Anılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TÜRKİYE DE AMATÖR DENİZCİLİK

Yazan : Özkan Gülkaynak'ın konuya ilişkin mesajı : (Değerli Dostlar,Amiral Cem Gürdeniz oluşturmuş olduğu KUDENFOR isimli bir oluşum var. Denizciliğin her alanında gelişim ve çözüm üretmeyi amaçlıyor.Benimde içinde bulunduğum oluşumda,AMATÖR DENİZCİLİĞİMİZ ile ilgili bir konuşma yaptım. Bu konuşmanın bir benzeri,KIRMIZI KEDİ kitapevi vasıtasıyla çıkartılan yeni deniz dergisi DENİZ MECMUASINDA yayımlandı.İlginizi çekeceğini umarak paylaşıyorum... MÜMKÜN OLDUĞUNCA PAYLAŞILMASINI RİCA EDERİM)





Dünya denizciliğinin tarihi bir hayli eskidir. 45.000 yıl önce bile eşya ve erzak taşımak için denizci tekneler yapıldığı bilinmektedir. Amatör denizciliğin tarihi ise oldukça yenidir. 1898 yılında, motorsuz, eski bir istiridye teknesini onarak dünyayı ilk defa dolaşan Kaptan Joshua Slocum, milyonlarca insanı etkileyecek amatör denizciliğin ilk tohumlarını, 1899 yılında yayımladığı ”Sailing Alone Around the World” kitabıyla atmıştır. Son derece sade, sürükleyici bir üslupla kaleme alınan kitap, özellikle Amerika ve Avrupa dan bir çok insanı etkilemiştir. Ayrıca insanlığın içinde bulunduğu, sanayileşme, sosyal baskı ve sıkıntılarla ekonomik buhranlar, ve en önemlisi savaşlar, bunlardan bunalan insanların bir bölümünü, küçük boylarda tekneler inşa ederek okyanuslara açılmaya ve bir nevi doğaya dönmeye teşvik etmiştir. 
O dönemin tekneleri genellikle ahşap ve çivi ile yapılmaktaydı. Elektrikli seyir aygıtları bulunmamaktaydı. Yelkenler bile pamuklu kumaşlardan dikilirdi, bitkisel halatlar kullanılırdı. Ama dünya ve denizler henüz bozulmamıştı. Denizciliğin tüm zorluklarına rağmen, artık denizler bir çok idealist maceraperestin kaçış yeriydi. O dönemin denizcileri, karşılaşacakları tüm zorluk ve sorunları kendi bilgi birikimleri dahilinde çözmek zorunda olduğu için, adeta kendilerini geliştirmeye adadılar.
Sürekli okumak, düşünmek ve uygulamak denizlere açılan kapının anahtarıydı. Küçük ahşap tekneleri ile dünya çevresinde dolaşan denizciler, diğer denizcilere de yol göstermek maksadıyla kitaplar yayımladılar. Bu kitapların birçoğu yarı akademik görünümde, eşsiz bilgiler içermekteydi. Sadece bilgi vermekle kalmıyor, aynı zamanda okuyucuda duygu, coşku ve merak uyandırıyor, onlara denizlere açılma cesareti kazandırıyordu.
Denizlere açılan insanlar, kendi yaratmış oldukları yeni yaşamlarını, karadaki yaşantıları ile mukayese ediyor, yorumluyor, bunlarda onların dünya düzenine daha bağımsız bakmasını ve dünya onu sorgulamasını sağlıyordu. Denizlerde yaşam felsefelerini oluşturmuş, huzur içinde yaşayan insanlar, her türlü kısıtlı imkanlardan dolayı birbirleri ile dayanışmanın, dostluğun, yardımlaşmanın, kendi kendine yetebilmenin ve daha bir çok erdemli davranışın önemini anlıyor ve kendi kendine yetkin ve erdemli insan olma uğraşısı olan AMATÖR DENİZCİLİK KÜLTÜRÜNÜN ortaya çıkmasına ön ayak oluyorlardı.
Aynı zamanda doğa ile iç içe yaşayan ve karadaki insanlardan çok daha az harcayan bu insanlar, mutluluk için paranın birincil faktör olmadığını, gerçek mutluluğun sağlanmasında, doğanın en önemli etmen olduğunu hissediyor, düşüncelerini kitapları ile birlikte kitlelere aktarıyorlardı.
Amatör denizciliğin bireyin gelişimi tetikleyen bir uğraş olduğu kolayca anlaşılabilir. Çünkü sürekli temiz ve sağlıklı bir ortamda yaşayan, doğal beslenen, fiziksel aktivitede bulunan, öğrenen ve en önemlisi öğrendikleri ile düşünen, düşündükçe yaratan ve yarattıkça daha kolay üreten hale gelen insandır denizci. Aynı zamanda denizci doğa ile yaşamaktan o kadar hoşnuttur ki, şehir hayatının kısır çekişmelerinden, yapay davranışlardan sıyrılmayı bilmiş veya buna gerek görmemiştir.
Amatör denizcilik, bilimsel, akılcı ve yaratıcı düşünmeyi tetiklemekle birlikte, ilginç detaylarından biri de yüksek teknolojiye günümüzde bile pek gereksinim duymamasıdır. Teknelerle ilgili bir çok donanım halen temel aletlerle, standart tezgahlarda, bir çok amatörün kendi el becerisiyle üretiliyor. Örneğin bir tekneyi en eski malzeme olan ahşaptan imal edebilirsiniz ama ona vereceğiniz şekil ve ağırlıkların dağılımı, son derece karmaşık hesaplar ve beklentiler sonucunda ortaya çıkar. Bu nedenle bir yelkenli teknenin dizaynı belki bir uçak dizaynından çok daha zordur. Teknenin kendi kendine dümen tutabilmesi için gerekli rüzgar dümenleri, akıl ve yaratıcılığın en iyi örneklerinden biridir. Bir sanayi sitesinde bile rüzgar dümeni imal edebilirsiniz ama ilgili hesapları öğrenip, uygulamak senelerinizi alır. 
Navigasyon bilimi, özellikle astronomik navigasyon, dünya düzenin işleyişini öğreten eşsiz bir yaratıcılık ve düşünme sanatı ve yöntemidir. Pek tabi ki matematik, coğrafya ve fizik gibi bilimsel disiplinleri de kullanır. Bu tür örnekler amatör denizcinin akıl ve yaratıcılık çeşmesini açan ve sonrasında kolayca uygulama imkanı veren, bir çok uğraşta bile bulunmayan eşsiz bir fırsattır. Ne kadar yaratıcı ve konusunda uzman olursanız olun, tasarımını yapmış olduğunuz bir uçağı kolaya kolay imal edemezsiniz, çünkü kullanılan teknoloji yüksektir. Ama halen temel malzeme ve aygıtları kullanarak tasarladığınız bir tekneyi kendiniz imal edebilirsiniz. Denizcilik düşünüp, yaratıp, uygulayabilmenin bir fırsatıdır. Doğru uygulandığında kişiyi bir çok konuda uzmanlaştıran eşsiz kişisel gelişim biçimidir. İyi bir denizci, her konuda kendi kendine yetebilmenin eşsiz bir pratiğini yaşar.
TÜRKİYE DE AMATÖR DENİZCİLİK SÜRECİ
Türkiye de Amatör Denizciğin en önemli ve ilk hamlesi şüphesiz Sadun ve Oda Bora çiftinin 1965 yılında çıktıkları dünya turunu tamamlaması olmuştur. Sadun Boro yıllarca amatör denizciliğin sevdirilmesine, Ege Denizi’nin neden diğer denizlerden çok daha çekici ve korunmaya değer olduğunu anlatmaya çabalamıştır. 
Sadun Boro binlerce Türk vatandaşını denizciliğe özendirirken, Türkiye Cumhuriyeti, tarihindeki en radikal ekonomik değişim olan 1984 yılındaki serbest piyasa ekonomisi ile neredeyse her nesnenin ithal edilebildiği, bir ekonomiye geçmiştir. Her ekonomik değişikliğin, sosyo-kültürel değerleri etkileyeceği aşikardır. Kademeli olmadan ve olumsuz sosyal sonuçları gözetilmeden uygulanan yeni ekonomik uygulamalar, daha kolay zengin olmak, kısa zamanda köşeyi dönmek gibi arzu ve kavramları da ortaya koydu. Gelir dağılımı da hızla bozulmaya başladı. Toplumumuzun yardımlaşma, paylaşımı, eğitim vs gibi bir çok kültürel değerleri erozyona uğramaya başladı. Sadece büyüme hızlarına bakarak Türkiye nin geliştiği iddia edildi. Aslında eğitim düzeyi, toplumsal değerler vb. hep geriledi. Hızlı bir çevre katliamı başlatıldı, tüm doğal değerlerimiz paraya dönüştürülmeye başlandı. Binlerce yıldır dantel gibi olmuş dünyanın en güzel kıyıları betonlarla dolduruldu.
Her şey insanın tüketimi, anlık, sahte tatlar üzerine kuruldu, gelecek kuşaklar unutuldu. Bu nedenlerle öngörülü ve vizyon sahibi politikacıların, mutlaka ekonomik politikaların ne tür sosyo-kültürel değişiklikler yaratacağını öngörmeleri esas olmalıdır. Ülkeye giren bir çok seri imalat tekne ile amatör denizcilik zaman zaman, zenginleşen insanlar tarafından bir gösteriş uğraşı haline geldi. 
Denizlerle yaşamak yerine bir çok insan pahalı lüks marinalarda teknelerini tutar hale geldiler. Yarışlar, ego tatmini sağlamak ve gösteriş maksatlı istismar edilmeye, denizcilik ruhundan uzaklaşmaya başladı. Özetle denizciliğimiz bir TÜKETİM DENİZCİLİĞİNE dönüştü. Gerçek denizcilik kültürünün, bireye kazandırdıkları bir türlü fark edilemedi. Ama lafta denizciliğimizin geliştirilmesi söylemleri bolca kullanıldı.
ŞU ANDAKİ DURUM
Şu an itibarı ile amatör denizciliğimizi incelediğimizde tekne sayısının artmış olduğu, marinaların dünyadaki en lüks marinalar olduğunu görürüz. Peki bu denizciliğimizi geliştirdiğimiz anlamına mı gelir? 
Şüphesiz hayır. Kalite ve kantite farklı kavramlardır. Toplumun denizcilikten yarar görmesi için, bireysel gelişimi destekleyen biçimlerde yapılması gerekir. Bireysel gelişim salt fiziksel gelişim değildir. Bunun içinde yüksek farkındalık, yaratıcı düşünebilme gibi bir çok farklı unsur vardır. Tabi ki dileyen dilediği biçimde denizcilik yapabilir, bireyin mutlu olması esastır. Ona karışmak veya eleştirmek gibi bir niyet söz konusu asla olamaz. Önemli olan bireyin mutluluğu, dolayısıyla toplumun mutluluğudur. Ancak devletlerin, kurumlarım amacı toplumlarına yol göstermek ve onları daha doğru yönlendirebilmek ve ona göre politikalar üretmek olmalıdır. Ancak bu şekilde daha huzurlu ve mutlu bir toplum oluşturulabilir. 
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ve maalesef halkında doğru tanıtılamadığı için, Amatör Denizcilik hep bir sınıf sporu, zengin uğraşısı olarak algılandı. Denizciliğin teşvik edilmesi için doğru dürüst çalışılmadığı gibi aynı zamanda harçlar ve vergilerle küçük tekne sahipleri denizcilikten soğutuldu. 
Yıllardır sorun olan bağlama ve barınma meselesine hep rant gözüyle bakıldı. Marinaların inşa ediliş ve devletle olan vergilendirilme ilişkileri, niyeti bireysel gelişimi sağlamak, doğa içinde yaşamak olan küçük tekne sahiplerini hepten bezdirdi. Fiyatın arz talep ile belirlendiği ortamda artan nüfus ve satın alma kolaylıkları nedeniyle tekne sayılarının artması nedeniyle zaten aşırı lüks felsefeyle ve maliyetle inşa edilen marinalara devlet esaslı vergileri getirince, bir küçük teknenin bağlama ücreti bile lüks bir evin kira bedellerini katlar oldu. Bu durumdan asla marina işletmeci ve sahiplerini sorumlu tutmamak gerekir. Onlar işletmecilik prensipleri çerçevesinde, ellerinden geldiğince amatör denizciliği desteklemeye çalıştılar. Unutulmamalıdır ki işletmelerin temel amacı kar maksimizasyonudur. İşletme bir canlı gibidir, yaşatılması esastır. Karlılığın ötesine geçecek, her davranış ciddi bir yönetim hatasıdır. 
