Anılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tekneyle yola çıkmak illa ki dünya turu yapmak değildir /Hakan ÖGE

Gençliğimde oldukça yoğun şekilde bisiklet sporuyla uğraşmıştım. O dönemde insanlara spor yaptığımı söylediğimde bana hangi kulüpte oynadığımı soruyorlardı. 
Çünkü spor denince akıllarına sadece futbol geliyordu. Bugün yelkenli bir tekneyle yola çıkma kavramı da buna benziyor biraz. Herkesin kafasında bu “dünya turu” olarak canlanıyor. 
Şimdiye dek bir kişiden bile “teknemi alıp basıp gideceğim” ya da “şurayı çok merak ediyorum, teknemle gidip bir süre oralarda vakit geçireceğim” diye bir şey duymadım. Bir “dünya turu” modası almış başını gidiyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben de bu modadan nasibimi aldım. Benim için de yola çıkmak, varsa yoksa dünya turu anlamına geliyordu. Fakat yolda öğrendim, değiştim. Hayatlarını denizlerde geçiren insanlarla tanıştım. 30 yıldır denizde olmasına, dünyanın bir çok yerine gitmiş olmasına rağmen dünya turu yapmamış denizciler gördüm.

Ben dünya turu yapmak için yola çıktım ve turu bitirerek geri döndüm.(Hakan Öge Mardek 2004-2007) 

Fakat bunu planladığım sürede yapabilme uğruna asıl ilgimi çeken yerlerde vakit geçirememiş, beni hiç ilgilendirmeyen yerlerde de yolumun üzerinde olduğu için mecburen gereğinden fazla zaman geçirmiş oldum.
Uzun okyanus geçişlerini sevmediğimi, kısa süreli, en fazla 1 haftalık seyirleri sevdiğimi, soğuk yerleri sıcak, tropikal adalara, dağlarla çevrili koyları kumsallara, doğanın bozulmadığı, ıssız bölgeleri her türlü servisi bulabileceğiniz turistik merkezlere tercih ettiğimi gördüm. Dünya turunu tamamlamak için yoldaydım ve zamanım kısıtlıydı. Bu yüzden yolculuk kimi zaman benim için gereksiz ızdıraplara dönüştü.
Artık ne istediğimi biliyorum. Bir daha tekneyle yola çıkarsam dünya turu amacıyla değil, hoşuma giden, beni çeken yerlerde zaman geçirmek amacıyla çıkarım.
Dünya turu düşüncesine saplanıp kalmak belki de yola hiç çıkamamanıza neden olabilir. Bir kere, dünya turunu tamamlayabilmek için zamana ihtiyacınız var. En az 2 sene ayırmanız gerekiyor. Bu süre olabilecek en hızlı tempo ve ralliler hariç kimse bu hızla dolaşmıyor.
Mantıklı olan 4-5 sene. Halbuki önceden belirlenmiş yerler ya da amaçlar çok daha kısa sürede gerçekleştirilebilir. Hedefiniz Akdeniz turu, Kızıldeniz turu ya da Atlas Okyanusu turu olabilir pekala. Ama eğer gerçekten vaktiniz ve yeterli paranız varsa ve zamanınız kısıtlı değilse dünya turuna çıkabilirsiniz elbette.
Yine tekrarlıyorum: tekneyle yola çıkmak illa ki dünya turu yapmak değildir.

Hakan Öge;
 Mardek isimli teknesiyle 2004 yılında tek başına dünya turuna çıktı. Macellan’ın geçtiği Horn Burnu’nu dolaşan ilk Türk oldu. Ancak onun hayatını masalsı yapan yalnız bu kısmı değildi. Dünya turuna çıktıktan 7 ay sonra Sophie adındaki hayat arkadaşıyla okyanusun göbeğinde tanıştı; Pasifik’in ortasında evlendi!



Mardek'in Teknik Özellikleri
Tam boy (LOA)9.6 metre 
Su hattı (LWL)8.50 metre
Genişlik 3.20 metre
Su çekimi 1.80 metre
Deplesman 3 ton 600 kilogram
Salma1ton 350 kilogram
Yelken Alanı 50 metrekare
Motor Yanmar 27 beygir
Mazot deposu 120 litre
Su deposu 200 litre
Ortalama seyir sürati 6 deniz mili
Dizayner Groupe Finot
ÜretimNotika 
TeknikMalzeme Fiberglas, epoksi


Denizhaber'e verdiği röportajda Hakan ÖGE anlatıyor..


