan, belli bir hızla bizden uzaklaşmaya başlarlar…

İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz…

Biraz acele edin.

Haldun Sevel.
devamını oku →

Dünya Varmış / Ekrem İNÖZÜ

Karanın sonu, denizin başı... 

Kendi ağzından " İş hayatımın son yıllarıydı. O gece, artık unuttuğum yıldızları ve gökyüzünü yeniden keşfettim. 'Ne yapıyorum ben, istediğim ne?', diye kendime sormaya başladım. Ama büyük hızla yoluna devam eden hayat ve iş treninden inmek ya da tren değiştirmek mümkün değildi. Ülkenin o zamanki şartları dahilinde, durmak bir seçenek değildi; tüm zorluklara ve engellere rağmen insan her zaman devam etmeliydi. İşte böyle bir ortamda, kurduğumuz fabrikayı satma firsatı geçti elimize. Çok kısa bir sürede fabrikayı satıp hayallerime kavuştum.

İş yaşantımı sonlandırınca, karadan denizi değil denizden karayı seyretmeye karar verdim. Şirketimin satışından elime geçen paranın bir kısmı ile içinde rahatlıkla yaşayabileceğim, dünyanın her yerine yelken açabileceğim teknemi aldım. "


Dünya seyahatine kızının adını (Anouk) verdiği 17 metre boyundaki; 57 RS model Nautor's Swan yelkenlisi ile çıkan İnözü, yolculuğa Bodrum’dan başladı. Nisan 2004’te başlayan dünya turu 2007'de sonlandı. 

Seyahatini; "Dünya Varmış" adlı kitabında anlattı. 


"Kitabımda dünya turum süresince gördüğüm güzel yerleri, iyi insanları ve hoş deneyimleri olduğu kadar; kötü tecrübeleri, yanlış davranışları ve yer yer sefalet içindeki insanların durumlarını da sizlere aktarmaya çalıştım. Buradaki amacım, sizi özendirip aynı işi yapmanıza ön ayak olmak ve sizlerle ortak bir hayali paylaşmakla beraber, madalyonun diğer yüzünü de gözlerinizin önüne getirmekti. Hayaller olmadan yola çıkılamaz ancak şunu da belirteyim, denizci olmak için hayal kurmak yetmez. Tekne yaşamını ve zorluklarını kabul etmeniz lazım çünkü denizdeyken her an kendi kendinizi sınıyorsunuz. Gecelerin, gökyüzünün, gün batışının veya doğuşunun sihrinde kayboluyorsunuz. Sonra bir de bakıyorsunuz seyahat sona ermiş ve geride unutulmaz anılar size el sallıyor. Öyle güzel anılar ki kitabımı yazarken kullandığım her kelimede ve seçtiğim her resimde aldığım keyif, bana seyahatimi bir kere daha yaşattı. 

Sizlerle bir konuyu daha paylaşmak istiyorum: biz denizciler de balıkçılar gibiyizdir, olayları biraz şişiririz. Yakaladığımız balık 5 kilodan 10 kiloya çıkıverir, okyanus veya uzunca bir seyahatin sonunda karşılaştığımız fırtınaysa 35 knot rüzgârdan 55 knota yükseliverir. Bazen de 6 knot olan hızımıza 9,5 knot deyip kendimizi mutlu ederiz. Dalga yüksekliğiyse bambaşka bir konu: iki katlı ev boyu dalgalar vs. okuyanın veya dinleyenin dikkatini cezbetmek içindir.

Şimdi siz de bana "Ya, sen hiç mi palavra atmadın?"diye soruyorsunuzdur. Tabii ki her denizci gibi ben de attım ama neyin ne kadar doğru olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum, denizci arkadaşlarım.

Biz deniz hakkında bu kadar konuşuruz da deniz hiç mi konuşmaz, hiç mi dinlemez? 
Şarkı söylemez mi, gülüp eğlenmez mi, yeri geldiğinde de kızmaz mı? Hayatım boyunca denizle iç içe bir yaşam sürmüş oluşum, denizi dinlemeyi ve onunla konuşmayı öğrenmemi sağladı. Sanırım denizlerin benimle konuşmasının nedeninde ona duyduğum sevginin olduğu kadar, korkuyla karışık saygıdan da etkisi vardır. Siz, size saygı göstermeyen birisiyle iletişim kurabilir misiniz?

