Çünkü spor denince akıllarına sadece futbol geliyordu. Bugün yelkenli bir tekneyle yola çıkma kavramı da buna benziyor biraz. Herkesin kafasında bu “dünya turu” olarak canlanıyor.
Fakat bunu planladığım sürede yapabilme uğruna asıl ilgimi çeken yerlerde vakit geçirememiş, beni hiç ilgilendirmeyen yerlerde de yolumun üzerinde olduğu için mecburen gereğinden fazla zaman geçirmiş oldum.
Uzun okyanus geçişlerini sevmediğimi, kısa süreli, en fazla 1 haftalık seyirleri sevdiğimi, soğuk yerleri sıcak, tropikal adalara, dağlarla çevrili koyları kumsallara, doğanın bozulmadığı, ıssız bölgeleri her türlü servisi bulabileceğiniz turistik merkezlere tercih ettiğimi gördüm. Dünya turunu tamamlamak için yoldaydım ve zamanım kısıtlıydı. Bu yüzden yolculuk kimi zaman benim için gereksiz ızdıraplara dönüştü.
Artık ne istediğimi biliyorum. Bir daha tekneyle yola çıkarsam dünya turu amacıyla değil, hoşuma giden, beni çeken yerlerde zaman geçirmek amacıyla çıkarım.
Dünya turu düşüncesine saplanıp kalmak belki de yola hiç çıkamamanıza neden olabilir. Bir kere, dünya turunu tamamlayabilmek için zamana ihtiyacınız var. En az 2 sene ayırmanız gerekiyor. Bu süre olabilecek en hızlı tempo ve ralliler hariç kimse bu hızla dolaşmıyor.
Mantıklı olan 4-5 sene. Halbuki önceden belirlenmiş yerler ya da amaçlar çok daha kısa sürede gerçekleştirilebilir. Hedefiniz Akdeniz turu, Kızıldeniz turu ya da Atlas Okyanusu turu olabilir pekala. Ama eğer gerçekten vaktiniz ve yeterli paranız varsa ve zamanınız kısıtlı değilse dünya turuna çıkabilirsiniz elbette.
Yine tekrarlıyorum: tekneyle yola çıkmak illa ki dünya turu yapmak değildir.
Hakan Öge; Mardek isimli teknesiyle 2004 yılında tek başına dünya turuna çıktı. Macellan’ın geçtiği Horn Burnu’nu dolaşan ilk Türk oldu. Ancak onun hayatını masalsı yapan yalnız bu kısmı değildi. Dünya turuna çıktıktan 7 ay sonra Sophie adındaki hayat arkadaşıyla okyanusun göbeğinde tanıştı; Pasifik’in ortasında evlendi!
Hemen telefon açtım. “İsterseniz projeyi hemen bitirelim” dedim. Özcan Yüksek Atlas’ın Genel Yayın Yönetmeni “Oğlum asıl haber bu; Atlas’ta kullanalım bunu” dedi. Toplam proje 2 yıldı. 3 yıla çıkardık. Biraz daha heyecanlı hale getirmek için rotayı değiştirdik. Panama Kanalı’ndan geçen ilk Türk teknesi olalım dedik. Panama’nın hava şartları kötüdür, az insan vardır. Panama Kanalı’ndan Pasifik’e geçerek heyecanlı bir rota izledik. 3 yılın 2 buçuk yılını da Sophie’yle tamamlamış olduk.
İki gün sonra hava kötüledi. 1 hafta boyunca o havayla mücadele ettik. Yelkenin bir parçası kırıldı. Çok aşığız biribirimize, atlattık. Ama o maceralı bölüme gelince daha da ağır geçti. İki ay rüzgara karşı gitmemiz gerekti. Ciddi yorucuydu. Sophie ağlama krizi geçirdi. Bıkkınlık ve yorgunluk çöktü üstüne. Ben de sorumluluk almıştım. Hem mutluyum hem de “keşke almasaydım” diyorum. O yüzden Sophie’yi son 1 ay Belçika’ya yolladım. Bir yandan da özledim.