Ordu’da doğdum. Evimiz deniz kıyısındaydı, arkamızda dağdı. Çocukluğum sokakta, doğayla içiçe geçti. Spor hayatım da bu ortamda bisikletle başladı. 15 yaşlarında halka açık bir bisiklet yarışmasında birinci oldum. O günden beri de spordan kopamadım.

Babam Ayhan Öge diş hekimiydi. Bir de Ordu’da da 2 sineması vardı. Ben de kameralara, fotoğraf makinelerine çok düşkündüm. Dağlara gider fotoğraf çekerdim. İstanbul’a yerleşince Saint Joseph Fransız Lisesi’ne gidiyordum. Okulda herkes mühendis, turizmci olmak isterdi. Bense meslek olarak babama jest olsun diye diş hekimliğini seçtim. Ama aklım sporda ve fotoğrafçılıktaydı. 
Üniversitede dağcılıkla fotoğrafçılığı birleştirdim. Çocukluğumdan beri National Geographic’i takip ediyordum. Atlas diye bir dergi kurulacağını duyunca hemen başvurdum. Benimle ve fotoğraflarıma çok ilgilendiler. Benim de diş hekimliği dışında fotoğraf ve dergicilik hayatım başlamış oldu, adeta zehirlendim!
 Yabancı dilim olduğu için yurt dışını yakından takip ediyordum. Yurt dışındaki yaşıtlarım benim gibiydi. Ama Türkiye’de elbette maceracı yönümle sivrildim. Belki de kimse olmadığı için...
 Atlas’a fotoğraf çekerken yamaç paraşütüyle uçmaya başladım. Baktım bunun bir de motorlu versiyonu var, adı paramotor. O güzel doğa görüntülerini yakalamak için helikoptere çok para dökmek gerekmiyor. Atlas’la bunu paylaştım. Bayıldılar fikre. Atlas’taki şartlar ilerleyince diş hekimliğine de ara vermek istedim. Zaten muayenehane var, istediğim zaman dönerim dedim.

Tekne çocukluk hayalimdi. Sadun Boro’dan çok etkilenmiştim. Atlas’ta çalışırken arkadaşımın tersanesinde teknemi yapmaya başladık. Ancak tekneyi suya indirince kaza geçirdim. Ayağımı kırdım. Kırık ayakla fotoğraf çekemeyince muaynehaneye döndüm. İyileşince Atlas’a destek olmasını ve dünya turu yapmak istediğimi söyledim. 
Çünkü o sırada evliliğim bitmişti. Orta yaş sendromundaydım. Tam zevk aldığım işi yapıyordum ki kaza geçirdim, zorunluluktan diş hekimliğine döndüm. Ciddi bir hayat değişikliği yapmak istiyordum. Atlas da önerimi kabul edince, destek olunca kendimden emin oldum.

Türkiye’den çıkarken bana kahraman muammelesi yapıldı. ‘Delisin’ dendi. Ama yollarda benim gibi tek birçok kişi gördüm. Meğer Türkiye’de dünya turu abartılıyormuş! 70 yaşındaki bir adam bile emekliliğinde eşiyle dünya turu yapabiliyormuş. Yalnızlık konusuna gelince... Seyir yaparken problem yok ama limanlarda yabancılık, yalnızlık çöküyor.
 Asosyalim. Gidip insanlarla kaynaşamam. Hep zamana ihtiyacım vardır. Limanlarda yalnız başına bu maceranın yapılamayacağını anlıyordum. Hep içimden ‘ileride bu işi sevdiğimle yapacağım’ diyordum. 