İşte bakınız, küçük bir parçasını okuyunuz… Yıllardır ruhumda taşıdığım, iç içe yaşadığım ve beni kıtadan kıtaya taşıyıp güzelliklere götüren tüm dünya denizleri bana neler anlatmışlar…

"Bizim denizimiz Akdeniz, Süveyş Kanalı'nın sonunda bizi bekliyordu. Akdeniz'e sinirli bir gününde vardık, karşı gelmedik , bizi istediği yere götürmesine izin verdik ve kendimizi Göcek yerine İsrail'de bulduk. Bu yolculukta az da olsa tecrübe kazandığımı o zaman anladım ve dümeni hemen denizin 'git' dediği yöne kırdım. Sonra biraz sakinleşti, rüzgârın yönünü değiştirdi ve evimize selametle gelip, Göcek Marina'da arkadaşlarımın ikram ettiği şampanyayı yudumladım. Bu arada, çaktırmadan bir bardak da Akdeniz'e ikram ettim.

Her yanı modern haberleşme cihazları ile donatılmış olan teknemde, en önemli mesajların denizin kendisinden geldiğini anladım. Bu modern cihazlar olmadan aynı gezileri yapanların denizle iletişimleri çok daha ilginç olmalı diye düşünüyorum.

Siz de denize kulak verin, mutlaka yolunuzu gösterecektir."


Sudan çıkmış balıklar...

Dünya turunu tamamladıktan sonra, üniversite diplomamı aldığım veya askerliğimi bitirdiğim günkü duygularıma benzeyen hisler yaşadım. Eee, gezdik geldik işte ne oldu? Keyifli bir yolculuk yapıp güzel şeyler gördük, tamam. Ya sonrası? Kocaman bir boşluk hissi...

Şimdi ne yapacağım, acaba normal hayata dönebilecek miyim? Üç yılı aşkın bir zamandır görmediğim arkadaşlarımla karşılaşmamız ne tür hisler uyandıracak? Evet, birbirimizi özledik ama şimdi dünya turumu anlatarak onların tek düze hayatlarını nasıl etkilerim? gibi onlarca düşünce beynimi kemiriyordu.

Döndükten sonra karşılaştığım insanlara, sadece soru sorulursa kısaca cevap veriyordum. Daha fazlasının ukalalık olacağını hemen hissettim. Doğrusu kimse de öyle çok soru sormadı… Ben de şimdilik normal hayata dönme işini erteledim, harıl harıl teknemi ikinci bir yolculuğa hazırlıyorum.


Bu kitabı yazdıktan sonra düşündüm de ben, normal bir insanın:

200 senede seveceği kadar sevdim,

200 senede gezebileceği kadar gezdim,

200 senede kazanabileceği kadar kazandım,

200 senede ödeyeceği kadar vergi ödedim,

200 senede edineceğinden fazla arkadaş edindim,

200 senede çalışabileceğinden fazla çalıştım.
Allah'ım, sana şükürler olsun...
Yelkenlerinizi dost rüzgârlarların doldurması dileğiyle..."


Yazı ve fotoğraflar ve seyahate ilişkin tüm detaylar için : http://www.ekreminozu.com


  • 57 RS model olan Anouk, 1998 yılında Finlandiya'da Nautor's Swan yapımı olup, sadece 7 adet üretilmiştir. 

Toplam Uzunluk : 17,88 m 
Omurga Uzunluğu : 17,88 m 

Su Hattı Uzunluğu : 13,57 m 

Genişlik : 4,85 m 

Su Çekimi : 2,7 m 

Net Ton : 24500 kg 

Gros Ton : 27.300 kg 
Safra Ağırlığı : 9230 kg 
Yakıt Kapasitesi : 1050 litre 
Su Kapasitesi : 1030 litre 
Motor : Perkins Sabre M 135 92 kW (125 SHP) 
Jeneratör Seti : Westerbeke 6K VA

    Ekrem İnözü, bir kaç yıl sonra tekrar yola çıkıyor ve  Akdeniz, Atlantik, Madeira, Yeşil Adalar, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Şili tecrübesini yazdığı "Dünya Varmış 2" kitabında anlatıyor..