Marinalar artan masraflar nedeniyle, büyük tekneleri, küçük teknelere yeğler olmuşlardır. Çünkü aynı yerden çok daha fazla gelir elde edilebilmektedir. Motor yatlar her zaman daha iyi gelir kapısıdır. Çünkü Türkiye’de motor yat sahiplerinin gelir hacmi, yelkenli sahiplerinin gelirlerinden fazladır. Marinalarda hizmet veren servisler, doğal olarak motor yatları, yelkenlilere tercih etmektedirler. Bu durum yelkenli küçük teknelerin marinalarda barınmasını bir hayli zorlaştırmaktadır. Hatta bazı durumlarda bir küçük teknenin 5 yıllık bağlama bedeli neredeyse teknenin bedeline ulaşmaktadır. 
Diğer taraftan, nüfusumuz hızla artmaktadır. Denize olan ilgi de bu artıştan payını almaktadır. Bu nedenle artan tekne sayısını karşılayacak bağlama imkanları yetersiz olduğundan arz ve talep dengesizliği nedeniyle marina fiyatları hızla artmaktadır. Türkiye nin bu durumunu seneler önce ortaya koyduğumda, bir çok marina işletmecisi bana inanmamıştı. Şu anda, bir küçük tekne sahibi için durum daha vahimdir. Yeni marinalar yapılsa bile fiyatların dramatik biçimde artmasının önüne geçilemeyecektir. Yanlış politikaların veya politikasızlıkların sonucu olan bu durumun değişmesi için mutlaka radikal çözümler oluşturulmalıdır.
Etkili ve bilinçli bir denizcilik politikamızın bulunmaması, amatör denizciliğimizi, toplumsal zafiyetlerimiz nedeniyle, kolaycı bir denizciliğe dönüştürdü. Çamlarla çevrili bir bölgede bulunan bir marinaya gidin, önyargısız çevrenize bakın. Teknelerin büyük çoğunluğunun, denizde doğal koylarda bulunmak yerine, marinada elektrik almış, güvertesinde oturan, zaman zaman havuzuna giden, saunasında terleyen, masaj salonunda, barında ve restoranında zaman geçiren insanlarla dolu olduğunu göreceksiniz. Bir kaç saatliğine çıktığı denizden dönerken bile mutlaka ve mutlaka bot desteğini marina hizmetlerinin olmazsa olmazı olarak görecektir. Teknelerini karaya çekmiş insanların çoğunun zehirli boyayı bile kendilerinin atmadıklarını, teknelerini geliştirme yolunda pek faaliyetleri bulunmadıklarını fark edeceksiniz. 
MİNİMALİST DENİZCİLİK
Marinaların imkanlarına ve konforuna bağlı olarak gelişen bu denizcilik maalesef bir TÜKETİM denizciliğidir. Bu tür bir denizciliğin bireysel gelişime pek katkısı yoktur. Bireysel gelişime katkısı bulunan denizcilik, MİNİMALİST denizciliktir. Minimalist denizcilikte, bireyler evlerindeki konforu teknelerine taşımaya çalışmazlar. Kendi el becerileri ve bilgi birikimlerini arttırarak teknelerini geliştirirler. Önemli olan teknelerinin güvenliğidir. Minimalist denizcilik, ilkel şartlarda yaşama denizciliği değildir. Bir tevazu ve yetinme denizciliğidir. Burada esas olan sadece deniz sevgisidir. Tüm bunlara rağmen, denizciliği sınıflandırmayı asla doğru bulmam, bunun ayrıştırıcı olduğunu düşünürüm. Dileyen denizde veya marinada istediği gibi yaşamalıdır. Zaten deniz, çaba harcamayan bireylere bile bir şeyler öğretir. Minimalist denizcilik, küçük bir tekne üzerinde, edindikleri bilgiler sonucunda, kendi teknolojilerini yaratan, teknesinin sorunlarına kolaylıkla çözüm bulan, el becerilerinin, bedensel ve düşünsel yeteneklerinin gelişimine ön ayak olan denizciliktir. Minimalist denizcilik şüphesiz özgün bireylerin oluşumuna ön ayak olur. Senelerdir eğitim sistemimizde, bizlere verilmeye çalışılan, bilginin depolanmasıydı. Artık toplumumuz, düşünmeye ve bilgiyi üretmeye alıştırılmalıdır. Bu toplumsal bir alışkanlık haline getirildiğinde, şüphem yoktur ki, üretkenliğimiz kat be kat artacaktır.
DEVLET POLİTİKASI VE BÜROKRASİSİ
Devlet, en güçlü ve imkanları en geniş kurumdur. Bu nedenle, amatör denizciliğin bireyleri, özellikle gençleri kötü alışkanlıklardan kurtaran, bireysel gelişimlerini sağlayan bir uğraş olduğunun devlet kurumları tarafından fark edilmesi ve bununla ilgili düzenlenmelerin sağlanması gerekir. 
Diğer taraftan denizcilik teşvik edilirken, ilgili altyapı tesisleri yapılırken, çevre hassasiyeti mutlaka dikkate alınmalıdır. Şu anda, bir çok konuda özellikle doğanın korunması alanında pratikte caydırıcılık mekanizması yeterince çalışmamaktadır. Bu konuda devletin ciddi bir eğitim politikası olmalıdır. Eğitim esas alınmalıdır. Hem sosyal hem de fiili kirlilik oluşturan tüm davranışların yerinde ve kararında yaptırımlarla caydırıcı hale getirilmesi gerekir. 
Şüphesiz devletin tutumu ve niyeti amatör denizciliğimizin çehresini değiştirecek en belirleyici unsurdur, adeta değişimin olmazsa olmazlarındandır.
Devlet Bürokrasisi senelerdir, Türk amatör denizciliğinin gelişimi engelleyen ağır bir bariyer gibi durmaktadır. Vergilendirme küçük tekne denizciliğini teşvik edecek biçimde yeniden düzenlenmeli, kendi teknelerini yapan denizcilerin önünün açılmasına ön ayak olunmalıdır. Tekne yapmak, bir birey için okuldan farksızdır. Onu bir çok konuda bilgilendirir, el becerilerini arttırır, daha kolay çözümler üretmesine olanak sağlar.
AMATÖR DENİZCİLİK EĞİTİMİ
Bireyler amatör denizci belgeleriyle birlikte gerekli temelleri alırlar ve hukuki bir belge ile denizlere açılmaya başlarlar. Dikkatlice düşünüldüğünde bir bireyi pedagojik olarak etkilemenin, bir işin yapılışının öğretilmesinden çok daha zor olduğunu fark ederiz. Kolaylıkla bir çok insan yelken yapabilmeyi, teknesine kumanda edebilmeyi öğrenebilir. Ancak onu doğayı koruyacak, yardımlaşma, nezaket ve tevazu içeren denizcilik kültürünü bünyesinde taşıyabilecek biçimde etkileyebilmek sanırım çok daha zordur. Özellikle yaş ilerledikçe bu kültürel olguyu aktarabilmek daha da zorlaşır. Bence denizciliğimizde ve eğitiminde asıl üzerinde durulması gereken işin pedagojik bölümüdür. Denizlere çıkacak insanlara, onu koruma bilinci verilmesi eğitimin özünü oluşturmalıdır. Denizler korundukça daha çekici olacaktır.
BAĞLAMA MESELESİ
Teknelerin bağlanma ve barınma ihtiyacı salt bir gelir kapısı olarak düşünüldüğünde amatör denizciliğimiz yeterince gelişmeyecektir. Türkiye’de marinalar bir AVM görünümündedirler. Tek başlarına, sınırlı kapasiteleri ve yüksek bağlama ücretleri nedeniyle asla bağlama sorununu tek başına çözemeyeceklerdir. Bununla birlikte, Ege gibi, tarihi, doğası, koyları ve berrak suları ile son derece dikkatli korunması gereken bir denizde marina inşa ederken özenli olunmalıdır. Marinanın konumu dikkate alınması gereken en önemli faktördür. Doğal demir yerleri, doğal bölgelerde marina inşa edilmemelidir.
EGE’YE ÖZGÜN BİR MODEL 
Bizlere Ege’de denizciliği sevdiren, bu kıyıların doğal halidir. Bağlama meselesi, sağduyulu yer tespiti ile başlamalı, mümkün olduğunca, açık alanlarda uzun dönemli ve düşük maliyetli olarak çözülmeye çalışılmalıdır. Korunaklı, doğal değeri nispeten düşük alanlarda, kazıklar çakılarak veya şamandıralar atılarak, binlerce teknenin bu alanlarda barınması sağlanabilir. Bu sistemde, kıyıya yapılan altından su geçen bir iskelede bulunan hizmet teknesi, telsiz çağrısıyla kişileri teknelerinden cüzi bir ücret karşılığında iskeleye taşıyabilir. Dileyen iskeleye botuyla da çıkabilir. Haftada bir, bu motorlarla alargada barınan teknelere mazot ve su servisi yapılabilir. Gereken teknelere bu sistem içinde, belirli süreliğe bir tamir rıhtımı sunulabilir. Gerekirse yüzen bir salı andıran çalışma platformları ile teknelere aborda olunup, üzerinde küçük jeneratörlerle temel onarım imkanlarının çözümüne de yardımcı olunabilir. Bağlama alanını kamera ile gözlemleyen güvenlik görevlisi bulunabilir. 
Bu şekilde işletilen bir marinada arz ve talep dengesiyle oluşacak fiyat, bir amatörün imkanları dahilinde olur. Aynı zamanda hiç beton dökülmeden, bölgesel ve ekolojik çözümler üretir. Artan nüfus ve denizciliğe ilgi nedeniyle misliyle artacak bağlama sorununa en temel, en yararlı çözümün bu olduğu düşünüyorum. Marinalar, Türkiye koşullarında tek başına kesinlikle bağlama sorununu çözemezler, sadece yardımcı olurlar.
ÇEVRE BİLİNCİ EĞİTİMİ
Türkiye nin denizleri ve coğrafyası şüphesiz dünyada çok özel bir yere sahiptir. Bu kadar girintili, çıkıntılı çekici koylar, adeta kristali andıran son derece berrak deniz, uygun iklim hepimizi bu sulara ve kıyılara bağlayan etmenlerdir. Bu kıyıların, rant amaçlı veya kısa dönemli çözümler üretilebilmesi maksadıyla doldurulması, kıyılarımızın sonunu getirmektir. Doğallığı koruyabilmek en iyi ve üretim ve çözüm biçimi olmalıdır. İnsanlığın kendi kendine yarattığı sahte ihtiyaçları, vizyonsuz çözümlerle (!) karşılaması doğru değildir. Özellikle Ege denizi için. 
Aksi taktirde binlerce yıldır doğal kalmış, son 30 yılda yapılan uygulamalarla, çekiciliğini yitirmeye başlayan kıyılarımızın kesinlikle sonu gelecek, amatör denizciliğimizi teşvik eden, denizcilerimize coşku veren bu eşsiz kıyı ve sular özelliğini kaybedecektir. Bu nedenle denize çıkacak her bireye ülkesinin doğal değerlerinin önemi hakkında bilgi verilmesi ve farkındalığının arttırılmaya çalışılması şüphesiz, koruma bilinci oluşturacaktır.
Sevgi ve Saygılarımla
Özkan Gülkaynak
devamını oku →

Panama-Florida seyir notları 3-Key West-West Palm Beach FL

Nerede kalmıştık ???? Meksika Körfezine geldik..Caraib denizi bitti ..
Evettt yine rüzgar 50-60 aralığından ve bazen de kafaya yakın gelmeye başladı Küba’ya yaklaştık .. Haritadan görüyoruz ancak oldukça açığından geçtiğimiz için kara gözükmüyor. Gemi trafiği ve inshore trafik için ayrılmış alanları kontrol ederek onların üst sınırından geçiyoruz. Güzel yelken yaptık uzun süre ki bu çok iyi oldu azalan mazot gerilim yaratıyor ama sorun değil rüzgarsız kalmayacağımız açık . Key west Amerika’nın "0 mile" dedikleri başlangıç kasabası ve oraya girmeye karar veriyoruz. Çok güzel bir yer olduğunu duymuştum, Türkiye’den herkesin siparişi var zaten …Dünyadaki en güzel güneş batışı oradan izleniyormuş dedi kim ile konuşsam..Göreceğiz.. Akşam oldu yaklaşık 60 mil yolumuz kaldı heyecanla dinlenme eğlenme yemekler konuşuyoruz. Bu arada içeride yeşil mercimek içine Türkiye'den gelme et kavurması ve ev eriştesi ile akşam yemeği pişiyor. Yazık Serhad bey 10 yıldır yemedim dedi ..