İlk Sophie’yle değil, ailesiyle tanıştım. Yeşil Burun Adaları’na tekneyi demirledim. Katamaranla dünyayı gezen Belçikalı Catherine ve eşiyle tanıştım. Catherine’in kardeşinin de onlara katılacağını söylediler. Tanıştıktan iki gün sonra kardeşi Sophie geldi.
Catherine 50 yaşlarında bir kadındı. ‘Kardeşi de onun yaşlarındadır’ diyordum. Catherine diş hekimi olduğumu bilmediği için ‘kardeşim de senin gibi fotoğrafçı’ diyordu. 33 yaşında çok güzel bir kız olan Sophie’yi görür görmez çok etkilendim. ‘Fıstık gibi kızmış’ dedim...Catherine Sophie’ye ‘Seni biriyle tanıştıracağım’ diyerek çıtlatmış. Sophie pek ilgilenmemiş. Catherine beni yemeğe davet edince tanıştık ve çok iyi anlaştık. Birkaç gün içinde ilişki gelişti. 10 günü birlikte geçirdik.
Ben onları bırakmak zorundaydım. Sponsor bekliyor, gezmem gerek. ‘Okyanusu geçince Martinik Adası’nda tekrar buluşalım’ dedik. Seyir halinde hep yazıştık. Onlar benden bir gün sonra yola çıktı, aramızda birkaç yüz mil var, rotamız farklı. Birlikte yol alamadık. Ama kısmet, kader... Her şey bambaşka gelişti. Bir akşam uyuyamıyorum. Okyanusta kimse yok. Bir sallantıyla uyandım. “Ben Mardek” diye anons yaptım. Meğer Sophie’lerin teknesi yanımdaymış.
Şaşırdık. “Sabah olunca ben size kahvaltıya geleyim” dedim. Ama sabah çok rüzgar vardı. “Tekneyi okyanusun ortasında bırakıp gelemem, siz bana Sophie’yi yollayın” dedim. Şişme botla, arada iple Sophie’yi bana yolladılar, kucaklaştık. 10 dakika geçti, “Onlar 2 kişi bense tek başınayım. Sophie’yi hiç bırakmak istemiyorum” dedim. Sophie “Ben de seni bırakmak istemiyorum” dedi. Ve kalış o kalış! Sophie’yle birlikte yola devam ettik.




Hemen telefon açtım. “İsterseniz projeyi hemen bitirelim” dedim. Özcan Yüksek Atlas’ın Genel Yayın Yönetmeni “Oğlum asıl haber bu; Atlas’ta kullanalım bunu” dedi. Toplam proje 2 yıldı. 3 yıla çıkardık. Biraz daha heyecanlı hale getirmek için rotayı değiştirdik. Panama Kanalı’ndan geçen ilk Türk teknesi olalım dedik. Panama’nın hava şartları kötüdür, az insan vardır. Panama Kanalı’ndan Pasifik’e geçerek heyecanlı bir rota izledik. 3 yılın 2 buçuk yılını da Sophie’yle tamamlamış olduk.
İki gün sonra hava kötüledi. 1 hafta boyunca o havayla mücadele ettik. Yelkenin bir parçası kırıldı. Çok aşığız biribirimize, atlattık. Ama o maceralı bölüme gelince daha da ağır geçti. İki ay rüzgara karşı gitmemiz gerekti. Ciddi yorucuydu. Sophie ağlama krizi geçirdi. Bıkkınlık ve yorgunluk çöktü üstüne. Ben de sorumluluk almıştım. Hem mutluyum hem de “keşke almasaydım” diyorum. O yüzden Sophie’yi son 1 ay Belçika’ya yolladım. Bir yandan da özledim. 
Ölümle burun burununa gelmeyi de Pasifik’te yaşadık. Samua’dan çıktık, 1 haftalık bir yol kat etmemiz gerekiyordu. Çok sert bir hava vardı. Kaçacağımız yer yok. Büyük dalgalarla sert havayla mücadele ettik. Hep takla atma korkusu vardı. Yelkenimiz suya girip çıkıyordu. Sophie bana “Varacak mıyız?” diye sorduğunda, “Bilmiyorum” diye yanıtladım. Çünkü hayatta kalamayız sanıyorduk.
Dua edemiyorsunuz. Yaşamak için büyük mücadeledesiniz çünkü. Ama öyle bir durumdan kurtulunca insanın kendine güveni geliyor.
 Çok enteresan. Doğanın ritmiyle yaşıyorsun bir kere. Saatlerle değil, mevsimlere göre plan yapıyorsun. Hep havadurumu takip ediliyor. Ölümle burun buruna geldiğimde de şunu hissettim. Karada yaşanan en büyük stres bile aslında doğal olmayan sıkıntılar. İflas etseniz de ucunda ölüm yok. Ama doğada hayatta kalma içgüdüsü gerçek. Orada kaybederseniz ölüyorsunuz, başka yolu yok.
Baktık tartışmasız 1 sene geçti “Evlenelim biz en iyisi bu bir işaret” dedik. Dönmeyi beklemeden, Pasifik’in ortasındaki Tuamotu Adaları’nda okyanus ortasında yüzüklerimizi geçirdik. Etrafta hiçbir şey yoktu. Kaptanın nikah kıyamaya hakkı var derler ya. Ben kaptandım, şahitlerimiz de balıklar oldu. İlginç olan okyanusta tarihle ilgilenmediğimiz için hatırlamıyoruz. 21 Haziran civarıydı diyoruz. Gerçek nikahı ise dönünce Belçika’da yaptık.İnsanlara dışarıdan bakıyormuşum gibi hissettik. Panik, korku herkeste var. Vapur kaçırılıyor insanlar stres yapıyorlar, biz anlam veremiyorduk. Düşünsenize 3 yıl insanlarla kontağımız kopmuş neredeyse. İnsanlar birbirine yalan söylüyor, şaşırdık. Sonra nereye gideceğimize karar veremedik. Türkiye’de herkesin yaşadığı problemler bizim de başımıza geldi. Bir süre hep trafikten kaçmak için bisiklete bindik, daha yeni araba aldık.