    Kendi cümleleri ile  diyor ki; " Anouk ile dünyanın ucuna yolculuk. Akdeniz, Atlantik, Madeira, Yeşil Adalar, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Şili. Dünya denizlerinde geçen 20 yıl ve 100.000 milin öğrettikleri. 

    Teknem ile uzaklara gidip ordaki hayatları yaşamak istememin nedeni; bir şeylerden kaçmak, bir şeyleri ispatlamak ya da topluma arkamı dönüp "medeniyetten" uzak bir yaşam sürmek değil. Kendi iç dünyamı keşfetmek, sınırlarımı zorlamak, yapılmayanı yapmak gibi amaçlarım yok. Bu geziyi ve diğerlerini dünyayı görüp kendimi eğitmek için yapıyorum. Örnek olmak, kahraman ilan edilmek hiç derdim değil. 
    "EN"siz ve "İLK"siz, keyfe keder bir gezi... Dersem de inanmayın zira Ushuaia'da "EN" lezzetli muhlama bizim teknede pişti. Horn Burnu civarında Kısmet'in zulasından çıkmış "EN" lezzetli rakıyı 10 bin yıllık buzuldan kopmuş buzla biz içtik. Kuzey yarıkürede yakaladığımız balığı güney yarıkürede tekneye alan "İLK" tekne yine biziz. Pia Buzulu önünde "İLK" pastırmalı yumurtayı da biz mi yedik? Onu bilemiyorum... 

    Geziyor, değişik ülkeler, insanlar görüp o uzak ülkelerin hayatlarını yaşıyorum. Gezdiğim ülkenin insanlarına ait yaşam tarzlarıyla, ülkelerin ekonomileriyle ilgili karşılaştırmalar yapıp iyisini, kötüsünü anlamaya çalışıyorum. Farklı toplumları gözlemlemek çok öğretici bir şey. Memleketimin gözlediğim ülkelerden daha iyi olması en büyük arzum. "