Ölümle burun burununa gelmeyi de Pasifik’te yaşadık. Samua’dan çıktık, 1 haftalık bir yol kat etmemiz gerekiyordu. Çok sert bir hava vardı. Kaçacağımız yer yok. Büyük dalgalarla sert havayla mücadele ettik. Hep takla atma korkusu vardı. Yelkenimiz suya girip çıkıyordu. Sophie bana “Varacak mıyız?” diye sorduğunda, “Bilmiyorum” diye yanıtladım. Çünkü hayatta kalamayız sanıyorduk.
Dua edemiyorsunuz. Yaşamak için büyük mücadeledesiniz çünkü. Ama öyle bir durumdan kurtulunca insanın kendine güveni geliyor.
Çok enteresan. Doğanın ritmiyle yaşıyorsun bir kere. Saatlerle değil, mevsimlere göre plan yapıyorsun. Hep havadurumu takip ediliyor. Ölümle burun buruna geldiğimde de şunu hissettim. Karada yaşanan en büyük stres bile aslında doğal olmayan sıkıntılar. İflas etseniz de ucunda ölüm yok. Ama doğada hayatta kalma içgüdüsü gerçek. Orada kaybederseniz ölüyorsunuz, başka yolu yok.
Baktık tartışmasız 1 sene geçti “Evlenelim biz en iyisi bu bir işaret” dedik. Dönmeyi beklemeden, Pasifik’in ortasındaki Tuamotu Adaları’nda okyanus ortasında yüzüklerimizi geçirdik. Etrafta hiçbir şey yoktu. Kaptanın nikah kıyamaya hakkı var derler ya. Ben kaptandım, şahitlerimiz de balıklar oldu. İlginç olan okyanusta tarihle ilgilenmediğimiz için hatırlamıyoruz. 21 Haziran civarıydı diyoruz. Gerçek nikahı ise dönünce Belçika’da yaptık.İnsanlara dışarıdan bakıyormuşum gibi hissettik. Panik, korku herkeste var. Vapur kaçırılıyor insanlar stres yapıyorlar, biz anlam veremiyorduk. Düşünsenize 3 yıl insanlarla kontağımız kopmuş neredeyse. İnsanlar birbirine yalan söylüyor, şaşırdık. Sonra nereye gideceğimize karar veremedik. Türkiye’de herkesin yaşadığı problemler bizim de başımıza geldi. Bir süre hep trafikten kaçmak için bisiklete bindik, daha yeni araba aldık.
Dünya turunu tamamlayınca birçok kişi çektiği ızdırabı unutur. Okyanus geçmek öyle kolay değildir, çok sevmek ve kafayı takmak gerekir. Yazılan kitaplar insanları teşvik ediyor. Yaşadıkları zorlukları insanlar herhalde unutuyorlar ve yazmıyorlar. Biz döndükten sonra ‘Macellan’ın izinde Mardek’in Seyir Defteri’ ve ‘Duygulara Akmak, Mardek´in Dünya Turu’ diye iki kitap yazdık. Kitapların yarısı çok güzel şeyden bahsediyor, yarısıda çektiğimiz ızdıraptan. “Gerçekler budur” diyoruz!
Şimdiye dek bir kişiden bile “teknemi alıp basıp gideceğim” ya da “şurayı çok merak ediyorum, teknemle gidip bir süre oralarda vakit geçireceğim” diye bir şey duymadım. Bir “dünya turu” modası almış başını gidiyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bu modadan nasibimi aldım. Benim için de yola çıkmak, varsa yoksa dünya turu anlamına geliyordu. Fakat yolda öğrendim, değiştim. Hayatlarını denizlerde geçiren insanlarla tanıştım. 30 yıldır denizde olmasına, dünyanın bir çok yerine gitmiş olmasına rağmen dünya turu yapmamış denizciler gördüm.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bu modadan nasibimi aldım. Benim için de yola çıkmak, varsa yoksa dünya turu anlamına geliyordu. Fakat yolda öğrendim, değiştim. Hayatlarını denizlerde geçiren insanlarla tanıştım. 30 yıldır denizde olmasına, dünyanın bir çok yerine gitmiş olmasına rağmen dünya turu yapmamış denizciler gördüm.