Dünya turunu tamamlayınca birçok kişi çektiği ızdırabı unutur. Okyanus geçmek öyle kolay değildir, çok sevmek ve kafayı takmak gerekir. Yazılan kitaplar insanları teşvik ediyor. Yaşadıkları zorlukları insanlar herhalde unutuyorlar ve yazmıyorlar. Biz döndükten sonra ‘Macellan’ın izinde Mardek’in Seyir Defteri’ ve ‘Duygulara Akmak, Mardek´in Dünya Turu’ diye iki kitap yazdık. Kitapların yarısı çok güzel şeyden bahsediyor, yarısıda çektiğimiz ızdıraptan. “Gerçekler budur” diyoruz!

SOPHİE : ‘TÜRKİYE’YE ALIŞMAKTA ÇOK ZORLANDIM...’

Belçika’nın Anvers şehrinde doğdum. Bir fotoğraf ajansı için yarı zamanlı fotoğrafçılık yapıyordum. Zaten hiçbir yere kendimi bağlayamıyordum. Öyle ki, iş yaptığım yerle kontratım bile yoktu. Hep, “bir gün bir şey olacak ve hayatım değişecek” diyordum. Ablam Catherine’in eşi beni yanlarına çağırınca, gitmek istedim. Giderken içimi tarifi imkansız bir heyecan kapladı. Belliydi, bir şey olacaktı, ve benim hayatım kökten değişecekti.
Hakan’la kalmaya karar verdiğim gün patronumu aradım. Kontratım olmamasına rağmen bir daha gelemeyeceğimi söyledim. Doğduğumdan beri bu macerayı beklediğimi anladım. Hakan’la karşılaşacağım varmış.
Çook çook zordu! Özellikle ilk altı ay, dil bilmiyordum, çok zorlandım. Şehir içinde trafiğin olduğu, kornaların duyulduğu, tren sesinin geldiği bir semtte yaşıyorduk. Arada bir parkalara gidiyorduk. Ama yine şehrin kaosuna geri dönüyorduk. 8 ev değiştirdik, ama sessiz sakin hiçbir yer bulamadık. Bu arada kursa gittim Türkçe öğrendim. Sonunda Heybeli Ada’daki bu Rum evini bulunca huzuru buldum.
Hakan’la mutluydum. Ama beni okyanus tuttu. Hem de 2 ay boyunca, felaketti. Hep uyudum ve hiçbir şey yapmak istemedim. Sanki komaya girmiştim. Sonrasında Belçika’ya gittim zaten.
Ailem Hakan’ı başta “Serserinin teki, kızı aşık etti kendine” diye düşündüler. Ama Hakan’ı tanıyınca çok sevdiler.
Bize göre aynı dindeniz. Çünkü hayatı aynı şekilde algılıyoruz.
Çalışmıyorum. Bir kitap çalışmam var.
Hakan sabahları Kadıköy’e muayenehaneye gidiyor. Televizyonsuz bir hayatımız var. Seyredecek bir şey bulamıyoruz. İnternet televizyonumuz. O işten gelince film seyrediyoruz, yürüyüş yapıyoruz, bir şeyler okuyoruz. Arada da çoğunluğu yabancı olan arkadaşlarımla görüşüyorum.