devamını oku →

Haldun SEVEL / Annem bir deniz kızıymış,babam ise bir yunus…

Koştum,koştum denize doğru…Kıyıya vardığım,denizime kavuştuğum o an var ya,ah anlatamam…Diz üstü çöktüm,kumsaldaki minik dalgalarla öpüştüm.Denizle sevişesim geldi,gözlerimden deniz damlaları aktı.Avuçlarıma aldığım denizi öpüp kokladım.O bir avuç deniz mavi yeşil turkuvaz çağıldadı,bana bir şeyler anlattı.
Unutmamam için denizin sesi bana anlatır,hep anlatır…
Annem bir deniz kızıymış,babam ise bir yunus…
Öyle söylüyor,böyle anlatıyor bana deniz…
Ben bir zamanlar bir yunus balığı iken,çok sevdiğim bir kız arkadaşım varmış,adı Delfin’miş.
Onunla yüzer,onunla dalar,yelkenli teknelerin peşine takılırmışız,sonra hızlanıp hızlanıp tıpkı su kuşları gibi gökyüzüne fırlar,havalara yükselir yükselir,sonra ‘güüm fooşşt’ diye denize düşermişiz.
Evet,evet hayal meyal hatırlıyorum,Delfinciğim ile öyle mutluyduk ki,ıslak bedenlerimizi denizin maviliğinde birbirine sarar sevişir gibi oyunlar oynardık.
Sonra bir gün,karanlık mehtapsız bir gecede ne olmuş biliyor musunuz? Ne olduğumu önce hiç anlayamadım.Bir Koca Reis’in ağına takıldım.Delfinciğim acılar içinde denizde kaldı,miller miller boyunca o balıkçı teknesinin peşinden geldi.Onu bir daha hiç görmedim.
Fakat Koca Reis çok iyi bir insandı.Beni evlat edindi,bana insan gibi konuşmayı öğretti,yeni elbiseler giydirdi,okula gönderdi,yıllar yılı…
Ama ben Delfinciğimi de o masmavi Arşipel’i de (Ege’nin antik çağlardaki ismi) hiç unutmadım,unutamadım.Bir insan gibi yaşamak bana çok çok zor geldi,insan olmayı hiçbir zaman sevemedim.Evlerde,sokaklarda yaşamaktan hep nefret ettim.Hep hep denizlerime o masmavi Arşipelime dönmek istedim.
Sırf bu yüzden yıllaryılı yslnız başıma deniz kenarına gitmem yasaklandı.Hele geceleri,öyle kederlenir ve ağlardım ki…
Ah bilemezsiniz,ışıl ışıl deniz geceleri bu dünyadan öyle uzaktır ki…
Bende hayallerimde yaşardım denizi…Kayığımla,evet hayallerimdeki kayığımla,süt beyaz camdan yapılmış koca bir ampul gibi parlayan dolunayın aydınlığında,yakamozların pırıltıları içinde giderdim.Denizleri ‘şırrtşıırf’ diye yırta yırta gitse kayığımın balta boş bodoslaması…
Ahh,öyle uzaklara,öyle açıklara,öyle derinlere,binlerce binlerce kulaç derinlere gitsem…
Ve orada demirlemek için denize çapamı atsam.Çapanın dibe kadar inmesi bir hafta sürse.
Birgün ve bir gün,birden koca bir delikanlı oldum.Artık “Hayır,yalnız başına denize gidemezsin” sözleri beni durduramaz oldu.Vatan hasreti öyle yakıyordu ki yüreğimi…Koştum,koştum denize doğru…
Kıyıya vardığım,denizime kavuştuğum o an var ya ah anlatamam…Diz üstü çöktüm,kumsaldaki minik dalgalarla öpüştüm.Denizle sevişesim geldi,gözlerimden deniz damlaları aktı.Avuçlarıma aldığım bir avuç denizi öpüp kokladım.O bir avuç deniz mavi yeşil turkuvaz çağıldadı,bana bir şeyler anlattı.Bana alın yazımı hatırlattı.O dayanılmaz çağrısını iliklerime kadar hissettim.Gelgelelim deniz bana yasaktı,denizde yaşamak yasaktı…Bana hep “Adam ol,çalış,çok kazan her şeye,her şeye sahip ol” diyorlardı.Çok çalışıp çok kazanırsan sevileceksin,sevgi görmek için kazanmak zorundasın!..
İyi ama benim elim kolum bağlı o zaman…Hayır,bir yerden bir yere gönderilen bir kargo paketi gibi,doğumdan ölüme gönderilmek istemiyorum,hayır…
Bütün cennetlerin rüzgarlarıyla sevişip beni koynuna çağıran denizim,benim olmalı…Bu deli denizin gümüşi ışıltılanıyla öpüşerek gelen meltem,benim olmalı…Başımı uzatıp ciğerlerime çektiğim rüzgarlarla orsa eden yelkenlerim olmalı…