Saat akşam 20.00 civarında, 6-7 mil uzağımızda şimşekler çakmaya başladı..Öncelikle sancak tarafımızda idiler bir anda iskele tarafında da ve önümüzde ileride de görülmeye başlayınca hafiften paniklemeye başladık. Dikkatle gözlüyoruz, rüzgar artıyor 19 knot görmeye başladık, hava iyice karardı. Her yönde şimşekler var ancak üzerimize mi geliyorlar geçip gidiyorlar mı anlamak zor. 

Uydu telefonunun internet bağlantısı ile hava durumu alıyoruz acilen ve anlaşılan Tampa üzerinde bir storm-fırtına var aşağıya Meksika körfezine doğru iniyor. Rotadan iskele yönünde çıkmaya başlıyoruz iki yönde de şimşekler uzağımızda kalmaya başladı ancak çözüm değil tekrar kısa süre sonra rotaya döndük. 40 mil kaldı Key-West'e, rüzgar hızı 20-21 knot oluyor.. Cenovayı kapattık ana yelken camadan motor açtık yola devam. Yemek yeme fikri uçtu gitti, herkes teknenin üstünde ilerimizdeki hava hareketini gözlüyoruz. Sabaha birkaç saat kaldı KeyWest’e kapağı atsak nasıl rahatlayacağız. Neyse gün ışıyor, fırtına uzaklaştı sanırım..Şimdi görev KeyWest’e girişdeki yaklaşık 2 millik kanal şamandıralarını bulmak. Çok sayıda sığlık var bu bölgede ve geldiğimiz rotada da vardı, dikkkatle takip etmek gerekiyor..
Sancak kırmızı iskele yeşil markalama renkleri deniz üzerindekiler için farklı. Büyük bir yolcu gemisi önümüzde kanala girme manevrası yapıyor güzel emin olduk girişten ve ilk şamandıra sancakda kırmızı aaa o da ne müzik yayını yapıyor .. 
Dedik ki deniz kuşları ve canlılara konser..Sanırım hoş geldiniz müziği ve 1.şamandıra hatırlatması. Yola devam dikkatli bir şekilde ilerledik bir sonraki kırmızıyı bularak, oldukça harika görüntüler ile KeyWest'de Brigth marina mazot iskelesine bağlandık. 
Derin bir ohhh çektik atladık iskeleye 7 gün sonra.. Yürümek harika.Hemen el yüz yıkama mazot alma ve ülkeye giriş işlemleri veee yemekkk..Aç herkes dün gece bu sabah hiçbirşey yenmedi..Key West şahane bir yer, tatil kasabası gibi sanki 1950 lere dödük birden filmin içine giriverdik, eski Amerika filmlerini andıran korunmuş tarihi doku, insanlar rahat, hava 30-35 derece, heryerde harika yelkenliler var.. 

Mutlaka bir kez daha buraya gelip uzunca kalmayı ve bu kasabadan başlayan intercostal dedikleri dev genişlikte ve üzerinde yüzlerce köprü olan su kanalı içinden seyahat ile Amerika’nın kuzeyine gitmeyi kafama yazıyorum..

Sabah güneş doğuşunu gördük şimdi batış vakti..Bizim için de yola çıkma zamanı.. Vira demir pardon vira benzin istasyonu bağlanma iskelesi..Saatine 10 dolar aldılar toplam 79 dolar park parası..Akşam 17.00 yi geçti marina benzinci ofis kapanıyor, isterseniz sabaha kadar kalın dedi görevli. Demek ki akşam gelsen; ücretsiz konaklamak mümkün ofis açılmadan kaçmak koşulu ile :)) 

Tatlı su ile duş dahi aldık gün içinde..İstekler o kadar azalıyor ki deniz yaşamı seni, seninle mutlu etmeyi öğretiyor. Başka hiçbir şeye ihtiyacın yok aslında, şehirde sanal sahte mutluluklar..Hortum ile teknenin arkasında uzun uzun duş yapmak bugünün extra hediyesi..Yol boyunca tatlı suyu idareli kullanmak adına hep tuzlu su banyosu yapmıştık..

Akşam 17.30 avara olduk KeyWest hoşça kal.. 

Rota; Florida West Palm Beach. Mazot full extra yedeklerde var, rüzgar kafadan geliyor tamam yukarı dönene kadar motor ile gidelim. 
Ohhh misss mavitur havası teknede.. aaa hızlanıyoruz akıntı inanılmaz 2-2,5 knot iken 5 lere çıktı. Bu arada Küba karası biter bitmez okyanus soluganları yandan tam bordadan geliyor. En sevmediğim deniz hali. Nasıl sinir bozucu bir yalpa neyse görünen o ki uzun sürmeyecek rota gereği az sonra döneceğiz ve 40-50 mil sonra kıçımıza alacağız onları. Umulandan önce varacağız anlaşılan. Uyumak için içeri giriyorum.
Akşamüzeri teknenin üzerine çıktım ve kafamı çeviriyorum; tanrım bu ne güzellik Miami slüeti önünde yelken yapıyoruz. Tüm şehir akıyor yanımızdan saatlerce.
Akşam yemeğimiz Miami manzaralı. Yemekte KeyWest alışverişi tavuk ile yapılan yemek ve arpa şehriye pilavı ile şarabımız var. Saat gece 23.00 oldu ve iyice yaklaştık West Palm Beach'e. Burada da kanal girişi yapılacak iç sulara geçeceğiz. Kalacağımız marinayı bulmak sonraki görev. Riviera Beach Marina.
Kanal burada oldukça kısa ancak karanlık ışıklar yanıltıcı ve ürkütücü..Denizde trafik var mavnalar geçiyor koskocaman çekiciler ve ağaç yüklü dev sallar düşünün. Bunların durması da mümkün olmuyormuş. Neyseki Lisely ve Serhad gerçekten çok dikkatli ve bilgili, bizi sağ salim marinaya getirdiler. Ohh bağlandık.. Ne görevli var ne bizi karşılayan, ne güvenlik.. Alem buralar. 
Sabah dostlar geliyor, Türkiye'den haberdar edilmişler tanışmaya geldiler burada yaşıyorlar hoş geldiniz demek için teknedeler birlikte kahvaltı yapıyoruz. 
9.günü denizde oluşumuzun ve vardık yerimize..Sevim'in gözleri doluyor..

Riviera Beach Marina sakin şehirin biraz dışında kıyısında eğlenceli ve düzenli bir yer. Tiki bar clup hemen yanımız şahane müzik grupları çıkıyor geceleri. Dün gece Blues yapan bir grup vardı uzun uzun çaldılar. Bugün ben bu yazıyı yazar iken, haftasonu çoluk çocuk geldi şehir. Bizim marinadan karşımızdaki Pienut adasına botlarla seferler yapılıyor. Minicik bir ada piknik deniz için oraya gidiyor şehir halkı. Hiçbir tesis yok üzerinde.

Marina da kano kiralayan, dalışa, balığa götüren tekneler var. Ben en çok korsancılık oynatan tekneyi sevdim. Balık avcılığı ciddi profesyonel bir hobi tüm bu bölgede. Ticari balıkçılık yasak o sebep kendilerine balık tutuyorlarmış. Denize açılıp balık safariler düzenliyorlar. Marinanın içinde de dev balıklar yüzüyor Jack diyorlar onlara, bir sürü de pelikanımız var..Safariden dönen balıkçılar eve giderken ayıklıyor kesiyor kocaman balıkları ve atılan balık artıklarını paylaşıyor bizim evcilleşmiş dostlar..

Az önce teknenin yakınına kadar gelen bir sincap geçti yoldan, hava biraz kapalı güneş yok ama çok ılık.. Şort, tişört yaşıyoruz. Deniz suyu sıcaklığı tüm seyahat boyunca 31-34 arası idi, göstergelerde takip ettiğim. İçine girince hayal edin dışarısı serin oluyor.. Bir hafta daha buradayız sonrası uçak ile dönüş. Esenyel gemi ile dönecek Türkiye'ye.

Tüm yaşananlar ki şimdilik hepi topu geçen 2 hafta içindekiler hayatımdaki çok çok iyi ki lerden birkaçı sadece.. 


Anılar biriktirmek bizimkisi..

Teşekkürler Esenyell..Sağlıcakla kal, hep mutlu ol..



3.mayıs.2014 / FloridaUSA



devamını oku →

Panama-Florida seyir notları 2




San Blast adalarına 21 nisan’da Panama’dan çıkış işlemlerini yaptırmak için gittiğimizde ofis kapanmış idi ve geceyi alargada adaların ortasında denizde geçirdik. Hani filmlerde olurya “kara göründüüü” diye bağırır birisi ve kamera palmiyeleri olan küçük altın sarısı dümdüz bir sahile döner..İşte San Blast adaları denen adalar grubu aynen bunun gibi irili ufaklı birsürü adadan oluşan bir güzellik. Ertesi sabah botumuzu şişirmek ki yine sorun yaratmıştı ..Ne yaparız diye düşünür iken Alahandro’yu bulduk. Botu ile bizi aldı götürdü getirdi yan teknenin kaptanı İspanyol bir genç adam. 2 paket sigara verdik çok mutlu oldu buralarda para değil istekler ihtiyaçlar en değerli anlaşılan.



Yola çıkmaya hazırız, demirin yukarı çekme zamanı hoop ilk sınav vee ırgat motoru stop .. Denizcilik sorunlara çözüm üretme sanatı. Hemen Lisely iki arka vinçe halat aldı ve birer şakıl ile demirin zincirine bir sağ bir sol derken yarım saat sonunda çektik takım çalışması herkesin üstü başı yağ parmak içleri leş .. olsun mutluyuz her şey yolunda. Teknemiz Esenyell 46 feet Bavaria Crusier tipi ve son derece donanımlı insana çok güven veren bir kayık. Ben seviyorum teknelere kayık demesini. Bodrum’lu ustalardan duymuş çok sevmiştim yıllar önce..
Esenyell; 2006 da alınmış, 2009 da da dünya turuna başlamışlar Sevim-Halil ADALI çifti. Radar Jeneratör çift buzdolabı ve daha neler neler ne isterseniz var teknemizde. Ev sahibimiz çok çalışkan bir hanım ve tekneyi çok iyi tanıyor. Yelkenciliği denizciliği yolda tamamlayacak diye şakalşıyoruz. Kocadan hoca olmuyor anlaşılan bunca yıl Halil bey dümende Sevim hanım co-pilot harika bir hayat yaşanmış..Onlar adına teknenin yaşama dönmesi ve yıllar sonra tekrar yola çıkmasına çok çok seviniyorum.

Yolculuk farklı etaplardan oluşuyor ..Serhat bey planlamayı ipad üzerinde Navionics ile yapmış ve ilk 4 günlük hava raporunu almış .