Gelecek hedefimiz;15 metrelik alüminyum bir tekneyle Kutuplar’a gitmek istiyoruz. Marmaris Yat Marin Sponsorluğu’nda teknemiz yapılıyor. 
İleriki günlerde ya Kapadokya ya Belçika ya da Fransa’da geniş arazisi olan bir yerde yaşamak istiyoruz.

devamını oku →

Pupa Yelken / Kısmetin Dünya Seyahati / Sadun BORO


Pupa Yelken;  Sadun Boro'nun Kısmet adlı teknesiyle yapığı dünya seyahatini anlattığı kitabıdır. İlk olarak Hürriyet gazetesinde tefrika edilmiştir. 


İlk baskısı 1969 yılında yapılmıştır.

Sadun Boro'nun "Kısmet" teknesiyle yaptığı tam dünya turu önce o yıllarda Hürriyet gazetesinde günü gününe tefrika edildi. Bu gazete yazıları daha sonra 1969 yılında Günaydın gazetesinin basım tesislerinde kitap haline getirilerek yayımlandı.

Kitap 2000 yılından sonra tekrar basılmıştır.
Son baskısı, 2013 yılında Denizler Kitabevi tarafından yapıldı ve 35 dk.lık bir CD eklendi.
Boro'ların, o yıllarda kendi seslerini bir teybe alarak oluşturduğu kayıtların bulunduğu CD, Galapagos Adaları'nda foklarla yapılan keyifli bir röportajla başlıyor. Pasifik geçişinde yaşadıkları, Markiz Takımadaları'ndan Nukuhiva'da demirlediklerinde gördükleri ve ardından Pasifik'in incisi Tahiti Adası'ndaki maceraları ile devam ediyor.  Bu nostaljik kayıt şarkılarla son buluyor. 
Sadun Boro hayatta en büyük hayali olan dünya seyahatini; 1963'te Salacak'ta, Athar Beşpınar'ın atölyesinde kızağa konan 10.5 m. boyundaki "Kısmet" adını verdiği teknesiyle gerçekleştirdi. 
Bu aslında onun ilk açık deniz yolculuğu değildi.  
Sadun Boro, önce 1952'de bir İngiliz maceraperestle birlikte Ling adlı 11 metrelik yelkenli ile Amerika'ya kadar uzanan ve 6 ay süren bir seyahat yaptı. 1965'te ise eşi Oda ve Kanarya Adaları'nda aralarına katılan Miço adını verdikleri kedileriyle birlikte, 10,5 metrelik Kısmet yelkenlisi ile 2 yıl 10 ay süren dünya seyahatine çıktılar. 22 Ağustos 1965–15 Haziran 1968 tarihleri arasında gerçekleşen seyahatin güzergâhı; İstanbul-Cebelitarık-Kanarya Adaları-Barbados-Karayip Adaları-Panama Kanalı-Galapagos Adaları-Markiz Adaları-Tuamotu Adaları-Tahiti ve Rüzgâraltı Adaları-Tonga Adaları-Fiji Adaları-Yeni Hebrid Adaları-Yeni Gine Adası-Torres Boğazı-Timor Adası-Endonezya-Singapur-Bengal Koyu-Seylan Adası-Arap Denizi-Kızıldeniz-İsrail ve İstanbul idi.