Tanrım duy beni…Ölen bir dip balığı gibi renkten renge geçen o ilahi güneş batımları,benim olmalı…
Kuşu uçmaya çağıran gök,rüzgarı esmeye çağıran deniz,benim olmalı.Ben vatanımı istiyorum…Esen rüzgar kulaklarıma doğuyor.Siz rüzgarca bilir misiniz? Ben bilirim.Zor değildir öğrenmesi;bir avuç deniz suyuna hasret kaldıysanız,öğrenirsiniz,tuz kokulu ılık meltemlerin hasret türkülerini duyarsınız.”Bu ömür senin ömrün” diye esiyor rüzgarlar,”Onu karartma gel,ufuklara doğru yuvarlanan köpüklü dalgalarla oynayalım” Oysa ben,sokaklarda,evde,işte her yerde,gurbetteki bir yabancıymışım gibi,gerçek yurdum,benim vatanım olan denizlerin hasreti ile yanıyordum.
Ne ev,ne bark,ne soy,ne sop,ne iş güç…Ben hep vatanımı istedim.Milyarlarca dönüm açık engin masmavi denizlerimi istedim.
“Rahatın yerinde,ne eksiğin var? Daha ne istiyorsun?” sözleri beni deli ediyor.Ben bilinmeyen bir ülkenin yolcusuyum,o masmavi ülkenin hasreti ile yanıyorum.
Böylesi yandığım zamanlar,bakışlarım hep ufuklara kadar uzanır uzanır ve erirdi,buğulanırdı gözlerim,gözyaşlarından ufukları seçemezdim.
Öyle zamanlarda,deniz kenarındaki minik dalgalar hep ayaklarımı öperdi.Ve o iyot kokan nefesi ve sesi ile bana aşık olmuş şahane bir kadın gibi “Gel,gel” diye bana şarkılar söylerdi deniz…
-Gel,gel,gel koynuma gi,seni içime alayım,ben senin mavi gözlü,yosun saçlı,dalgalardan dudaklı sevgilin değil miyim? Gel,sana koynumda can vereceğim,sana evlatlar vereceğim,sana huzurlu bir ruh vereceğim,Tanrı’nı geri vereceğim gel…Niçin orada bir taş bir moloz yığını gibi duruyorsun? Gel…
-Görmüyor musun her gün aynı kavga,her yerde yaşanan insan kadavraları…Birbirlerine balıkçı dükkanlarında satılan o ölü balıkların donmuş ve cansız bilye gözleriyle bakıyorlar.
Hava kirliliği ile dolu gök kubbenin ağır kabusu gönülleri ezip,acımasızca yam yassı ediyor.Her tarafta yağlı çamurlar indiren pis yağmurlar…
Saygısız müdür,huysuz geçimsiz kadın,saygısız evlat,küstah insanlar,ödenecek borçlar…
Ve masumluğa karşı bağışlamaz,kapkara bir hınç masumlara aptal diyorlar.Metroya binenler,taksiye binenleri çekemiyor…
Taksiye binenler,özel otomobillerine binenleri çekemiyor.Özel otolarına binenler,o pek pahalı dört çarpı dörtlere binenleri çekemiyor!..Evet,evet,tabii ki böyle,taa çocukluğumuzda bile,evin bir köşesinde hayallerimizle oynarken bile ‘vır vır’ edip delerlerdi hülyalarımızı.
Özümün,yüreğimizin ne istediğini bulabilmemiz için vakit ve fırsat vermezler,bizi sürekli iter,kakar,dürter ve buruştururlardı.Her türlü iki yüzlülüğe,yalana dolana,başkalarına saygısızlığa ve insanları çiğnemeye alıştırırlardı.
Oysa bilemezler ki,bu kafayla yaşlanıp,hiç tanıma fırsatı bulamadığımız,yaradılışın gerçek dünyasını az buçuk tanıdığımızda,yaşlı gözlerimizin maviyi araması artık sadece,bir koskoca hüzündür.Halbuki yaradılıştaki tanrısallığın gönüller dolusu güzellikleri vardır maviliklerde.Ömrümüz boyu yaşamaya mahkum edildiğimiz o dört duvarın dışında,burada hayatımız boyunca gördüğümüz korkulu düşlerin dışında…Ne tapınaklarda,ne mabetlerde,ne yatırlarda,ne türbelerdedir o gönüller dolusu güzellikler.Bilmezler ki bütün yeryüzü,denizler,ormanlar,dağlar Yaradan’ı sevenlere ibadethane kılınmıştır.Siz evet siz bayım,evet siz bayan…Siz kimsiniz? Sokrates’in soyundan mısınız? Yoksa Sokrates’e zehir içirenlerin soyundan mı? İsa’nın yüreğini mi taşıyorsunuz? Yoksa onu çarmıha geren Farisilerin yüreğini mi? Hazreti Ali’nin insanlığını mı taşıyorsunuz? Yoksa onu ibadet ederken sırtından hançerleyenlerin mi?Ehli Beyt’in annesi Fatıma’nın mı soyundansınız? Yoksa onun karnındaki Muhsin’i tekmeleyenlerin soyundan mı?