Ben dünya turu yapmak için yola çıktım ve turu bitirerek geri döndüm.(Hakan Öge Mardek 2004-2007)
Uzun okyanus geçişlerini sevmediğimi, kısa süreli, en fazla 1 haftalık seyirleri sevdiğimi, soğuk yerleri sıcak, tropikal adalara, dağlarla çevrili koyları kumsallara, doğanın bozulmadığı, ıssız bölgeleri her türlü servisi bulabileceğiniz turistik merkezlere tercih ettiğimi gördüm. Dünya turunu tamamlamak için yoldaydım ve zamanım kısıtlıydı. Bu yüzden yolculuk kimi zaman benim için gereksiz ızdıraplara dönüştü.
Artık ne istediğimi biliyorum. Bir daha tekneyle yola çıkarsam dünya turu amacıyla değil, hoşuma giden, beni çeken yerlerde zaman geçirmek amacıyla çıkarım.
Dünya turu düşüncesine saplanıp kalmak belki de yola hiç çıkamamanıza neden olabilir. Bir kere, dünya turunu tamamlayabilmek için zamana ihtiyacınız var. En az 2 sene ayırmanız gerekiyor. Bu süre olabilecek en hızlı tempo ve ralliler hariç kimse bu hızla dolaşmıyor.
Mantıklı olan 4-5 sene. Halbuki önceden belirlenmiş yerler ya da amaçlar çok daha kısa sürede gerçekleştirilebilir. Hedefiniz Akdeniz turu, Kızıldeniz turu ya da Atlas Okyanusu turu olabilir pekala. Ama eğer gerçekten vaktiniz ve yeterli paranız varsa ve zamanınız kısıtlı değilse dünya turuna çıkabilirsiniz elbette.
Yine tekrarlıyorum: tekneyle yola çıkmak illa ki dünya turu yapmak değildir.
Hakan Öge; Mardek isimli teknesiyle 2004 yılında tek başına dünya turuna çıktı. Macellan’ın geçtiği Horn Burnu’nu dolaşan ilk Türk oldu. Ancak onun hayatını masalsı yapan yalnız bu kısmı değildi. Dünya turuna çıktıktan 7 ay sonra Sophie adındaki hayat arkadaşıyla okyanusun göbeğinde tanıştı; Pasifik’in ortasında evlendi!
Mardek'in Teknik Özellikleri
Tam boy (LOA)9.6 metre
Su hattı (LWL)8.50 metre
Genişlik 3.20 metre
Su çekimi 1.80 metre
Deplesman 3 ton 600 kilogram
Salma1ton 350 kilogram
Yelken Alanı 50 metrekare
Motor Yanmar 27 beygir
Mazot deposu 120 litre
Su deposu 200 litre
Ortalama seyir sürati 6 deniz mili
Dizayner Groupe Finot
ÜretimNotika
TeknikMalzeme Fiberglas, epoksi
Ordu’da doğdum. Evimiz deniz kıyısındaydı, arkamızda dağdı. Çocukluğum sokakta, doğayla içiçe geçti. Spor hayatım da bu ortamda bisikletle başladı. 15 yaşlarında halka açık bir bisiklet yarışmasında birinci oldum. O günden beri de spordan kopamadım.
Babam Ayhan Öge diş hekimiydi. Bir de Ordu’da da 2 sineması vardı. Ben de kameralara, fotoğraf makinelerine çok düşkündüm. Dağlara gider fotoğraf çekerdim. İstanbul’a yerleşince Saint Joseph Fransız Lisesi’ne gidiyordum. Okulda herkes mühendis, turizmci olmak isterdi. Bense meslek olarak babama jest olsun diye diş hekimliğini seçtim. Ama aklım sporda ve fotoğrafçılıktaydı. Üniversitede dağcılıkla fotoğrafçılığı birleştirdim. Çocukluğumdan beri National Geographic’i takip ediyordum. Atlas diye bir dergi kurulacağını duyunca hemen başvurdum. Benimle ve fotoğraflarıma çok ilgilendiler. Benim de diş hekimliği dışında fotoğraf ve dergicilik hayatım başlamış oldu, adeta zehirlendim!