Sadun BORO pupa yelken'in 2000 yılındaki tekrar basımına ilişkin olarak diyor ki;"Otuz beş yıl gibi uzun bir aradan sonra "Pupa Yelken"in yeni baskısını hazırlarken, o günü yaşamamış okurlarımız için seyahatimizin basında ve toplumumuzdaki yankısından, amatör denizciliğimize etkisinden biraz bahsetmek istedim.
Ayrıca kitabın arkasındaki "Geçen Yıllar" bölümünde o günlerden bu yana hem bizim hayat hikayemizi, hem de değişen yaşam koşullarının uzun deniz yolculuklarını nasıl etkilediğini ve bu gelişmenin neler getirip neler götürdüğünü bulabilirsiniz.
Kitabın birinci baskısı o zamanın en modern Vebofset baskı tekniği ile Günaydın gazetesinin matbaasında gazete kağıdına basılmıştı. Yeni baskısı günümüz dijital ortamında gelişmiş teknikle yapıldı. İçeriğinde hiçbir değişiklik olmadı. Arka sayfalarındaki ilanların yerine yolculukla ilgili gazetelerde çıkan haber ve röportajları koyduk. Bazı önemli gazete küpürlerini o günleri yaşayamayan gençlere göstermek istedik.
O günden bu yana sayıları hiç de küçümsenmeyecek kadar çok insan Pupa Yelkenden esinlenerek küçük veya büyük bir tekne sahibi oldu, denize adımını attı, ondan istifade etmeye çalıştı. Hatta bunlardan bazıları gönderinde veya gurcatasında ay-yıldızlı bayrağı dalgalanan kendi yelkenlileriyle dünya seyahatlerini muvaffakiyetle tamamladı. Bugün daha birçokları dünyanın dört bir yanında dolaşıyor, yenileri çıkmaya hazırlanıyor.
Kısmet ve Pupa Yelkenin amatör denizciliğimizin yeşerip, gelişmesine bir nebze katkısı olduysa ne mutlu bizlere. Yavaş da olsa amacımıza ulaşmanın bahtiyarlığını yaşıyoruz.."



Muğla'nın Bodrum ilçesinde Okluk koyunda teknesinde yaşayan 85 yaşındaki Boro, 1964 yılında İstanbul'da yaptırdığı 10,30 metre boyunda 3,20 metre genişliğindeki Kısmet'i 2010 yılında Rahmi Koç Müzesi'ne bağışladı.

Yaşamının en güzel günlerini, yaklaşık 45 sene kullandığı ''Kısmet'' teknesinde geçirdiğini belirten Boro;
''Bu tekne ile 1965 yılında 3 yıl süren dünya turuna çıktım. En güzel, en manalı günler, aylar, yıllar 'Kısmet'in içinde geçti. Onunla tayfunları, en şiddetli fırtınaları yaşadık. Pasifik'te mehtabı seyrettik. Hepsi 'Kısmet'in sayesindeydi. Sevdiğim bir tanemden ayrılıyorum. Zaten satılmayacak, bir müzeye bağışlanacak demiştim. Artık yaş ilerliyor. 'Kısmet' bir uzun yol teknesi olarak yapılmıştı. Seyahatte çok rahattık.'' Yaşamının geri kalanında yeni yaptırdığı tekneyi kullanacağını, Kısmet' den ayrıldığı için büyük üzüntü yaşadığını vurgulayan Boro, şöyle devam etti: çok acı bir duygu. 'En doğru karar bu olsa gerek' dedim kendi kendime. Yeni yaptırdığım tekne rahat tabii. Duşu, tuvaleti, kaloriferi, buzdolabı daha ev gibi. Bu saatten sonra nasılsa uzun yola gidecek değiliz. Daha rahat şartlarla 20-30 sene de onu kullanırsak geçer, gider. 
Kendisi 45 sene binlerce insana denizi sevdirdi, denize çıkmasına vesile oldu. İnşallah bundan sonra da genç yavrularımıza deniz sevgisini, açık denizlere yelken açma merakını orada aşılayabilirse görevine devam etmiş sayılır.''   


Kısmet, bugün İstanbul-Hasköy'deki Rahmi Koç Müzesi'nde sergileniyor.

devamını oku →

Dünyayı Dolaşan 5.Türk Denizci..

"Yosunu yapmamın nasıl hayatımı değiştirdiğini, bana neler kazandırdığını da bu kitaba yansıtmaya çalıştım."



1933’te İstanbul’da doğdu, çocukluğunu Büyükada’da geçirdi.Columbia Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği alanında doktorasını tamamladıktan sonra New York’ta çeşitli üniversitelerde ders verdi. New York Üniversitesi Bilgisayar Bölüm Başkanı iken dünya seyahati yapmaya karar verince kiraladığı bir atölyede 10 metrelik bir tekneyi imal etmeye başladı. Yosun adını verdiği teknesinin yapımını 5 yılda tamamladı.Dünya seyahatine Yosun adlı teknesi ile 1987 yılında başlamış, 8 Aralık 1995 tarihine kadar devam etmiştir. New York'ta üniversitede kürsü başkanı olduğu için seyahatini okulundan fırsat bulduğu sürece etap etap tamamlamıştır. 6 yıl 7 ay süren bu yolculukta Akkoyunlu, 302 gün seyir yaparak dünyayı dolaşmıştır. Akkoyunlu'nun boyu 2 metre olduğu için "Yosun"un güverte tasarımı özel olarak yapılmıştır. Kamara yüksekliği ise 2 metre 10 santimdir.