-Yahu bu gibi şeylerle aklını niye karıştırıyorsun? Baban Koca Reis’in malı mülkü yerinde,otur oturduğun yerde.
-Hayır,kaçacağım,gideceğim,ben kör değilim.Gök ve denizin o masmavi enginliğini,sonsuzluğu ile yüreğe gönüle akan güzellik insanda çirkinlik,hainlik bırakmıyor.Ben sizler gibi olmak istemiyorum.Denizin ve rüzgarın o özgür mavilikleri yel yel,dalga dalga sevince,okşayınca beni,içimde türküler doğuyor,cennetteki melekleri hissediyorum.Bu öyle bir hissediş ki anlatması zor.Tıpkı şey gibi…Tıpkı yeni evlenen bir insanın aşık olduğu eşi ile ilk gece,yalnız baş başa kalıp birbirlerini kollarına alıp sımsıkı sarılması gibi.İşte masmavi enginler böyledir,kuşu uçmaya çağıran gök,rüzgarı esmeye çağıran deniz böyledir.
Babam Koca Reis “Çalış” diyordu. “Çalış adam ol,çok paralar kazan,insanlığın lüzumu yok,uysal bir hayvan gibi ol…Zaten hayvandın,seni ben adam ettim.”
Tabutumdan sadece 5-10 metre daha büyük olan işyerimde birkaç bin lira daha fazla kazanırsam mı adam olacaktım? Hayır,ben sadece mutlu olmak istiyorum.Beni çağıran uzakların,o gurur nuru gibi rengarenk evrenimi hiçbir zaman yaratamayacak mıydım?
Gönlüm ve aklım böyleyken,engin gecelerin milyarlarca yıldızı bana gözlerini kırparak adalar denizinin yolunu gösterirken…Ne olursa olsun,beni tutamazlar artık,hayat dümenimi alın yazıma,pruvayı enginlere,gönlümü de denizlerin mavisine fırlatacağım.Zaten yıllardır gizli gizli beni vatanıma götürecek kayığımı yapıyorum.Önce rüyalarımda sonra hayallerimde inşa ettiğim kayığımı,artık ona dokunabiliyorum.
Hayaller zamanla gerçek olabiliyor,hayaller can bulabiliyor.O son günler yaklaştığında gerçekleşmek üzere olan hayallerim heyecanla dolmaya başladı.Kayığımın civadrası,bir bıçak ustasının elinden çıkma bir sürmene falçatası gibi sivri…Pruvası karşısına çıkacak her dalgayı jilet gibi kesecek kadar keskindi.
Birden iri kanatlı kapılar açıldı.Baltabaş bodoslamalı teknem denizi görünce can bulmaya başladı.Yelkenleri esen rüzgarla tanıştı,kımıldadı,canlandı.Kendi kendine açılmaya çalıştı.Önünde,tam önünde,en saf,en duru maviden pırıl pırıl ışıldayan o sonsuz enginlik rüzgarlarla şarkılar söylemeye başladı.
Kıyıya sokulan mutlu ve munis dalgacıklar sudan dudaklarını uzatıp uzatıp teknemin omurgasını ve benim ayaklarımı öpüyorlardı.Ah,ne şuh,ne edepsiz,ne baştan çıkarıcı bir davetti bu, “Seni sürtük” diye mırıldandım denize, “Fahişem,yosmam benim,kadınım.”
Gel,maviye,ışığa,güneşe,rüzgara,denize,ufka,açıklara,yaratılmış bu muhteşem güzelin koynuna gel…Dalgaların üzerine binip otur onların sırtına.Kabaran yüreğinle fırtınaları paçavralar gibi yırt gel.Yunus balıklarının,uçan balıkların,fokların yoldaşı ol gel…Gel seni koynuma alayım,güzellik neymiş gör,sana bunu yaşatayım.Sonra,evet sonra…Hiç kimse elleri ile itmeye kıyamadı kayığımı.Bir zamanlar yunus olan tüm deniz insanları,gönül gücüyle yapılmış kayığıma göğüslerini yasladı.Onu göğüsleri yani kalpleri ile itmeye başladılar.Denize değen kayığım ıslandı.Suya değdi,suyu öptü.Su da onu öptü.Deniz onu koynuna aldı,o da denizin koynuna girdi.Birbirleri için yaratılmış bu iki can,bir daha ölüm onları ayırana dek hiç ayrılmamacasına birbirleri ile karı koca oldular.
“Sen ölümlüsün,ben ölümsüzüm,seni beğenmiyorum” demedi deniz; onu bağrına bastı,ona sımsıkı sarıldı,onu öpüp kokladı.
Tıpkı evlendikleri ilk gece,sevdalı olduğu kocasını arzuyla,şevkatle ve aşkla koynuna alan taze bir gelin gibiydi deniz.
Haldun Sevel....
devamını oku →