Denizhaber'e verdiği röportajda Hakan ÖGE anlatıyor..
Ordu’da doğdum. Evimiz deniz kıyısındaydı, arkamızda dağdı. Çocukluğum sokakta, doğayla içiçe geçti. Spor hayatım da bu ortamda bisikletle başladı. 15 yaşlarında halka açık bir bisiklet yarışmasında birinci oldum. O günden beri de spordan kopamadım.
Babam Ayhan Öge diş hekimiydi. Bir de Ordu’da da 2 sineması vardı. Ben de kameralara, fotoğraf makinelerine çok düşkündüm. Dağlara gider fotoğraf çekerdim. İstanbul’a yerleşince Saint Joseph Fransız Lisesi’ne gidiyordum. Okulda herkes mühendis, turizmci olmak isterdi. Bense meslek olarak babama jest olsun diye diş hekimliğini seçtim. Ama aklım sporda ve fotoğrafçılıktaydı. Üniversitede dağcılıkla fotoğrafçılığı birleştirdim. Çocukluğumdan beri National Geographic’i takip ediyordum. Atlas diye bir dergi kurulacağını duyunca hemen başvurdum. Benimle ve fotoğraflarıma çok ilgilendiler. Benim de diş hekimliği dışında fotoğraf ve dergicilik hayatım başlamış oldu, adeta zehirlendim!
Yabancı dilim olduğu için yurt dışını yakından takip ediyordum. Yurt dışındaki yaşıtlarım benim gibiydi. Ama Türkiye’de elbette maceracı yönümle sivrildim. Belki de kimse olmadığı için...
Atlas’a fotoğraf çekerken yamaç paraşütüyle uçmaya başladım. Baktım bunun bir de motorlu versiyonu var, adı paramotor. O güzel doğa görüntülerini yakalamak için helikoptere çok para dökmek gerekmiyor. Atlas’la bunu paylaştım. Bayıldılar fikre. Atlas’taki şartlar ilerleyince diş hekimliğine de ara vermek istedim. Zaten muayenehane var, istediğim zaman dönerim dedim.
Tekne çocukluk hayalimdi. Sadun Boro’dan çok etkilenmiştim. Atlas’ta çalışırken arkadaşımın tersanesinde teknemi yapmaya başladık. Ancak tekneyi suya indirince kaza geçirdim. Ayağımı kırdım. Kırık ayakla fotoğraf çekemeyince muaynehaneye döndüm. İyileşince Atlas’a destek olmasını ve dünya turu yapmak istediğimi söyledim. Çünkü o sırada evliliğim bitmişti. Orta yaş sendromundaydım. Tam zevk aldığım işi yapıyordum ki kaza geçirdim, zorunluluktan diş hekimliğine döndüm. Ciddi bir hayat değişikliği yapmak istiyordum. Atlas da önerimi kabul edince, destek olunca kendimden emin oldum.
Türkiye’den çıkarken bana kahraman muammelesi yapıldı. ‘Delisin’ dendi. Ama yollarda benim gibi tek birçok kişi gördüm. Meğer Türkiye’de dünya turu abartılıyormuş! 70 yaşındaki bir adam bile emekliliğinde eşiyle dünya turu yapabiliyormuş. Yalnızlık konusuna gelince... Seyir yaparken problem yok ama limanlarda yabancılık, yalnızlık çöküyor. Asosyalim. Gidip insanlarla kaynaşamam. Hep zamana ihtiyacım vardır. Limanlarda yalnız başına bu maceranın yapılamayacağını anlıyordum. Hep içimden ‘ileride bu işi sevdiğimle yapacağım’ diyordum.