Adalardan ayrılmamız ile 30 derece kafadan rüzgar ile uzun bir seyir yaptık. Birkaç gün bu şekilde motor yelken devamlı Nikaragua açıklarına doğru ilerledik. Sonra rota doğulu rüzgarları almamıza uygun olarak farklı dönüş noktalarına geldik ve yelken seyrimiz keyifli olmaya başladı. Genelde 60-90 derece aralığında alıyoruz ki bu tam istediğimiz açı. Kaba dalga hiç yok, rüzgar hızı 11-15 knot arası değişiyor. Yola çıktığımız ilk gün çok kaba dalga almıştık ve Sevim ile ben biraz kötü olduk ama geçti..Şimdi herkes iyi tekne mutlu biz mutlu.. Geceleri hem gemi trafiğini kontrol etmek için radarı açıyoruz hem de şarj etsin aküler amaçlı motor seyri yapılıyor. Fazla trafik yok hiç yok desek doğru olur.. Sadece uzaktan geçen birkaç gemi gördük şimdiye kadar. Akıntı var çıktığımızdan beri tüm Caraib denizi boyunca yukarı doğru 2,5 knot ortalama akıntı bize yardım ediyor..Harika görüntüler, harika gün batışları, harika bir küçük kuş ..Tüm gece içeride teknede kaldı dinlendi sabah uçtu..Alışılmadık ama anlamlı bir sürü şey.. İlk kez balık tuttuk bir mahi mahi yeşil-mavi kalın derisi olan yaklaşık 1 metre . Afiyetle yedik dün gece, bugüne de arttı çok doyurucu bir de kafasından süper çorba yaptım …

Ekmekleri de artık teknede yapmaya başladık. Geceleri 4-5 er saatlık vardiyalar ile tekne üstü görev yapıyoruz. Gündüz herkes dağınık. Genelde kızlar ellerinde birer kitap, Serhat bey yazık dümen başında denizi gözlüyor göstergelere bakıyor, otopilot çalışkan arkadaşımız tekneyi kullanıyor..

Ne kadar şanslıyız dedim dün gece tamamen yıldızlardan oluşan bir gökyüzünün altında yemek yerken, hepimiz evet onayladık...

Lisely'a a çok sayıda Türk adeti, geleneği, şakası, yemek tarifi öğretmiş olmayız; konu dönüp dolaşıp Türkiye’ye geliyor bir yerden sonra..

Grand Cayman adalarına uğramak ve mazot almak düşüncemizden vazgeçtik, yaklaşık 75 mil yoldan ayrılmamız anlamına gelecekti. Bir de tekneleri ilaçlıyorlar belki diye Sevim duyunca ki tekne sürekli temizlik bakım halinde; ben 2 günde çıkamam oradan dedi..

Şu an Küba’ya yaklaşıyoruz yaklaşık bir günlük yolumuz var. Küba’ya maalesef giremeyaceğiz teknedeki iki Amerikan vatandaşı için suç unsuru hapis cezasına varan yaptırımları olabilirmiş. Direkt Key West tarafına geçeceğiz. Mazot konusununda sorun yaşayabiliriz mutlaka bir durak gerekecek..

Dün itibari ile hava durumu raporlarını yeniledik ve tam istediğimiz doğulu rüzgarın olduğunu öğrendik Küba’dan sonra işler iyice kolaylaşıyor gözüküyor. Bu haberlere çok sevindik ve Cahit Üren ağabey imin şahane likörlerinden 2.sini açtık kutlama yaptık. Cahit ağabey ellerine sağlık süper süper..

Gözalabildiğine mavilik Caraib denizinde yol alıyoruz, teknemiz full arma apaz seyrinde dalga yok karnımız tok hava çok sıcak ama esiyor.. 

Burada olmak harika…
Görüşmek üzere dostlar ..
devamını oku →

Esenyell ile Panama'dan Florida'ya seyir notları 1.

Turrle Cay Marina-PANAMA



Anlatmaya başlayacağım hikaye bir gün birisinin facebook mesaj kutuma bıraktığı yazı ile başladı. Aslında hemen öncesinde Dilek arayıp, tanıyıp tanımadığımı sormuştu. Sevim-Halil Adalı dedi. İsimler biraz tanıdık ama hikayeyi bilmiyorum dedim. Anlatmaya başladı ki; Halil ağabey ve eşi dünya seyahatine çıktılar, Panama’ya kadar gittiler eve döndükleri bir dönem Halil ağabey kanser oldu ve 3-4 ay içinde vefat ettl. Eşi Sevim bana ulaştı ve tekneyi getirmek istediğini söyledi ancak ona; Mayıs 2014 de kendi teknem ile İstanbul'dan yola çıkacağımı ve tek başıma Atlantik geçişi yapacağım için beklemesini 2015 de beraber döneriz dediğini söyledi. Senin adını ve telefonunu verdim belki yardımcı olabilirsin diye ekledi.

Facebook mesaj kutuma düşen mesaj Sevim Adalı’dan gelmişti ve sonrasında; onun için, onlar için ne yapabilirim düşüncesi, Amerika’da yaşayan sevgili Ali Bengisoy’dan yardım istemem; onun olayı çok sahiplenmesi ve şu an ki ekibin oluşumu ..Hepi topu 3 ayın içinde..

17 nisan da Serhat Lisely Sevim ve ben Panama’da buluştuk. Biz Sevim ile Türkiye’den geldik onlar Seattle'dan Amerika'dan. Panama havalalanında bulduk birbirimizi. Roger aldı bizi koyu renkli bir Panama'lı. Çok akıllı bir adam..Otel işletiyormuş eşi ile..Sevim ona uçak saatini yanlış vermiş, o doğrusu budur diye erken gelmiş.. Alışveriş yapıp 10 torba yiyecek ile 2 saat sonra teknenin olduğu marina ya vardık. Uzun bir yolculuk ve ben jet-lag oldum herhalde bir uyku bir uyku gözümü açamıyorum. 

Teknemiz Esenyell-iki l ile..Türk bayraklı .Liman kaydı sırasında Esenyel adı alındığı için iki l ile yazılmış kızımız. Çok güzel bir kız. Marina da üsütüne beyaz bir tente atmışlar öylece duruyor. Hemen ortalığı açtık yerleştik hafif bir yemek hop uyku.. Sabah iş çok..Teknenin cenova yelkeni üzerinde değildi..Dolaptan çıktı takıldı, motor yağı değiştirildi, bimini Türkiye’den taşımıştık onu ve spreyhood takıldı..iş bitmek bilmiyor olsun başlandı sonu gelir..öğleden sonra denize gittik ..yakında harika bir sahil var..Heryer sahil orman palmiye. Karşımızdaki ormandan maymun sesleri geliyor. Akbabalar var üzerimizde uçuyor. Kuş sesleri hiç görmediğimiz bir sürü ağaç..

2.gün teknenin botunun tamiri ile uğraşıldı, patlak var bulmak zaman alıyor. Neyse bulduk küçük bir nokta tamir etti Serhad bey ..çocuklukda Edirne'de bisikletçide çalışmış bir profesör o şimdi. Odtü’den sonra master deniz bilimleri sonra doktora için Wasington üniv. Ve evlilik çoluk çocuk kalış ..Yelken yapıyor yıllardır yarışıyor ve Lisely, Ali ağabey, Serhad hepsi Seattle yat klüpden arkadaşlar.

Can sallarını ki iki tane var her şey extra yedekli, dışarı aldık ve kontrollerini yaptık. Marinanın müdürü Yogi bey geldi. Alman kendisi, 7 yıl Venezuele’da yaşamış sonra 3 yıl bir adada ve son 5 yıldır burada..Gezgin bir adam köpeği Samanta ve Venezuela'lı eşi ile teknesinde yaşıyor, burada çalışıyor. Biten ocak gaz tüplerimizi de dolduracak yarın vereceğiz. Tüm tekne içi temizlendi dolapları ortaya döktü tek tek toparladı Sevim. Motoru denedik gayet güzel çalışıyor ve şarj ediyor aküleri. Bu akşam yemekde Lisely elma ve peynir yerim dedi bizde hiç elma ile doyulur mu dedik ..ve ona dün yaptığım harika kuru fasulyeden pilavdan ve elma ve peynir ve zeytin ve kuruyemiş  yedirdik. Herkes uykulu..eğlenceli bol gülmeli bir gece. Lisely mortage uzmanı ve 20 yıldır aktif yarışan çok iyi bir yelkenci..Kaptan olmak yolunda..

Beni çok şaşırttı ve ilk gün hop direğe tırmandı tüm kontrolleri yaptı ..Birsürü şeyi fark etti düzeltti şahane bir şans tecrübeli iki kişinin olması bizim için.

Denize gittik tabiî ki gündüz ve yüzdük uzun uzun su çok ılık. Geceleri yağmur yağıyor genelde camları kapatıyoruz. Sabahları hep 6-7 gibi uyanıyoruz. Gün uzuyor buralarda.

Bugün 3.gün artık yavaş yavaş yola çıkma havasına girdik. Yarın 35 mil yakında San Blast adalarına gideceğiz ve Panama çıkış ilşlemlerini yapacağız diye öğrendik. Görülmesi gereken çok güzel bir bölge imiş. Bugünün işi botun çalışmayan 2,5 beygirlik motorunu tamir etmek oldu. Motorsuz olmaz dedik ve Serhat bey tümünü Lisely ile söktüler. Bakımı yapıldı benzin kaçağı bulundu tamir dedildi, ayarları yapıldı çalışır duruma geldi. Sevim şaşırdı hiç kimse yapamamıştı diyor buralarda..

Sabah kahvaltılarımız çok keyifli oluyor her şeyimiz var yok yok artık çay demlemeye de geçtik, bu sabah önce yüzmeye gittik sonra kahvaltı. Sahilde hiç kimse yoktu. Şahane bir manzara palmiyeler beyaz kumsal ve sadece biz..

Şu an birer bira içtik ve dinleniyoruz. Öğle yemeği yok hafif atıştırma..kuruyemiş hindistancevizi peynir. Hindistancevisi buldum yolda getirdim açmaya çalışıyorum gülüyorlar bana.. sonra teknede balta var onunla denedim yok bana mısın demiyor. Marinanın adamı geldi elinde pala gibi bir şey .vuruyor kanırtıyor 3-5 açıldı ama nasıl kalın bir kabuk. Hindistancevizi çıktı içinden hop kırdı onu suyunu aldık bardağa..cevizin içini iki günde zor yedik dört kişi süper tok tutuyor ..

Akşam sahildeki bar cafede yedik, yemekler çok değişik istakoz içi soslu ve kalamar yaptılar. Pilav salata aynı bizdeki gibi..Birazda tekila v.s. 

Sonra rota çalıştık basılı kağıt harita getirmiş kocaman paftalar, üzerinde işaretledi Lisly ve dedi ki bana gülüyorlar böyle çalışıyorum diye..Ben en doğrusu bu, bizde böyle yapıyoruz dedim. O ekibinde taktisyen imiş yarışlarda çok önemli bir pozisyon ve çok dikkatli kendisi..Serhat bey titiz ve nazik her şeyi sırası ile inceliyor onarıyor test ediyor ve yerleştiriyor.

Bugün 21 nisan 2014 pazartesi artık yola çıkmaya hazırız. Teknenin içini neta ediyoruz. Suları doldurduk . Mazot aldık. Herşey yolunda.. Hava sakin seyir için uygun .. Sabah kahvaltısı süper doyurucu bir omlet yaptım ekibe ve tabiî ki sonrası türk kahvesi… Şimdi dingy arkaya takılıyor ve ….yolculuğun devamını seyir notları 2 ile 3 de bulabilirsiniz..
devamını oku →

Kaptanlık ve kaptan Paşalık kurumu tamamen Türklere has bir teşkilât olup,...

BEY..REİS..PAŞA..KAPTAN.. NEREDEN NEREYE...

