Haldun SEVEL / Annem bir deniz kızıymış,babam ise bir yunus…

Koştum,koştum denize doğru…Kıyıya vardığım,denizime kavuştuğum o an var ya,ah anlatamam…Diz üstü çöktüm,kumsaldaki minik dalgalarla öpüştüm.Denizle sevişesim geldi,gözlerimden deniz damlaları aktı.Avuçlarıma aldığım denizi öpüp kokladım.O bir avuç deniz mavi yeşil turkuvaz çağıldadı,bana bir şeyler anlattı.
Unutmamam için denizin sesi bana anlatır,hep anlatır…
Annem bir deniz kızıymış,babam ise bir yunus…
Öyle söylüyor,böyle anlatıyor bana deniz…
Ben bir zamanlar bir yunus balığı iken,çok sevdiğim bir kız arkadaşım varmış,adı Delfin’miş.
Onunla yüzer,onunla dalar,yelkenli teknelerin peşine takılırmışız,sonra hızlanıp hızlanıp tıpkı su kuşları gibi gökyüzüne fırlar,havalara yükselir yükselir,sonra ‘güüm fooşşt’ diye denize düşermişiz.
Evet,evet hayal meyal hatırlıyorum,Delfinciğim ile öyle mutluyduk ki,ıslak bedenlerimizi denizin maviliğinde birbirine sarar sevişir gibi oyunlar oynardık.
Sonra bir gün,karanlık mehtapsız bir gecede ne olmuş biliyor musunuz? Ne olduğumu önce hiç anlayamadım.Bir Koca Reis’in ağına takıldım.Delfinciğim acılar içinde denizde kaldı,miller miller boyunca o balıkçı teknesinin peşinden geldi.Onu bir daha hiç görmedim.
Fakat Koca Reis çok iyi bir insandı.Beni evlat edindi,bana insan gibi konuşmayı öğretti,yeni elbiseler giydirdi,okula gönderdi,yıllar yılı…
Ama ben Delfinciğimi de o masmavi Arşipel’i de (Ege’nin antik çağlardaki ismi) hiç unutmadım,unutamadım.Bir insan gibi yaşamak bana çok çok zor geldi,insan olmayı hiçbir zaman sevemedim.Evlerde,sokaklarda yaşamaktan hep nefret ettim.Hep hep denizlerime o masmavi Arşipelime dönmek istedim.
Sırf bu yüzden yıllaryılı yslnız başıma deniz kenarına gitmem yasaklandı.Hele geceleri,öyle kederlenir ve ağlardım ki…
Ah bilemezsiniz,ışıl ışıl deniz geceleri bu dünyadan öyle uzaktır ki…
Bende hayallerimde yaşardım denizi…Kayığımla,evet hayallerimdeki kayığımla,süt beyaz camdan yapılmış koca bir ampul gibi parlayan dolunayın aydınlığında,yakamozların pırıltıları içinde giderdim.Denizleri ‘şırrtşıırf’ diye yırta yırta gitse kayığımın balta boş bodoslaması…
Ahh,öyle uzaklara,öyle açıklara,öyle derinlere,binlerce binlerce kulaç derinlere gitsem…
Ve orada demirlemek için denize çapamı atsam.Çapanın dibe kadar inmesi bir hafta sürse.
Birgün ve bir gün,birden koca bir delikanlı oldum.Artık “Hayır,yalnız başına denize gidemezsin” sözleri beni durduramaz oldu.Vatan hasreti öyle yakıyordu ki yüreğimi…Koştum,koştum denize doğru…
Kıyıya vardığım,denizime kavuştuğum o an var ya ah anlatamam…Diz üstü çöktüm,kumsaldaki minik dalgalarla öpüştüm.Denizle sevişesim geldi,gözlerimden deniz damlaları aktı.Avuçlarıma aldığım bir avuç denizi öpüp kokladım.O bir avuç deniz mavi yeşil turkuvaz çağıldadı,bana bir şeyler anlattı.Bana alın yazımı hatırlattı.O dayanılmaz çağrısını iliklerime kadar hissettim.Gelgelelim deniz bana yasaktı,denizde yaşamak yasaktı…Bana hep “Adam ol,çalış,çok kazan her şeye,her şeye sahip ol” diyorlardı.Çok çalışıp çok kazanırsan sevileceksin,sevgi görmek için kazanmak zorundasın!..
İyi ama benim elim kolum bağlı o zaman…Hayır,bir yerden bir yere gönderilen bir kargo paketi gibi,doğumdan ölüme gönderilmek istemiyorum,hayır…
Bütün cennetlerin rüzgarlarıyla sevişip beni koynuna çağıran denizim,benim olmalı…Bu deli denizin gümüşi ışıltılanıyla öpüşerek gelen meltem,benim olmalı…Başımı uzatıp ciğerlerime çektiğim rüzgarlarla orsa eden yelkenlerim olmalı…
Tanrım duy beni…Ölen bir dip balığı gibi renkten renge geçen o ilahi güneş batımları,benim olmalı…