İlk Sophie’yle değil, ailesiyle tanıştım. Yeşil Burun Adaları’na tekneyi demirledim. Katamaranla dünyayı gezen Belçikalı Catherine ve eşiyle tanıştım. Catherine’in kardeşinin de onlara katılacağını söylediler. Tanıştıktan iki gün sonra kardeşi Sophie geldi. Catherine 50 yaşlarında bir kadındı. ‘Kardeşi de onun yaşlarındadır’ diyordum. Catherine diş hekimi olduğumu bilmediği için ‘kardeşim de senin gibi fotoğrafçı’ diyordu. 33 yaşında çok güzel bir kız olan Sophie’yi görür görmez çok etkilendim. ‘Fıstık gibi kızmış’ dedim...Catherine Sophie’ye ‘Seni biriyle tanıştıracağım’ diyerek çıtlatmış. Sophie pek ilgilenmemiş. Catherine beni yemeğe davet edince tanıştık ve çok iyi anlaştık. Birkaç gün içinde ilişki gelişti. 10 günü birlikte geçirdik.
Ben onları bırakmak zorundaydım. Sponsor bekliyor, gezmem gerek. ‘Okyanusu geçince Martinik Adası’nda tekrar buluşalım’ dedik. Seyir halinde hep yazıştık. Onlar benden bir gün sonra yola çıktı, aramızda birkaç yüz mil var, rotamız farklı. Birlikte yol alamadık. Ama kısmet, kader... Her şey bambaşka gelişti. Bir akşam uyuyamıyorum. Okyanusta kimse yok. Bir sallantıyla uyandım. “Ben Mardek” diye anons yaptım. Meğer Sophie’lerin teknesi yanımdaymış.
Şaşırdık. “Sabah olunca ben size kahvaltıya geleyim” dedim. Ama sabah çok rüzgar vardı. “Tekneyi okyanusun ortasında bırakıp gelemem, siz bana Sophie’yi yollayın” dedim. Şişme botla, arada iple Sophie’yi bana yolladılar, kucaklaştık. 10 dakika geçti, “Onlar 2 kişi bense tek başınayım. Sophie’yi hiç bırakmak istemiyorum” dedim. Sophie “Ben de seni bırakmak istemiyorum” dedi. Ve kalış o kalış! Sophie’yle birlikte yola devam ettik.
Atlas’a fotoğraf çekerken yamaç paraşütüyle uçmaya başladım. Baktım bunun bir de motorlu versiyonu var, adı paramotor. O güzel doğa görüntülerini yakalamak için helikoptere çok para dökmek gerekmiyor. Atlas’la bunu paylaştım. Bayıldılar fikre. Atlas’taki şartlar ilerleyince diş hekimliğine de ara vermek istedim. Zaten muayenehane var, istediğim zaman dönerim dedim.
Tekne çocukluk hayalimdi. Sadun Boro’dan çok etkilenmiştim. Atlas’ta çalışırken arkadaşımın tersanesinde teknemi yapmaya başladık. Ancak tekneyi suya indirince kaza geçirdim. Ayağımı kırdım. Kırık ayakla fotoğraf çekemeyince muaynehaneye döndüm. İyileşince Atlas’a destek olmasını ve dünya turu yapmak istediğimi söyledim. Çünkü o sırada evliliğim bitmişti. Orta yaş sendromundaydım. Tam zevk aldığım işi yapıyordum ki kaza geçirdim, zorunluluktan diş hekimliğine döndüm. Ciddi bir hayat değişikliği yapmak istiyordum. Atlas da önerimi kabul edince, destek olunca kendimden emin oldum.
Türkiye’den çıkarken bana kahraman muammelesi yapıldı. ‘Delisin’ dendi. Ama yollarda benim gibi tek birçok kişi gördüm. Meğer Türkiye’de dünya turu abartılıyormuş! 70 yaşındaki bir adam bile emekliliğinde eşiyle dünya turu yapabiliyormuş. Yalnızlık konusuna gelince... Seyir yaparken problem yok ama limanlarda yabancılık, yalnızlık çöküyor. Asosyalim. Gidip insanlarla kaynaşamam. Hep zamana ihtiyacım vardır. Limanlarda yalnız başına bu maceranın yapılamayacağını anlıyordum. Hep içimden ‘ileride bu işi sevdiğimle yapacağım’ diyordum.