Güncel bir konu olması nedeni ile ilk paylaşımı tarihimizde gemideki en üst sıfatı taşıyan , geminin sevk ve idaresinden sorumlu kişiye hitap edilen adla başlamak istiyorum..
Türkler denizciliğe beylerbeyliği dönemimde başlamışlardır. İlk denizcimizin bilinen tarihi 1088-1090 dönemlerindedir. Bu tarihte büyük denizcilerin sıfatı BEY olarak geçmektedir. 1465 tarihinden sonra büyük denizcilerimiz REİS, Osmanlılarda divana girmeye başladıkları tarihten sonrada PAŞA olarak anılmışlardır.
Tarihten günümüze kadar bu konuda oldukça kapsamlı arşiv tutulmaya çalışılmıştır. Güzel olan tutulmuş arşivlerin çoğu günümüze kadar gelebilmiş ve bizlere bu konuda kapsamlı bir araştırma kaynağı olmuştur. Ancak yinede bazı konularda ikilemler oluşmasının önüne geçilememiştir.

DENİZCİLİK TERİMLERİNİN DİLİMİZE YERLEŞMESİ VE BU KONUDA YAPILAN ÇALIŞMALAR


Anadolu beylerbeylikleri ve devamında Osmanlı İmparatorluğu bulundukları devirlerin gereği olarak zamanın şartlarının imkân verdiği ölçülerde yazılı kitap, seyahatname veya harita olarak bahriyenin yetiştirdiği kişilerin bilgilerini paylaşmaları denizcileri aydınlatmıştır. Piri Reis, Seydi Ali Reis, Barbaros’un eserleri hep bu doğrultuda hizmet için yazılmıştır. Yeni keşiflerin yapılması, yelken devrine geçiş, gemi tiplerinin değişmesi, kalyon ve kadırga gibi, gemi toplarının kullanılması, gemi muharebeleri ve savaş taktiklerinin değişmesi hususlarında bu yazılı eserler yeniliğe uyum sürecinin kısalmasına yardımcı olmuştur.
Kaptan kelimesinin dilimize nasıl ve ne şekilde yerleştiği konusunda bize rehber olacak geçmişten günümüze gelerek karşımıza çıkan birkaç araştırma görüyoruz. Ancak denizcilik temrinleri konusundaki en önemli ve bize rehber olacak kaynak, Piri Reis’ in “Kitab-ı Bahriyye”si, Seydi Ali Reis’in “el-Muhit fi’l-kevakib der ilm-i derya ve Mir’atul Memalik” isimli eserleridir..
XVII. yüzyıla ait kaynaklar arasında yer alan Katip Çelebi’nin “Tuhfetu-l Kibar fi Esfari’l Bihar” isimli meşhur eseri denizcilikle ilgili birçok bilginin yanı sıra dönemin deniz teknolojisine terminolojik açıklamalar getirmesi bakımından dikkat çekmektedir. “Makale-i Zindancı Mahmud Kapudan beray-ı feth ü zafer-i keştiy-i Maltiz-i la’in düzeh mekin” adlı eser konuya güzel bir örnektir. Bu kitapta Mahmud Kaptan’ın Maltalılarla yaptığı muharebe ele alınmıştır. Kuzey Afrika’da faaliyet gösteren Türk denizcileri ve zamanın gemilerinin teknik özellikleri hakkında bilgi vermektedir. (1)

Gelelim denizcilik terimlerinin sözcük Kökenlerine….

Osmanlıca denizcilik dilini kayıt altına alan ‘dilimizin ilk gerçek deniz sözlüğü’ Süleyman Nutki tarafından derlenen ‘Kamûs-i Bahrî’ (Deniz Sözlüğü/1917) denizcilik dilinin kaynakları konusundaki ilk Latince yayınlanmış sözlüktür.
Daha sonra yapılan en büyük ve en uzun kapsamlı araştırma , Deniz Müzesinin kuruluşunun da yer aldığı deniz subayı Binbaşı Süleyman Nutki tarafından yapılmıştır. Süleyman Nutki’nin derlediği eserde yaklaşık 3500 madde yer almaktadır. Süleyman Nutki kitabında tüm denizcilik terimlerinin , şimdiye kadar kullanılmakta olan uyarlanmış kelimelerin asıl ve türetilenleri de kaybolmuştur,” cümlesiyle sözlüğü hazırlamaktaki amacını açıklamaktadır. Yani bilinenlerin dışında türemiş kelimelerin çoğunun kaynağı bilinmemektedir.

KAPTAN KELİMESİ NEREDEN TÜREDİ O ZAMAN

Bu konudaki en kapsamlı araştırmayı yapan , A. İhsan Gencerve İ. Parmaksızoğlu’nun belirttiğine göre; Kaptanlık ve kaptan Paşalık kurumu tamamen Türklere has bir teşkilât olup, burada Bizans dahil başka bir milletin etkisini ya da bu kurumun herhangi bir şekilde Türkler tarafından kopya edildiğini düşünmek yanlıştır. Bu nedenle Kaptan-ı Deryâlık kurumunu Osmanlı denizciliği teşkilatı içerisinde değerlendirmek gerekmektedir.

Diğer bir görüş ise Osmanlı Devleti’nin özellikle denizcilik teşkilatına ait birçok kurum ve kuruluş bir esinlenmenin veya uyarlamanın ürünüdür. Bu bakımdan diyebiliriz ki, Osmanlı denizcilik teşkilatındaki bazı terim ve temrinlerin batılı devletlerden esinlenmiştir Venedikliler, Cenevizliler ve İspanyollar gibi milletlerin denizcilik konusunda etkilerinin olduğu da düşünülebilinir...

Bir diğer araştırmada ise ; Kaptan-ı Deryâ kelimesinin kökeni, “capitaneus” veya “capitanus” kelimelerin-den gelmekle birlikte, özellikle “paşa”, “deryâ” ve kısmen “bâhir(bahr)” kelimeleri ile eş anlama gelmektedir.

Sonuç olarak kaptan kelimesinin de dahil olduğu birçok denizcilik teriminin bizden mi avrupaya, avrupadan mı bize geçtiği konusunda net bilgi yoktur..Aynı şekilde bazı terimlerin Araplardan mı bize, bizden mi Araplara geçtiği konusunda yine net bir bilgi yoktur..

Kaynaklar (1) Pehlivanlı Hamit, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Sayı 61, Cilt : XXI,
Mart 2005
Deniz Sözlüğü Mustafa Pultar
Dz.K.K.lığı dergisi tarihçesi


Teşekkürler : Paylaşım Sn.Vural PERK
devamını oku →

İYİ BİR YAŞAMIN SIRRI / Haldun SEVEL

Çünkü doğa bize, daha az ile yetinme ahlakı ve mutlu olma hakkı sunar… 

Gökova koylarının bağrında, emektar teknem Maviş’in sıcaklığında, şu kış günlerinin ıssızlığında, orada yaşadığım her gün, her gün batışı, her gün doğumu ve her gece, her mehtap, sonsuz samanyolu, yazılası bir öykü kadar güzeldir bütün bunların hepsi…

Karnım acıkır bazen gözlerim dalar, şöyle bol domatesli, patatesli bir İzmir köfte hayal ederim ve yanında daha soğumamış tap taze bir köy ekmeği, limonlu zeytinyağlı bir çoban salata… İçimin aç gözlülüğü dürtükler beni, “hadi bas marşa, yürü git bağlan marinete, fırla git Marmaris’e, ister İzmir köfteni ye, ister güzel bir İskender, yeşil salata… Cevap vermem o sese, sadece denize bakarım, attığım bayat ekmek kırıntılarını yiyen Melenur’larımı seyrederim… Sahilinde denize değen çalılar arasında onları avlayan Balıkçıl’a ve Balıkçıl’ın üstünde daireler çizen yalnız ve cesur Miho kuşuna bakarım, Buhur ağaçlarının kokusunu taşıyan rüzgâra uzanırım nefesimle… Denizin bin bir desenli renklerine imrenirim, içim gider, denizle sevişesim gelir, içimdeki ses utanır susar…

Yaşama dair beklentilerimizde, kendimizi tevazu ve alçak gönüllülüğün yerine, arzuların ve hırsların yükselişine bıraktığımızda, sürekli bir hayal kırıklığı içinde yaşamaya başlarız… Ve dolayısı ile hırslarımız ne kadar büyük ve ölçüsüz olursa tahammülsüzlük sıkıntısı da o denli büyümeye devam eder

Spinoza: “gerçek lüks, kendi hayatını keşfetmek, kendi kaderini yönetmektir… 
Gerçek lüks, doğa ile iletişim, sessizlik ve savrulmaları olmayan ağır ritimli bir yaşam ve doğanın içinde ve zamanın dışında yaşamak zevki ve istemli aylaklıktır… İşte bunlar satın alınamayacak bir dolu nadir ayrıcalıktır…

Spinoza abi denizci miydi bilmem ama çok doğru sözler söylemiş… Çünkü lüks denince, bunun aracı olarak da akla önce de sonra da para geliyor… Bence asıl mesele şu ki… Çok para sahibi olmak için kısıtlı yaşam süremizden hangi bedeli ödemeye hazırız? Eskilerin dediği gibi sahip olduklarımızın bize sahip olmasını istemiyorsak, harcamalarımızı, tutkularımızı tatmin etme olanağı verse de, harcamalarımıza hiç durmadan kaynak yaratmak, olmuyorsa borçlanmak yerine, her fırsatta doğaya koşarak, gerçek manevi tatmini hayatımızdaki aç ve üzgün ruhumuzdaki yerine koymayı tercih etmeliyiz…

İşte ben ve dostlarım bu yüzden sadece denizlerde yaşıyoruz.
Doğa bize daha az ile yetinme ahlakını sunuyor…


Lüks daireler, Lüks yatlar, çok pahalı otomobiller, vs. vs. Diğerlerinin gözlerini kamaştırmak, ya da en azından onlarla eşit düzeyde olmak için kendi seviyemizde olan insanlarla sürekli rekabet ederiz… Kazanç ve lüks konusunda daha başarılı olanlar karşısında kıskançlıktan kıvranır… Bunun yanı sıra bizim hayat seviyemizi yakalamayı başaramamış olanları da hor görürüz…

Öte yandan doğa bize daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakını öğretir…

Düşünür Albert Birot bu konuda tam yerine oturan bir söz söylemiş “ …hepimiz kendi gücümüzle kendi alışkanlıklarımızın katili haline gelirsek, işte o zaman gündelik hayatımız dahi bize mucizeler yaratmaya başlaya bilir!”

Peki, nedir bu alışkanlıklar? Yani çocukluğumuzdan itibaren bize çakılan alışkanlıklar… Dünyanın baronlarından Ernst von Salomon aynen şöyle demiş “ Biz halkın mutlu olması için mücadele etmiyoruz. Ona bir kaderi benimsetmek için mücadele ediyoruz”

Bin yıllar öncesine gidelim, Platon ‘Devlet’ adlı eserinde, halkı, gönlünü hoş tutmak için, tüylerinin çıktığı yöne doğru okşanması gereken koca bir hayvana benzetir… Yani insanlık tarihi boyunca değişen hiçbir şey yok, ‘otur’ komutuna itaat eden o büyük çoğunluk için.

Bu gün biliyoruz ki haz ve mutluluklarımız bize sunulan şeylerde değil, DNA sarmallarımızda kayıtlıdır… Mutlu ve haz dolu bir hayatın nasıl olması gerektiğine karar vermek bizim önümüze sunulanların ve sunanların işi değildir… Yaşam ustalarından Drieu La Rochelle bir gün bir toplantıda şöyle haykırmış “ Yalnızca aşırı uçlarda yaşamak istiyorum, ortalama olan her şey bana çığlık atma hissi veriyor, tek bir modelin çemberinden kaçmayı öğrenmeliyiz ”

İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizler ülkesinde yaşıyoruz, orada Ernst von Salomon gibilerin sesi işitilmez…
Doğa ve deniz, daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak mutlu olabilme hakkını sunar…


“Neden bebek sayılacak bir yaşta okula gitmek zorundayız? Öncelikle sessiz durmayı, dakik olmayı ve toplu itaati öğrenmek için” der Kant. Çocukluktan itibaren ruhumuza kazınan bu düzen alışkanlığı, bizi bir daha asla terk etmeyecektir… Yaramaz ve hayalci iken, uslu, itaatkâr ve düzenli hale geliriz”

Ve böylece ne olur? Evet, geleceği hayal etmek çekicidir, ama sonuçta onu gerçekleştiremeyen ve sadece hayali ile yetinen ve böylece ömürlerini tüketen itaatkârlar haline yaşarız.