Kuşu uçmaya çağıran gök,rüzgarı esmeye çağıran deniz,benim olmalı.Ben vatanımı istiyorum…Esen rüzgar kulaklarıma doğuyor.Siz rüzgarca bilir misiniz? Ben bilirim.Zor değildir öğrenmesi;bir avuç deniz suyuna hasret kaldıysanız,öğrenirsiniz,tuz kokulu ılık meltemlerin hasret türkülerini duyarsınız.”Bu ömür senin ömrün” diye esiyor rüzgarlar,”Onu karartma gel,ufuklara doğru yuvarlanan köpüklü dalgalarla oynayalım” Oysa ben,sokaklarda,evde,işte her yerde,gurbetteki bir yabancıymışım gibi,gerçek yurdum,benim vatanım olan denizlerin hasreti ile yanıyordum.
Ne ev,ne bark,ne soy,ne sop,ne iş güç…Ben hep vatanımı istedim.Milyarlarca dönüm açık engin masmavi denizlerimi istedim.
“Rahatın yerinde,ne eksiğin var? Daha ne istiyorsun?” sözleri beni deli ediyor.Ben bilinmeyen bir ülkenin yolcusuyum,o masmavi ülkenin hasreti ile yanıyorum.
Böylesi yandığım zamanlar,bakışlarım hep ufuklara kadar uzanır uzanır ve erirdi,buğulanırdı gözlerim,gözyaşlarından ufukları seçemezdim.
Öyle zamanlarda,deniz kenarındaki minik dalgalar hep ayaklarımı öperdi.Ve o iyot kokan nefesi ve sesi ile bana aşık olmuş şahane bir kadın gibi “Gel,gel” diye bana şarkılar söylerdi deniz…
-Gel,gel,gel koynuma gi,seni içime alayım,ben senin mavi gözlü,yosun saçlı,dalgalardan dudaklı sevgilin değil miyim? Gel,sana koynumda can vereceğim,sana evlatlar vereceğim,sana huzurlu bir ruh vereceğim,Tanrı’nı geri vereceğim gel…Niçin orada bir taş bir moloz yığını gibi duruyorsun? Gel…
-Görmüyor musun her gün aynı kavga,her yerde yaşanan insan kadavraları…Birbirlerine balıkçı dükkanlarında satılan o ölü balıkların donmuş ve cansız bilye gözleriyle bakıyorlar.
Hava kirliliği ile dolu gök kubbenin ağır kabusu gönülleri ezip,acımasızca yam yassı ediyor.Her tarafta yağlı çamurlar indiren pis yağmurlar…
Saygısız müdür,huysuz geçimsiz kadın,saygısız evlat,küstah insanlar,ödenecek borçlar…
Ve masumluğa karşı bağışlamaz,kapkara bir hınç masumlara aptal diyorlar.Metroya binenler,taksiye binenleri çekemiyor…
Taksiye binenler,özel otomobillerine binenleri çekemiyor.Özel otolarına binenler,o pek pahalı dört çarpı dörtlere binenleri çekemiyor!..Evet,evet,tabii ki böyle,taa çocukluğumuzda bile,evin bir köşesinde hayallerimizle oynarken bile ‘vır vır’ edip delerlerdi hülyalarımızı.
Özümün,yüreğimizin ne istediğini bulabilmemiz için vakit ve fırsat vermezler,bizi sürekli iter,kakar,dürter ve buruştururlardı.Her türlü iki yüzlülüğe,yalana dolana,başkalarına saygısızlığa ve insanları çiğnemeye alıştırırlardı.
Oysa bilemezler ki,bu kafayla yaşlanıp,hiç tanıma fırsatı bulamadığımız,yaradılışın gerçek dünyasını az buçuk tanıdığımızda,yaşlı gözlerimizin maviyi araması artık sadece,bir koskoca hüzündür.Halbuki yaradılıştaki tanrısallığın gönüller dolusu güzellikleri vardır maviliklerde.Ömrümüz boyu yaşamaya mahkum edildiğimiz o dört duvarın dışında,burada hayatımız boyunca gördüğümüz korkulu düşlerin dışında…Ne tapınaklarda,ne mabetlerde,ne yatırlarda,ne türbelerdedir o gönüller dolusu güzellikler.Bilmezler ki bütün yeryüzü,denizler,ormanlar,dağlar Yaradan’ı sevenlere ibadethane kılınmıştır.Siz evet siz bayım,evet siz bayan…Siz kimsiniz? Sokrates’in soyundan mısınız? Yoksa Sokrates’e zehir içirenlerin soyundan mı? İsa’nın yüreğini mi taşıyorsunuz? Yoksa onu çarmıha geren Farisilerin yüreğini mi? Hazreti Ali’nin insanlığını mı taşıyorsunuz? Yoksa onu ibadet ederken sırtından hançerleyenlerin mi?Ehli Beyt’in annesi Fatıma’nın mı soyundansınız? Yoksa onun karnındaki Muhsin’i tekmeleyenlerin soyundan mı?