İlk Sophie’yle değil, ailesiyle tanıştım. Yeşil Burun Adaları’na tekneyi demirledim. Katamaranla dünyayı gezen Belçikalı Catherine ve eşiyle tanıştım. Catherine’in kardeşinin de onlara katılacağını söylediler. Tanıştıktan iki gün sonra kardeşi Sophie geldi. Catherine 50 yaşlarında bir kadındı. ‘Kardeşi de onun yaşlarındadır’ diyordum. Catherine diş hekimi olduğumu bilmediği için ‘kardeşim de senin gibi fotoğrafçı’ diyordu. 33 yaşında çok güzel bir kız olan Sophie’yi görür görmez çok etkilendim. ‘Fıstık gibi kızmış’ dedim...Catherine Sophie’ye ‘Seni biriyle tanıştıracağım’ diyerek çıtlatmış. Sophie pek ilgilenmemiş. Catherine beni yemeğe davet edince tanıştık ve çok iyi anlaştık. Birkaç gün içinde ilişki gelişti. 10 günü birlikte geçirdik.
Ben onları bırakmak zorundaydım. Sponsor bekliyor, gezmem gerek. ‘Okyanusu geçince Martinik Adası’nda tekrar buluşalım’ dedik. Seyir halinde hep yazıştık. Onlar benden bir gün sonra yola çıktı, aramızda birkaç yüz mil var, rotamız farklı. Birlikte yol alamadık. Ama kısmet, kader... Her şey bambaşka gelişti. Bir akşam uyuyamıyorum. Okyanusta kimse yok. Bir sallantıyla uyandım. “Ben Mardek” diye anons yaptım. Meğer Sophie’lerin teknesi yanımdaymış.
Şaşırdık. “Sabah olunca ben size kahvaltıya geleyim” dedim. Ama sabah çok rüzgar vardı. “Tekneyi okyanusun ortasında bırakıp gelemem, siz bana Sophie’yi yollayın” dedim. Şişme botla, arada iple Sophie’yi bana yolladılar, kucaklaştık. 10 dakika geçti, “Onlar 2 kişi bense tek başınayım. Sophie’yi hiç bırakmak istemiyorum” dedim. Sophie “Ben de seni bırakmak istemiyorum” dedi. Ve kalış o kalış! Sophie’yle birlikte yola devam ettik.
Hemen telefon açtım. “İsterseniz projeyi hemen bitirelim” dedim. Özcan Yüksek Atlas’ın Genel Yayın Yönetmeni “Oğlum asıl haber bu; Atlas’ta kullanalım bunu” dedi. Toplam proje 2 yıldı. 3 yıla çıkardık. Biraz daha heyecanlı hale getirmek için rotayı değiştirdik. Panama Kanalı’ndan geçen ilk Türk teknesi olalım dedik. Panama’nın hava şartları kötüdür, az insan vardır. Panama Kanalı’ndan Pasifik’e geçerek heyecanlı bir rota izledik. 3 yılın 2 buçuk yılını da Sophie’yle tamamlamış olduk.
İki gün sonra hava kötüledi. 1 hafta boyunca o havayla mücadele ettik. Yelkenin bir parçası kırıldı. Çok aşığız biribirimize, atlattık. Ama o maceralı bölüme gelince daha da ağır geçti. İki ay rüzgara karşı gitmemiz gerekti. Ciddi yorucuydu. Sophie ağlama krizi geçirdi. Bıkkınlık ve yorgunluk çöktü üstüne. Ben de sorumluluk almıştım. Hem mutluyum hem de “keşke almasaydım” diyorum. O yüzden Sophie’yi son 1 ay Belçika’ya yolladım. Bir yandan da özledim.
Ölümle burun burununa gelmeyi de Pasifik’te yaşadık. Samua’dan çıktık, 1 haftalık bir yol kat etmemiz gerekiyordu. Çok sert bir hava vardı. Kaçacağımız yer yok. Büyük dalgalarla sert havayla mücadele ettik. Hep takla atma korkusu vardı. Yelkenimiz suya girip çıkıyordu. Sophie bana “Varacak mıyız?” diye sorduğunda, “Bilmiyorum” diye yanıtladım. Çünkü hayatta kalamayız sanıyorduk.