Gündelik hayatı tekrar tekrar yaşamaktan kurtulmak… Kim bir an olsun böyle bir hayalle mutlu olmamıştır ki?

Andre Breton: “Şimdilik yaşamın ürkütücü ve bezdirici mutsuzluğuna ve bayağılığına karşı, terör ve savaş dışında bir çare bulunamamıştır” der… Demek ki Andre abimizin hiçbir zaman o mavi bir dünyadan haberi olmadı.

Çünkü deniz daha az ile yetinme ahlakı ve bunun sonucu olarak da mutlu olabilme hakkı sunar…
Mutluluk üzerine yazılan kitapların o kadar yavan olmasına neden olan şey, genellikle hep aynı mesajı vermeleridir… Efendim yaşadıklarınızdan memnun olun… Yok efendim sahip olduğunuz hayatı isteyin, onun kıymetini bilin… Bu kadar yavan bir bilgelik, insanı dünyadaki en güzel şeylerden mahrum yaşamaktan başka hiçbir işe yaramaz…

Her gün televizyon haberlerinde dünyadaki ve ülkemizdeki felaketleri seyretmek nedir? Etkisi nedir? Aslında başkalarının yaşadığı felaketlerden zevk almayız tabi ki, ama hangi felaketlerden kurtulduğumuzu da görerek, farkına varsak da varmasak da, kendimiz şanslı hissederiz.

İnsanın başına gelebilecek en kötü olay, en kötü şey, bile bile kendi mutluluğunu ıskalayıp geçip gitmektir… ‘Haz dolu yaşam’ denen mucizenin yaşamamız gereken bir hayat tarzında olduğuna karar verememek… Ya da cesaret edemeyerek, bir gün her şeyi beklediğiniz biçimde değiştirecek bir sürpriz, ya da mucizevi bir gelişmenin olmasını, boşu boşuna beklemektir.

Yani basit bir müsvedde gibi olan yaşamınızın tatsız ve monoton dengesinin çok geçmeden değişip, istediğiniz biçimde gelişeceğine boşu boşuna inanıp beklemek… Bu ancak şu demektir, yaşamın bize sunmaya hazır olduğu gerçek mutluluk ve hazlara karşı, dünyanın ve yaradılışın bize sunduğu zevklerinden el ayak çekerek, yaşanabilir o güzel hayatı ölüme kadar erteleme olgusudur...

Tanrıya inanıyor musunuz? Ya da Halikarnas Balıkçısı gibi yaradılışa inanıyor musunuz? O zaman size sormak isterim… Denizlerdeki, birbirinden müstesna koylardaki o cennet güzellikler niçin var? Niçin var edilmiş ya da yaratılmış? Söyler misiniz?

Denizler sadece yaradılışın bize ihsan ettiği güzellikleri sunmaz… Daha az ile yetinme ahlakı vererek insan olduğumuzu öğretir.

İşte ben ve dostlarım bunun için denizlerde yaşıyoruz… Hiçbir mabette Tanrının yarattığı güzelliklere ve dolayısı ile Tanrının kendisine bu kadar yakın olamazsınız.


Daha güzel, daha yaman bir başka tarz hayat her zaman mümkündür… Monoton bir iş ya da aile ortamında sıkıntı içindeki hangi çocuk, hangi genç, hangi ergen bir haz titremesi, bir iç çekişle bu çağrıyı hissetmemiştir ki? Hiç kimse içinde doğup büyüdüğü o bastırılmış koşullara, sosyal ortama, ailesinin hatta eşinin durağan dünyasına mahkûm değildir.

Bir çitin ardında gördüğü, muhteşem ölçüde baştan çıkarıcı güzellikte bir köylü kadınının çıldırtan cilveleri karşısında coşan ‘Pecuchet’ “insanı haz ve gerçek mutluluklarla alt üst edici dünyanın varlığı yaşandığında, yaşam adeta yaradılışın vahiyleriyle devam eder” diyor.

Bir başka yaşam analisti Lewis Carroll’un dediği gibi, “gizeme ve keşfedilmemişe, her zaman bir açık kapı bırakmak gerekir. Bu durum oluştuğunda, yaşanacak her şey, her aşk ve her haz, her heyecan, bizi rutin monotonluğun yarattığı küçülmüşlüğün sıkıcı gücünden kurtaracak, büyülü güzellikteki kıyılara, koylara taşıyacaktır.” Demek ki Lewis abimiz de denizin ve koyları muhteşem güzelliğinin farkına varmış.

Ben ve dostlarım işte bunun için artık tamamen denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz… Ama arsızca değil… 
Çünkü deniz insana daha az ile yetinme ve mutlu olma ahlakı sunar.
Hiçliğin sonuna kadar giden insanlar olmayalım… İşte sanırım çağımızın cehennemi de budur, yavanlık yani, yavan bir hayat… İş hayatı denen o sürekli çalışma ile geçen gündelik hayatta katlanılan yüzlerce üzüntü ve gerilim ve aceleciliğin getirdiği körlük, sadece vücut yorgunluğuna değil, bizi yıpratan ağır bir sinir yorgunluğunun da içine atar… İşin kötüsü bu durumdan yalnızca dinlenerek kurtulacağımız yanılgısına düştüğümüzdür… Bu yorgunluk, aslında sadece tek düze yaşamanın getirdiği ağır bir yorgunluktur ve sadece dinlenerek geçmez, kesinlikle geçmez.

Sadece dinlenirsek, sadece alışkanlıklarımıza tutunursak, evet bu bize bir nevi emniyette olduğumuz hissi verir, hatta var oluşumuza sahte bir ritim de verir, ama ruh sağlığımızı vermez, cesaret vermez, durağanlık durağanlığı doğurur… Ve maalesef toplum dünyasının tamamında yavanlıktan kurtulmamızı sağlayabilecek şeyler, tamamen ortadan kaldırılmıştır, yani uyuşturucu televizyondan ve boyalı, ticari, siyasi basından kurtulmamız… Kalıpların dışına çıkmamanız göze gözükmeyen yasaklarla korunur.

Gerçek haz ve mutluluk kesinlikle şehir yaşamı değildir, haz ve mutluluk doğa kanunları ile insanın uyuşmasıdır, doğaya ait olduğumuz bilincini sakın terk etmeyin…

Yaşam analistlerinin mutluluk için söyledikleri an iyi tespit bence şudur… “…mutluluk olarak adlandırdığımız şey, yüksek ihtiyaç gerilimi haline gelmiş fiziki ve duygusal ihtiyaçlarımızın, ani bir tatmini ile ulaştığımız hazdır…

Evet, bence de aynen böyle… Yani mutluluk, mutsuzluğun yokluğu değildir, mutsuzluk ve üzüntü o zaman zaman hep yanımızda olabilir… Net mutluluk bizim zekâmıza, cesaretimize bağlı olan bir kabiliyetimizdir…

Ama bütün bunlara rağmen, acı bir son bekler bizi… Bu hazlar tüm ömrümüzce bizle beraber değildir, yaşımız, yaşlanmamız kendini belli etmeye başladığında, bedenimiz de bize yavaş yavaş ihanet etmeye başlar… Rahatsızlıklar her yanımızı kaplamaya ve zevklerimiz gösterdiğimiz tüm titizliğe ya da kararlılığa hiç gözümüzün yaşına bakmadan, belli bir hızla bizden uzaklaşmaya başlarlar…

İşte bu yüzden ben ve dostlarım denizde ve teknelerimizde yaşıyoruz…

Biraz acele edin.

Haldun Sevel.
devamını oku →

Dünya Varmış / Ekrem İNÖZÜ

Karanın sonu, denizin başı... 

Kendi ağzından " İş hayatımın son yıllarıydı. O gece, artık unuttuğum yıldızları ve gökyüzünü yeniden keşfettim. 'Ne yapıyorum ben, istediğim ne?', diye kendime sormaya başladım. Ama büyük hızla yoluna devam eden hayat ve iş treninden inmek ya da tren değiştirmek mümkün değildi. Ülkenin o zamanki şartları dahilinde, durmak bir seçenek değildi; tüm zorluklara ve engellere rağmen insan her zaman devam etmeliydi. İşte böyle bir ortamda, kurduğumuz fabrikayı satma firsatı geçti elimize. Çok kısa bir sürede fabrikayı satıp hayallerime kavuştum.

İş yaşantımı sonlandırınca, karadan denizi değil denizden karayı seyretmeye karar verdim. Şirketimin satışından elime geçen paranın bir kısmı ile içinde rahatlıkla yaşayabileceğim, dünyanın her yerine yelken açabileceğim teknemi aldım. "


Dünya seyahatine kızının adını (Anouk) verdiği 17 metre boyundaki; 57 RS model Nautor's Swan yelkenlisi ile çıkan İnözü, yolculuğa Bodrum’dan başladı. Nisan 2004’te başlayan dünya turu 2007'de sonlandı. 

Seyahatini; "Dünya Varmış" adlı kitabında anlattı. 


"Kitabımda dünya turum süresince gördüğüm güzel yerleri, iyi insanları ve hoş deneyimleri olduğu kadar; kötü tecrübeleri, yanlış davranışları ve yer yer sefalet içindeki insanların durumlarını da sizlere aktarmaya çalıştım. Buradaki amacım, sizi özendirip aynı işi yapmanıza ön ayak olmak ve sizlerle ortak bir hayali paylaşmakla beraber, madalyonun diğer yüzünü de gözlerinizin önüne getirmekti. Hayaller olmadan yola çıkılamaz ancak şunu da belirteyim, denizci olmak için hayal kurmak yetmez. Tekne yaşamını ve zorluklarını kabul etmeniz lazım çünkü denizdeyken her an kendi kendinizi sınıyorsunuz. Gecelerin, gökyüzünün, gün batışının veya doğuşunun sihrinde kayboluyorsunuz. Sonra bir de bakıyorsunuz seyahat sona ermiş ve geride unutulmaz anılar size el sallıyor. Öyle güzel anılar ki kitabımı yazarken kullandığım her kelimede ve seçtiğim her resimde aldığım keyif, bana seyahatimi bir kere daha yaşattı. 

Sizlerle bir konuyu daha paylaşmak istiyorum: biz denizciler de balıkçılar gibiyizdir, olayları biraz şişiririz. Yakaladığımız balık 5 kilodan 10 kiloya çıkıverir, okyanus veya uzunca bir seyahatin sonunda karşılaştığımız fırtınaysa 35 knot rüzgârdan 55 knota yükseliverir. Bazen de 6 knot olan hızımıza 9,5 knot deyip kendimizi mutlu ederiz. Dalga yüksekliğiyse bambaşka bir konu: iki katlı ev boyu dalgalar vs. okuyanın veya dinleyenin dikkatini cezbetmek içindir.

Şimdi siz de bana "Ya, sen hiç mi palavra atmadın?"diye soruyorsunuzdur. Tabii ki her denizci gibi ben de attım ama neyin ne kadar doğru olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum, denizci arkadaşlarım.

Biz deniz hakkında bu kadar konuşuruz da deniz hiç mi konuşmaz, hiç mi dinlemez? 
Şarkı söylemez mi, gülüp eğlenmez mi, yeri geldiğinde de kızmaz mı? Hayatım boyunca denizle iç içe bir yaşam sürmüş oluşum, denizi dinlemeyi ve onunla konuşmayı öğrenmemi sağladı. Sanırım denizlerin benimle konuşmasının nedeninde ona duyduğum sevginin olduğu kadar, korkuyla karışık saygıdan da etkisi vardır. Siz, size saygı göstermeyen birisiyle iletişim kurabilir misiniz?