-Yahu bu gibi şeylerle aklını niye karıştırıyorsun? Baban Koca Reis’in malı mülkü yerinde,otur oturduğun yerde.
-Hayır,kaçacağım,gideceğim,ben kör değilim.Gök ve denizin o masmavi enginliğini,sonsuzluğu ile yüreğe gönüle akan güzellik insanda çirkinlik,hainlik bırakmıyor.Ben sizler gibi olmak istemiyorum.Denizin ve rüzgarın o özgür mavilikleri yel yel,dalga dalga sevince,okşayınca beni,içimde türküler doğuyor,cennetteki melekleri hissediyorum.Bu öyle bir hissediş ki anlatması zor.Tıpkı şey gibi…Tıpkı yeni evlenen bir insanın aşık olduğu eşi ile ilk gece,yalnız baş başa kalıp birbirlerini kollarına alıp sımsıkı sarılması gibi.İşte masmavi enginler böyledir,kuşu uçmaya çağıran gök,rüzgarı esmeye çağıran deniz böyledir.
Babam Koca Reis “Çalış” diyordu. “Çalış adam ol,çok paralar kazan,insanlığın lüzumu yok,uysal bir hayvan gibi ol…Zaten hayvandın,seni ben adam ettim.”
Tabutumdan sadece 5-10 metre daha büyük olan işyerimde birkaç bin lira daha fazla kazanırsam mı adam olacaktım? Hayır,ben sadece mutlu olmak istiyorum.Beni çağıran uzakların,o gurur nuru gibi rengarenk evrenimi hiçbir zaman yaratamayacak mıydım?
Gönlüm ve aklım böyleyken,engin gecelerin milyarlarca yıldızı bana gözlerini kırparak adalar denizinin yolunu gösterirken…Ne olursa olsun,beni tutamazlar artık,hayat dümenimi alın yazıma,pruvayı enginlere,gönlümü de denizlerin mavisine fırlatacağım.Zaten yıllardır gizli gizli beni vatanıma götürecek kayığımı yapıyorum.Önce rüyalarımda sonra hayallerimde inşa ettiğim kayığımı,artık ona dokunabiliyorum.
Hayaller zamanla gerçek olabiliyor,hayaller can bulabiliyor.O son günler yaklaştığında gerçekleşmek üzere olan hayallerim heyecanla dolmaya başladı.Kayığımın civadrası,bir bıçak ustasının elinden çıkma bir sürmene falçatası gibi sivri…Pruvası karşısına çıkacak her dalgayı jilet gibi kesecek kadar keskindi.
Birden iri kanatlı kapılar açıldı.Baltabaş bodoslamalı teknem denizi görünce can bulmaya başladı.Yelkenleri esen rüzgarla tanıştı,kımıldadı,canlandı.Kendi kendine açılmaya çalıştı.Önünde,tam önünde,en saf,en duru maviden pırıl pırıl ışıldayan o sonsuz enginlik rüzgarlarla şarkılar söylemeye başladı.
Kıyıya sokulan mutlu ve munis dalgacıklar sudan dudaklarını uzatıp uzatıp teknemin omurgasını ve benim ayaklarımı öpüyorlardı.Ah,ne şuh,ne edepsiz,ne baştan çıkarıcı bir davetti bu, “Seni sürtük” diye mırıldandım denize, “Fahişem,yosmam benim,kadınım.”
Gel,maviye,ışığa,güneşe,rüzgara,denize,ufka,açıklara,yaratılmış bu muhteşem güzelin koynuna gel…Dalgaların üzerine binip otur onların sırtına.Kabaran yüreğinle fırtınaları paçavralar gibi yırt gel.Yunus balıklarının,uçan balıkların,fokların yoldaşı ol gel…Gel seni koynuma alayım,güzellik neymiş gör,sana bunu yaşatayım.Sonra,evet sonra…Hiç kimse elleri ile itmeye kıyamadı kayığımı.Bir zamanlar yunus olan tüm deniz insanları,gönül gücüyle yapılmış kayığıma göğüslerini yasladı.Onu göğüsleri yani kalpleri ile itmeye başladılar.Denize değen kayığım ıslandı.Suya değdi,suyu öptü.Su da onu öptü.Deniz onu koynuna aldı,o da denizin koynuna girdi.Birbirleri için yaratılmış bu iki can,bir daha ölüm onları ayırana dek hiç ayrılmamacasına birbirleri ile karı koca oldular.
“Sen ölümlüsün,ben ölümsüzüm,seni beğenmiyorum” demedi deniz; onu bağrına bastı,ona sımsıkı sarıldı,onu öpüp kokladı.
Tıpkı evlendikleri ilk gece,sevdalı olduğu kocasını arzuyla,şevkatle ve aşkla koynuna alan taze bir gelin gibiydi deniz.
Haldun Sevel....

Yazar

Çiğdem Tepecik

Yazara ilişkin bilgilere, "Biz Kimiz" kısmından ulaşabilirsiniz..

1 yorum :