Dua edemiyorsunuz. Yaşamak için büyük mücadeledesiniz çünkü. Ama öyle bir durumdan kurtulunca insanın kendine güveni geliyor.
Çok enteresan. Doğanın ritmiyle yaşıyorsun bir kere. Saatlerle değil, mevsimlere göre plan yapıyorsun. Hep havadurumu takip ediliyor. Ölümle burun buruna geldiğimde de şunu hissettim. Karada yaşanan en büyük stres bile aslında doğal olmayan sıkıntılar. İflas etseniz de ucunda ölüm yok. Ama doğada hayatta kalma içgüdüsü gerçek. Orada kaybederseniz ölüyorsunuz, başka yolu yok.
Baktık tartışmasız 1 sene geçti “Evlenelim biz en iyisi bu bir işaret” dedik. Dönmeyi beklemeden, Pasifik’in ortasındaki Tuamotu Adaları’nda okyanus ortasında yüzüklerimizi geçirdik. Etrafta hiçbir şey yoktu. Kaptanın nikah kıyamaya hakkı var derler ya. Ben kaptandım, şahitlerimiz de balıklar oldu. İlginç olan okyanusta tarihle ilgilenmediğimiz için hatırlamıyoruz. 21 Haziran civarıydı diyoruz. Gerçek nikahı ise dönünce Belçika’da yaptık.İnsanlara dışarıdan bakıyormuşum gibi hissettik. Panik, korku herkeste var. Vapur kaçırılıyor insanlar stres yapıyorlar, biz anlam veremiyorduk. Düşünsenize 3 yıl insanlarla kontağımız kopmuş neredeyse. İnsanlar birbirine yalan söylüyor, şaşırdık. Sonra nereye gideceğimize karar veremedik. Türkiye’de herkesin yaşadığı problemler bizim de başımıza geldi. Bir süre hep trafikten kaçmak için bisiklete bindik, daha yeni araba aldık.
Dünya turunu tamamlayınca birçok kişi çektiği ızdırabı unutur. Okyanus geçmek öyle kolay değildir, çok sevmek ve kafayı takmak gerekir. Yazılan kitaplar insanları teşvik ediyor. Yaşadıkları zorlukları insanlar herhalde unutuyorlar ve yazmıyorlar. Biz döndükten sonra ‘Macellan’ın izinde Mardek’in Seyir Defteri’ ve ‘Duygulara Akmak, Mardek´in Dünya Turu’ diye iki kitap yazdık. Kitapların yarısı çok güzel şeyden bahsediyor, yarısıda çektiğimiz ızdıraptan. “Gerçekler budur” diyoruz!
SOPHİE : ‘TÜRKİYE’YE ALIŞMAKTA ÇOK ZORLANDIM...’
Belçika’nın Anvers şehrinde doğdum. Bir fotoğraf ajansı için yarı zamanlı fotoğrafçılık yapıyordum. Zaten hiçbir yere kendimi bağlayamıyordum. Öyle ki, iş yaptığım yerle kontratım bile yoktu. Hep, “bir gün bir şey olacak ve hayatım değişecek” diyordum. Ablam Catherine’in eşi beni yanlarına çağırınca, gitmek istedim. Giderken içimi tarifi imkansız bir heyecan kapladı. Belliydi, bir şey olacaktı, ve benim hayatım kökten değişecekti.
Hakan’la kalmaya karar verdiğim gün patronumu aradım. Kontratım olmamasına rağmen bir daha gelemeyeceğimi söyledim. Doğduğumdan beri bu macerayı beklediğimi anladım. Hakan’la karşılaşacağım varmış.