İşte bakınız, küçük bir parçasını okuyunuz… Yıllardır ruhumda taşıdığım, iç içe yaşadığım ve beni kıtadan kıtaya taşıyıp güzelliklere götüren tüm dünya denizleri bana neler anlatmışlar…

"Bizim denizimiz Akdeniz, Süveyş Kanalı'nın sonunda bizi bekliyordu. Akdeniz'e sinirli bir gününde vardık, karşı gelmedik , bizi istediği yere götürmesine izin verdik ve kendimizi Göcek yerine İsrail'de bulduk. Bu yolculukta az da olsa tecrübe kazandığımı o zaman anladım ve dümeni hemen denizin 'git' dediği yöne kırdım. Sonra biraz sakinleşti, rüzgârın yönünü değiştirdi ve evimize selametle gelip, Göcek Marina'da arkadaşlarımın ikram ettiği şampanyayı yudumladım. Bu arada, çaktırmadan bir bardak da Akdeniz'e ikram ettim.

Her yanı modern haberleşme cihazları ile donatılmış olan teknemde, en önemli mesajların denizin kendisinden geldiğini anladım. Bu modern cihazlar olmadan aynı gezileri yapanların denizle iletişimleri çok daha ilginç olmalı diye düşünüyorum.

Siz de denize kulak verin, mutlaka yolunuzu gösterecektir."


Sudan çıkmış balıklar...

Dünya turunu tamamladıktan sonra, üniversite diplomamı aldığım veya askerliğimi bitirdiğim günkü duygularıma benzeyen hisler yaşadım. Eee, gezdik geldik işte ne oldu? Keyifli bir yolculuk yapıp güzel şeyler gördük, tamam. Ya sonrası? Kocaman bir boşluk hissi...

Şimdi ne yapacağım, acaba normal hayata dönebilecek miyim? Üç yılı aşkın bir zamandır görmediğim arkadaşlarımla karşılaşmamız ne tür hisler uyandıracak? Evet, birbirimizi özledik ama şimdi dünya turumu anlatarak onların tek düze hayatlarını nasıl etkilerim? gibi onlarca düşünce beynimi kemiriyordu.

Döndükten sonra karşılaştığım insanlara, sadece soru sorulursa kısaca cevap veriyordum. Daha fazlasının ukalalık olacağını hemen hissettim. Doğrusu kimse de öyle çok soru sormadı… Ben de şimdilik normal hayata dönme işini erteledim, harıl harıl teknemi ikinci bir yolculuğa hazırlıyorum.


Bu kitabı yazdıktan sonra düşündüm de ben, normal bir insanın:

200 senede seveceği kadar sevdim,

200 senede gezebileceği kadar gezdim,

200 senede kazanabileceği kadar kazandım,

200 senede ödeyeceği kadar vergi ödedim,

200 senede edineceğinden fazla arkadaş edindim,

200 senede çalışabileceğinden fazla çalıştım.
Allah'ım, sana şükürler olsun...
Yelkenlerinizi dost rüzgârlarların doldurması dileğiyle..."


Yazı ve fotoğraflar ve seyahate ilişkin tüm detaylar için : http://www.ekreminozu.com


  • 57 RS model olan Anouk, 1998 yılında Finlandiya'da Nautor's Swan yapımı olup, sadece 7 adet üretilmiştir. 

Toplam Uzunluk : 17,88 m 
Omurga Uzunluğu : 17,88 m 

Su Hattı Uzunluğu : 13,57 m 

Genişlik : 4,85 m 

Su Çekimi : 2,7 m 

Net Ton : 24500 kg 

Gros Ton : 27.300 kg 
Safra Ağırlığı : 9230 kg 
Yakıt Kapasitesi : 1050 litre 
Su Kapasitesi : 1030 litre 
Motor : Perkins Sabre M 135 92 kW (125 SHP) 
Jeneratör Seti : Westerbeke 6K VA

    Ekrem İnözü, bir kaç yıl sonra tekrar yola çıkıyor ve  Akdeniz, Atlantik, Madeira, Yeşil Adalar, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Şili tecrübesini yazdığı "Dünya Varmış 2" kitabında anlatıyor..

    Kendi cümleleri ile  diyor ki; " Anouk ile dünyanın ucuna yolculuk. Akdeniz, Atlantik, Madeira, Yeşil Adalar, Brezilya, Uruguay, Arjantin ve Şili. Dünya denizlerinde geçen 20 yıl ve 100.000 milin öğrettikleri. 

    Teknem ile uzaklara gidip ordaki hayatları yaşamak istememin nedeni; bir şeylerden kaçmak, bir şeyleri ispatlamak ya da topluma arkamı dönüp "medeniyetten" uzak bir yaşam sürmek değil. Kendi iç dünyamı keşfetmek, sınırlarımı zorlamak, yapılmayanı yapmak gibi amaçlarım yok. Bu geziyi ve diğerlerini dünyayı görüp kendimi eğitmek için yapıyorum. Örnek olmak, kahraman ilan edilmek hiç derdim değil. 
    "EN"siz ve "İLK"siz, keyfe keder bir gezi... Dersem de inanmayın zira Ushuaia'da "EN" lezzetli muhlama bizim teknede pişti. Horn Burnu civarında Kısmet'in zulasından çıkmış "EN" lezzetli rakıyı 10 bin yıllık buzuldan kopmuş buzla biz içtik. Kuzey yarıkürede yakaladığımız balığı güney yarıkürede tekneye alan "İLK" tekne yine biziz. Pia Buzulu önünde "İLK" pastırmalı yumurtayı da biz mi yedik? Onu bilemiyorum... 

    Geziyor, değişik ülkeler, insanlar görüp o uzak ülkelerin hayatlarını yaşıyorum. Gezdiğim ülkenin insanlarına ait yaşam tarzlarıyla, ülkelerin ekonomileriyle ilgili karşılaştırmalar yapıp iyisini, kötüsünü anlamaya çalışıyorum. Farklı toplumları gözlemlemek çok öğretici bir şey. Memleketimin gözlediğim ülkelerden daha iyi olması en büyük arzum. "

devamını oku →

Alim Kaptan... Açık denizlerin kaptanı...İşte yine gidiyorsun..

“Hayallere Yelken Açtım”

Alim ve Hattaya Sür çiftinin, dünya seyahatini anlattığı “Hayallere Yelken Açtım” kitabı, güzel bir üslupla yazılmış bir anı ve rehber kitap 2013 eylül'de Naviga yayınlarından çıktı.
Kitapta,Hattaya Sür’ün de nefis yemek tarifleri de yer alıyor.


Bu kitap bir hayalin nasıl gerçekleştiğinin örnek öyküsü olarak özetlenebilir... 
Daha çocuk yaşlarda iken büyük usta Sadun Boro’nun seyahatinden ilham alarak, yelkenle dünya turu hayalini yıllarca kafasında besleyip, daha sonra bir katamarana kavuşup, eşiyle birlikte hayallerini gerçekleştiren Alim Sür’ün yolculuğu dört buçuk yıl sürmüştü...

Alim Sür, Fethiyeli Türk denizci ve turizmci. Tayland doğumlu, Çinli asıllı Türk eşi Hattaya Sür ile birlikte 2003 yılında Prout 33 Quest marka katamaran teknesiyle çıktığı dört yıllık dünya turunu Haziran 2008'de tamamlamıştı. Eşi Hattaya ile evlenirken dahi dünya turuna çıkmayı şart koşan denizci, 16 Eylül 2003 günü Fethiye Ece Saray Marina’dan My Chance isimli Türk bayraklı ilk katamaran tekne ile seyahatine başlamıştı. İngiliz yapımı Prout, tek direk yelken bir katamaran olan My Chance, 9.75m. boyunda ve 4.40m. eninde bir teknedir.
Yolculuk süresinde zaman zaman fırtına mevsiminin geçmesini beklemek için teknelerini karaya çekip, bu süre içinde Türkiye'ye gelen Alim-Hattaya Sür çifti, yolculuklarını planladıkları gibi Sadun Boro'nun dünya yolculuğunun tamamlayışının yıldönümü olan 15 Haziran'da sona erdirmeyi başardılar.



Alim Sür kitabında şunları vurguluyor:

“Önemli olan uzun yolda seyir halidir... Yelkenli tekne, seyahat ederek yeni coğrafyalar keşfetmeyi seven insanlar için en iyi araçtır. Çünkü bir gezi teknesinin hızıyla dünyayı arşınlarken, yakalanan güzellikler çoğalır. En çok merak edilenlerin başında böyle bir seyahatin maliyeti gelir. Nedense tekneyle dünya turu, ‘Varlıklı insanların yapabileceği bir yolculuk!’ olarak yorumlanır. Aksine bu durum tamamen farklıdır. Bugünden geriye şöyle bir baktığımızda, dünya turu yapmış denizcilerin büyük kısmının teknelerinin çok mütevazı, bütçelerinin de kısıtlı olduğunu görürsünüz. Bunların en başında da hepimize ilham kaynağı olan ‘Pupa Yelken’in yazarı Sadun Boro gelir...”
Marmaris’ten yola çıkıp Akdeniz, Atlantik, Panama, Pasifik, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Akdeniz rotasında yaşadıklarını, ada ada, ülke ülke gittiği yerlerin özelliklerini hatta koordinatlarıyla birlikte demir yerlerini okuyucuyla paylaşan bu kitap, yeni gezginler için sanki yardımcı bir pilot veya rehber niteliği de taşıyor...
Alim Sür’ün kitabının arka kapağında ise büyük denizci Sadun Boro’nun bir tanıtım yazısı yer alıyor.

Alim Sür ve yeni başlayacağı yolculuğuna ilişkin 30 eylül 2013 tarihli Hürriyet gazetesinde çıkan Fatih Çekirge imzalı yazı şöyle başlıyor...

         "Bir okyanus sevdalısına güle güle demek isteyen kim varsa...

GECE yarısı bir balina çarpmıştı onlara...
Pasifik’te...Markiz Adaları’na doğru giderken...02-04 nöbetinde Hattaya vardı...Tekne bir sarsıldı. Öyle korktular ki...Sonra dev gibi bir balinanın koca kuyruğunu gördüler.
Sabaha kadar uyumadılar.
Çünkü intikamcı balinaların denizlerinden geçiyorlardı.
Alim Sür işte öyle bir kaptandır.
Dünyayı dolaştı geldi.
Son olarak Okluk Koyu’nda hayallerimizin Poseidon’u Sadun Abimizle oturmuştuk.
Açık denizleri konuşmuştuk.
Sadun Abi her zamanki gibi bana talimatlar vermişti:“Bak Çekirge, eğer bu güzelim koylara sahip çıkmazsan. Bu denizleri beton canavarlarına müteahhitlere yedirtirsen kanatlarını yolarım...”Okluk’da Kaptan Mustafa’nın yerinde güneş henüz batmıştı.
Alim Kaptan’ın gözleri uzaklara doğru dalıyordu.O zaman anlamıştım.
Yine açık denizler çağırıyordu içindeki korsanı...Biz genelde böyle gidip de gelmemek ihtimali olan açık deniz yolcuları için ayrılacağı son limandan giden denizcileri selamlayarak uğurlarız.Osman Atasoy Kaptan’a dedim ki?“Bu defa gidip uğurlamak yerine birer deniz satırı yazalım Alim ve Hattaya Kaptan için...”“Tamam” dedi Osman...Biliyorum, “Tamam” derken de içinden fırtınalar geçmişti.
Osman ve Sibel, Antarktika’ya çıkan ilk Türk denizcileridir.
Ama ondan önce, benim kalbimi denizlere açan ilk dostumdur.Ondan rica ettim.Kırmadı.
Bazı isimler verdi Alim Kaptan’a güle güle mesajı yazsınlar diye...Elbette önce Sadun Abimiz...Sonra sırasıyla, Necati Zincirkıran, Haluk Karamanoğlu, Hakan Öge, Ekrem İnözü, Tanıl Tuncel...ve ben de ekliyorum.
Meriç Köyatası ve daha hangi denizcinin gönlü varsa bir güle güle mesajı göndersin Alim ve Hattaya için...Gidip de gelmemek var.
Denizlerimizin kıymetini bilen kim varsa kısa bir mesaj, pupasından göndereceğiz Alim Kaptan’a...
 İlk mesaj Osman Atasoy’dan:
“Alim Kaptan...
Açık denizlerin kaptanı...Aynı zamanda sessizliğin ve alçakgönüllülüğün de kaptanı...İşte yine gidiyorsun.
Uzun süre duramadın bu kalabalık sularda, değil mi!Yeniden okyanuslara çıkacağın için en az senin kadar sevinçliyim.
Pruvan neta, şansın açık olsun...”
devamını oku →

Ayfer Er, dünyayı dolaşan yedinci Türk denizci ve ikinci Türk kadını..