Dünya turunu tamamladıktan sonra teknesini denizi seven Türk gençlerine armağan etmek istemiş ve Osman Atasoy'un tavsiyesi ile daha önceden hiç tanımadığı Tonguç Tokol ve Yeşim Tokol'a bedelsiz olarak vermiştir. Yosun'un yapımı ve dünya turunu Deniz Çingenesi adlı kitabında anlatmıştır. ISBN 9789944020114

"Bana dün gibi geliyor ama Yosun'un yapımına başladığımdan beri 30 yıl geçmiş.Denize ineli 22, dünya turuna çıkalı 18, ilk turu tamamlayalı 11 yıl olmuş. O zamandan beri Yosunun öyküsünü kitap olarak toplayıp yazmak bana zor geldi. Yelken dergilerine verdiğim birkaç yazıyla, bir iki röportajla yetindim. Yosunu yapmayı da, onunla okyanuslara açılmayı da daha çok kendimi tanımak, kim olduğumu anlamak güdüsüyle yaptım. Denizde, özellikle uzun yollarda yalnız olmayı yeğledim.Aslında epey söyleyecek şeyim var.Beni düşündüren, tekne yapmayı aklından geçirenler. Zorlukları büyüten "kendime özgü üslubumla" onları ürkütüp vazgeçirmekten korkuyorum. Ama sonuçta, böyle mantıksız bir işe girişecek insan zaten bir kitap okuyup vazgeçmez diye düşünüyorum."

YOSUN


Tasarım: Bruce Roberts 36
Yapım: Eralp Akkoyunlu tarafından
Yapım yeri: New York
Malzeme: Fiberglas
Boy: 11,70 m.
Su hattı: 9,15 m.
En: 3,47 m.
Su çekimi: 1,75 m.
Deplasman: 11 ton
Safra: 3,5 ton
Yelkenler: Ana yelken, cenoa, ikiz trinket
Yelken alanı: 105 m2
Makine: 38 HP
Yakıt kapasitesi 550 Lt.
Su kapasitesi 250 Lt.
Seyir donanımı: Otopilot, GPS, VHF, derinlik göstergesi.
Donanım: Irgat, 7 ad. vinç, 5 ad. çıpa, şişme bot ve 5 HP motor.
Omurganın kuruluşu: 4.Temmuz.1976
Denize iniş: 14.Ağustos.1985

Tura başlangıç: 19.Ağustos.1987 Grenada’ dan.
Turun bitimi: 8.Aralık.1995 Grenada’ da.
Yapılan yol: 25.210 Mil ( 16.880 Mil yalnız )Toplam 33 ülke ve 219 seyir günü.

Fotoğraf albümü için buraya tıklayınız..



devamını oku →

Dünyayı Dolaşan Türk Denizciler Tüm Liste / Kaynak Wikipedia

Sadun BORO ve KISMET 


Detay bilgi için lütfen isimlerin üzerine tık..layınız..


Sadun Boro - Oda Boro çifti Kısmet 1962-1965
Cumhur Gökova - Happy Ray 1970-1976
Tanıl Tuncel Kelebek 1986-1991
Eralp Akkoyunlu Yosun 1987-1995
Haluk Karamanoğlu ve ailesi Dariska 1988-1993
Hülya Leigh ve Derek Leigh Blue Belle 1998-2005
Erkan Gürsoy Barış 1991-1995
Zuhal Atasoy - Osman Atasoy çifti Uzaklar 1992-1998
Ayfer Er Cantana III 1993-1998
Alim & Hattaya Sür çifti My Chance 2003-2008
Ayça Kirişçioğlu - Levent Kirişçioğlu Yol 2004- 2007
Ekrem İnözü Anouk 2004- 2007
Hakan Öge Mardek 2004-2007
Özkan Gülkaynak Kayıtsız III 2006-2009
Erden Eruç Calderdale 2003-2012


Not: En son düzeltme tarihi : 17.01.2011-Wikipedia 

devamını oku →

Türk yelken tarihi

Türk yelken tarihi, ülkemizde uzun bir geçmişse sahip olmasa da hatırı sayılır bir yeri var. Yelken sporunu daha yakında tanımak isteyenlere eşsiz bir tarih yazısı.