Çook çook zordu! Özellikle ilk altı ay, dil bilmiyordum, çok zorlandım. Şehir içinde trafiğin olduğu, kornaların duyulduğu, tren sesinin geldiği bir semtte yaşıyorduk. Arada bir parkalara gidiyorduk. Ama yine şehrin kaosuna geri dönüyorduk. 8 ev değiştirdik, ama sessiz sakin hiçbir yer bulamadık. Bu arada kursa gittim Türkçe öğrendim. Sonunda Heybeli Ada’daki bu Rum evini bulunca huzuru buldum.
Hakan’la mutluydum. Ama beni okyanus tuttu. Hem de 2 ay boyunca, felaketti. Hep uyudum ve hiçbir şey yapmak istemedim. Sanki komaya girmiştim. Sonrasında Belçika’ya gittim zaten.
Ailem Hakan’ı başta “Serserinin teki, kızı aşık etti kendine” diye düşündüler. Ama Hakan’ı tanıyınca çok sevdiler.
Bize göre aynı dindeniz. Çünkü hayatı aynı şekilde algılıyoruz.
Çalışmıyorum. Bir kitap çalışmam var.
Hakan sabahları Kadıköy’e muayenehaneye gidiyor. Televizyonsuz bir hayatımız var. Seyredecek bir şey bulamıyoruz. İnternet televizyonumuz. O işten gelince film seyrediyoruz, yürüyüş yapıyoruz, bir şeyler okuyoruz. Arada da çoğunluğu yabancı olan arkadaşlarımla görüşüyorum.
Gelecek hedefimiz;15 metrelik alüminyum bir tekneyle Kutuplar’a gitmek istiyoruz. Marmaris Yat Marin Sponsorluğu’nda teknemiz yapılıyor.
İleriki günlerde ya Kapadokya ya Belçika ya da Fransa’da geniş arazisi olan bir yerde yaşamak istiyoruz.
Hakan’la kalmaya karar verdiğim gün patronumu aradım. Kontratım olmamasına rağmen bir daha gelemeyeceğimi söyledim. Doğduğumdan beri bu macerayı beklediğimi anladım. Hakan’la karşılaşacağım varmış.
Çook çook zordu! Özellikle ilk altı ay, dil bilmiyordum, çok zorlandım. Şehir içinde trafiğin olduğu, kornaların duyulduğu, tren sesinin geldiği bir semtte yaşıyorduk. Arada bir parkalara gidiyorduk. Ama yine şehrin kaosuna geri dönüyorduk. 8 ev değiştirdik, ama sessiz sakin hiçbir yer bulamadık. Bu arada kursa gittim Türkçe öğrendim. Sonunda Heybeli Ada’daki bu Rum evini bulunca huzuru buldum.
Hakan’la mutluydum. Ama beni okyanus tuttu. Hem de 2 ay boyunca, felaketti. Hep uyudum ve hiçbir şey yapmak istemedim. Sanki komaya girmiştim. Sonrasında Belçika’ya gittim zaten.
Ailem Hakan’ı başta “Serserinin teki, kızı aşık etti kendine” diye düşündüler. Ama Hakan’ı tanıyınca çok sevdiler.
Bize göre aynı dindeniz. Çünkü hayatı aynı şekilde algılıyoruz.
Çalışmıyorum. Bir kitap çalışmam var.
Hakan sabahları Kadıköy’e muayenehaneye gidiyor. Televizyonsuz bir hayatımız var. Seyredecek bir şey bulamıyoruz. İnternet televizyonumuz. O işten gelince film seyrediyoruz, yürüyüş yapıyoruz, bir şeyler okuyoruz. Arada da çoğunluğu yabancı olan arkadaşlarımla görüşüyorum.
Gelecek hedefimiz;15 metrelik alüminyum bir tekneyle Kutuplar’a gitmek istiyoruz. Marmaris Yat Marin Sponsorluğu’nda teknemiz yapılıyor.
İleriki günlerde ya Kapadokya ya Belçika ya da Fransa’da geniş arazisi olan bir yerde yaşamak istiyoruz.
Güzel, çok güzel bir hikaye. Sistemin içinde, ondan beslenerek onun dışında bir yaşam oluşturmuşsunuz. Umarım kitabınız bir yerlerde elimize geçer.
YanıtlaSil