1993 yazı... İstanbul’da stilistlik yapan Ayfer Er, Datça’ya tatile gider... Bir akşam üzeri deniz kenarında otururken, arkadaşları koyda demirlemiş yelkenlilerle ilgili konuşmaya başlar... Teknelerden biri Er’in dikkatini çeker... Teknenin bir ‘Hallberg Rassy’ olduğunu öğrenir... İşte o merak ettiği tekne hem ona aşkın kapılarını hem de denizlerde beş yıl sürecek bir dünya turunun yolunu açar... Ayfer Er, 15 günde aşık olduğu İsveçli mühendis Göran ve bir Hallberg Rassy ile tam beş yıl sürecek dünya yolculuğuna yelken açar. 1993 yazında Datça’da başlayan seyahat 1998’de Antalya’da biter... 
Er, dünyayı dolaşan yedinci Türk denizci ve ikinci Türk kadını olarak tarihe geçer... (Birincisi Zuhal ATASOY) 

Ayfer Er'in anlatımı ile yol ve yolculuk hikayesi ;

İstanbulluyum aslında. Mesleğim stilistlik. 1993’te hem arkadaşlarımı ziyarete hem de tatile Datça’ya geldim. Bir ay kaldım. Eski eşim Göran’la tanışmamızla başladı her şey. Teknelere çok meraklıydı. Ben ise pek anlamıyordum. Bakıyor, sorular soruyorum. Her sorduğumu anlatıyor bana. İşte, “Bu, şu cins, bunun özellikleri şöyle” diye... “Nereden anlıyorsunuz?” dedim. O da, “Belirli özellikler var, oradan anlıyoruz” dedi. Çok güzel bir tekne gördüm, “Peki, şu ne?” dedim. O da, “O bir Hallberg Rassy ve teknelerin Rolss Royce’u” dedi. Sonra o tekneyle birlikte dünya seyahatine çıktık. Kaderimi işaretlemişim aslında ben hiç bilmeden onu sorarken. Ben öyle şeylere çok inanırım. Önce Simmi’ye gittik. Sonra, tanıştıktan 15 gün sonra bana, “Malta’ya kadar gidelim, geçinemezsek seni geri dönersin, ben dünya seyahatine giderim” dedi. 15-20 gün sonra İstanbul’a döndüm, Yunan vizemi aldım. 15 gün sonra yola çıktık. Malta’ya uğramadık bile. İtalya’dan geçtik, devam ettik. Gideceğimiz gece arkadaşlarım, “Adam katil midir nedir, bilmeden nasıl cesaret ediyorsun” dedi. Ben, “Boş verin, anlaşamazsak döneceğim” dedim. Gidiş o gidiş... Tamamen macera. Cebelitarık’a kadar geldik. İspanya’ya geçtik. Orada kaldık. Bir ara Türkiye’ye döndüm. Kanarya Adaları’na gittim ve oradan tekrar tekneyle devam ettik. Seyahat beş yıl sürdü. Ama bazı yerlerde mevsime göre kaldık. Örneğin oradan kasım-şubat arasında geçebiliyorsunuz. Çünkü rüzgarlar öyle. Okyanusta çok farklı esiyor rüzgarlar.Denizciliği hiç bilmeden çıktım yolculuğa. Sadece marina arkadaşlarım vardı. Yani teknelerine gidip, misafir olduğum. Onun haricinde fazla bilgim yoktu. Eşim İsveçli zaten o çok iyi biliyordu. 

Cahil cesareti derler ya... Örneğin, Atlantik’te hiç korkmadım. 

Kocaman kocaman dalgalar var orada. Ama orada işi çok iyi bilmiyordum. Bilmeyince insan korkmuyor. Pasifik’te Panama’dan Galapagos’a çıktık. Galapagos’a kadar dümdüz bir denizdi. Ama orada mide bulantım tuttu. Çünkü denizi öğrendikçe korku ortaya çıktı. Anladım ki, korkuyla mide bulanıyor. Çünkü deniz dümdüzdü. Atlantik’i geçtikten sonra bilir ve korkar oldum. Hindistan’da Koçin’den çıktık Umman’a giderken... Balina kuyruğuna çarptık. O bize çarpsaydı giderdik. Çok büyük çünkü. Denizde seyrederken, yarım saatte bir yukarı kontrole çıkıyorduk. Birden bir sarsıntıyla irkildik. “Ne oluyor” dedik ve çıkıp baktık. Sanki bir gemiye çarpmışız gibi bir sarsıntıydı. İleriden balinanın o büyük sesini duyunca anladık. Balinalar da nefes alabilmek için deniz yüzeyinde uyurlarmış. Anladık ki, ona hafifçe çarpmışız. Ondan sonra zaten Umman’a kadar uyumadık.

En çok etkilendiğim üç ülke sayabilirim. Venezüella, Avustralya ve Tayland. Tayland’a yerleşmeyi bile isterdim. Düşünün bir orman içinde orkide yetişiyor ve insanları çok sakin.



Sydney

En uzun seyir 23 gün sürdü... Galapagos’tan Markiz Adaları’na...
En korktuğum deniz Kızıldeniz... Çok korkunçtu. Rüzgar hep kuzeyden güneye esiyor. Dar bir deniz olduğu için dalgalar hep küçük küçük. Dolayısıyla siz gidiyorsunuz gidiyorsunuz ama aslında gidemiyorsunuz. Dalgalar geri atıyor. Teknemiz bozuldu. Bir arkadaşımız bizi 60 mil çekti.
Toplam 47 ülke gördük...5 yılda 60 bin dolar harcadık. 
Göran makine mühendisiydi. Mesleğiyle ilgili kitap yazmıştı. Ondan oldukça iyi bir geliri vardı. Evde yaşamak gibi değil, denizde yaşamak. Aslında her şeyi kendin yaptığın için masraf da öyle çok değil. Beş yılda 60 bin dolar harcadık. Motor var ama genelde hep yelkenle gittik. Yelkenden çok sıkıldığım zamanlar oldu. Mesela karşıda adayı görüyorsunuz, 60 mil var. Biz üç gün denizde Pasifik’in orta yerinde bekliyoruz rüzgar çıksın diye. Gece uyuyoruz kalkıyoruz, üç günde ancak 4 mil aşağıya doğru kaymışız. Çarşaf gibi okyanus. Sonra üç gün sonra bir fırtına başlıyor. İşte o zaman motoru kullanıyoruz. ‘İyi ki motoru, benzini harcamamışız’ diyoruz, çünkü o zaman çok ihtiyaç oluyor.
Tekrar gitmek istemedim. Doymuştum. 
Tekneyle gittiğin zaman bulaşık yıkıyorsun, çamaşır yıkıyorsun, yemek, ekmek yapıyorsun. Geceleri uyumuyorsun. Sürekli yelkenle ilgileniyorsun. Gençken yapılıyor bunlar. Benim için bitti deniz. Bir daha yapmaya, tekrar tekrar adrenaline ihtiyacım yok. Aslında dünyayı tekneyle dolaşan ilk Türk kadını Zuhal’le (Atasoy) düşündük, ama sonra tembellik ettik.

Döndükten 1-2 sene sonra ayrıldık. Benim çalışmam, para kazanmam lazımdı. “Gel, İstanbul’da yaşayalım” dedim, apartman hayatı onu sarmadı. Benden 13 yaş büyük. Kemer’de kaldı. 
Göran’dan sonra aşık olmadım. Tekrar evlenmedim. O sondu. Seyahat den geldiğimde 45 yaşımdaydım zaten.

Sonrasında Foça'ya yerleştim..

Meme kanseri olduktan sonra... Altı ay süren tedavim sonrasında babamı da kaybetmiştim... “Bütün dünyayı gezdim, Türkiye’yi tam gezmedim” diye düşündüm. Akdeniz’i biliyordum ama Ege’yi bilmiyordum. Moral gezisi olarak tek başıma bindim arabama. Gördüğüm her yerde durdum ve tüm Ege’yi gezdim. Ne Ayvalık’ı biliyordum ne Çanakkale’yi... Foça’ya girdim. Bayıldım... Dönüşte de yine uğradım. Kasımdı. Çok sevdim. Bu evi buldum. “Kesinlikle burada yaşamak istiyorum” dedim. Dünyayı gezdim ama Foça’ya aşık oldum, hala da aşığım. Dört sene oldu yerleşeli.Mesleğimden çok uzaklaşmadım. Resim, heykel yapıyorum. Dikiş dikerim. Elimden her iş geliyor. Hayvanları Koruma, Kitap Kulübü... Hiç boş vaktim olmuyor.

Kitap yazmayı düşündüm. Hep, “İlhamım, İlhami gelecek” dedim ama senelerdir gelmedi (!) Pek yazıcı biri değilim.


Kadın olduğum için anıttan çıkardılar
Ataköy Marina Yat Kulübü, 2001’de, “Ayfer Er Yat Yarışı Kupası” düzenledi. Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü de dünyayı dolaşan denizcilerimiz adına düzenlediği yarışların bir ayağını “Ayfer Er Kupası” olarak yarıştırdı. 2005’te... Ancak, Kalamış’ta, dünyayı dolaşan denizcilere teşekkür amacıyla yapılan anıtta bana yer verilmedi. Önce ben de olacaktım. Aradılar, “Heykel dikilecek” dediler. İstedikleri şeyleri hazırlayıp gönderdim. Bir hafta kala tekrar aradılar, “Sizi koymayacağız. Çünkü eşiniz ve tekneniz Türk değil” dediler. Ben de, “Haklısınız” dedim ama aradan zaman geçip heykelde benzer durumdaki başkalarının olduğunu görünce sinirlendim. Benim tarafımda olan çok insan oldu, ben sesiz kaldım. Bir yerde haklılar, bir yerde haksızlar. Sırf kadınım diye aslında... Onlar heykelimi koysa da koymasa da ben dünyayı dolaştım. Heykellerin yıkıldığı zamanda benim heykelim yıkılmış yıkılmamış... Hiç alakasız insanlarınkilerin konulduğunu duyunca üzüldüm.




Konuya ilişkin bir haberde; Yazar ve Yelkenci Sezar Atmaca şunları belirtiyor:
AYFER ER DENİZCİLER ANITINDA UNUTULDU... 
“Duvarlarına panosunu asan Ataköy Marina’dan, adına kupa düzenleyen AMYC’den veya BAYK’tan, röportajlarının yayımlandığı veya haberlerinin çıktığı dergilerden, gazetelerden… Ayfer Er’e sahip çıkılmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Yine de bilgi kirliliğine karşı bir şey yokmuş gibi davranmayıp hiç olmazsa Ayfer Er diye dünyayı dolaşmış bir kadın denizcimizin olduğunu hatırlatalım…”



Cantana3 ve Göran, dünyayı dolaşmaya devam ediyorlar.  http://www.cantana3.com/ 



 Hallberg-Rassy 352

Designer Christoph Rassy / Olle Enderlein
Hull length 10.54 m / 34'9"
Length waterline 8.70 m / 28' 7''
Beam 3.38 m / 11'1
Draft 1.67 m / 5'6"
Displacement 6700 kg / 14 770 Lbs
Keel weight, iron 3 tons
Sail area with jib resp. genua 56 sq.m / 65 sq.m
Engine Volvo Penta MD 2003 Turbo 32 kW / 43 hp with 2 alternators
Fresh water 300 litres / 79 US gallon
Diesel 240 litres / 63.4 US gallon
El. windlass 60 m 10 mm chain with 23 kg CQR anchor
Solar panels 2 x 55 W
Extra generator Towing / wind
Dinghy AB hard botton
Outboard Mercury 2,5 hp
Watermaker PUR 35

devamını oku →