Yelkencilik tarihi Türkiye'deki gelişimi
1850 yılını başlangıç olarak aldığımızda, Türk kıyılarında yerel seferler yapan taka, çektirme, tırhandil gibi bölgesel özellikler taşıyan, ticari ağırlıklı tekneler vardır. 
Bir kısmı özel, bir kısmı da devlete aittir. Spor ve gezi amaçlı kullanılan küçüklü büyüklü yelkenli tekne hemen hemen hiç yoktur. Olanlar da daha ziyade Deniz Harp Okulu gibi devletin eğitim kurumlarının eğitim amaçlı tekneleri ve yabancı bahriyelerde olduğu gibi gemilerin filikalarıdır. Bu yüzden, bu gibi ufak botları yapan müessese Taşkızak Askeri Tersanesinde, Filikahane diye anılmış bir atölye bölümüdür.
Bu dönemde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, kürekle de kullanılan, ama birer Latin yelkeni olan Sandal’lar çok yaygın idi. “Moda Sandalı” adı verilen bu tekneler, uzun yıllar kullanılmış ve yerel tekne olma özelliğini korumuştur. Bütün İstanbul kıyılarında onlarca yerde, yüzlerce ustanın bir plana bağlı olmadan, göz kararıyla ve “keser sapı” denilen ampirik ve kayıtsız ölçülerle yapılagelmiştir. 1950 yıllarında bile devam eden bu üretim şekli, özellikle Haliç’in Ayvansaray semti ile özdeşleşmişti.
Bu günkü ve dünkü anlamıyla, yarışları yapılabilecek, hesap sonucu performansları ortak bir eşele oturtulabilecek tekneler, yani yelkenli yatlar, henüz bir gereksinim olmamıştı ve Türk Halkı, tek tük istisnalar dışında, sadece gezmek ve yarışmak için tekne edinmek fikrinden çok uzaktı. 1850 lerden ta 1930 ların ortalarına kadar, bu böyle sürüp gitti, azınlık  vatandaşlarımız ve Levantenlerin dışında yelken sporuna ilgi gösteren pek olmadı (bazı öncü gençler dışında).


Başlangıçta büyük yelkenli tekne sahibi 2-3 Türk vardı 


1850 - 1918 yılları arasında büyük tekne sahibi olan az sayıda Türk, azınlıkların düzenledikleri yarışlara pek kabul edilmezlerdi. Ancak kayıtlara geçmiş olan bir derece vardır. 1898 yılında, Prinkipo (Büyükada) Yacht Kulübünün düzenlediği 2 haftalık seri yarışların birincisi, "Afacan" adlı yelkenlisi ile, "Faik Bey" isimli bir Türk'tür.
1900'lü yıllar girdiğinde, Türkiye savaşlar içinde çalkalanıyordu. Denizciler ve yelken yapanlar, özellikle 1919 dan sonra, Kurtuluş Savaşı’mıza bir şekilde katılıyorlardı. Mesela o sırada genç bir yelken sporcusu olan Behzat (Baydar) Bey, evine kurulan telsizi ile Ankara’ya istihbarat geçiyordu. Karadeniz’de bazı takalar, çektirmeler, sadece yelken güçleri olmasına karşılık, önemli hizmetler görüyorlardı. Savaş böyle herkesin özverili katılımıyla sürdü ve kazanıldı. 1930 lu yıllara gelindiğinde ülke modernleşme hamlelerini başarmış, yeni yönetimiyle, yeni rotasında ilerliyordu. Artık her şey gibi, yelken sporu da ciddi bir şekilde yapılabilirdi.
İlk resmi yarışlardan biri, 1932 yılı Eylül ayının ilk üç hafta sonunda, 3 yarış üzerinden yapılan ilk Istanbul Birinciliği Yarışlarıdır. 
Burada toplam 47 tekne yarışmış olup 5 sınıfta (ilk 2 sınıf, sadece Heybeliada Deniz Harb Okulu tarafından kullanılıyordu, diğer 3 sınıf ise uluslararası sınıflardı) ilk dereceleri alanlar:

Işkampavya Sınıfı / Deniz Mülazım Vedat Bey
Filika sınıfı / Deniz Mülazim Rafet Bey
12 kadem Dinghy Sınıfı / Selim Zeki Bey - Faruk Refik Bey (Faruk Birgen)
15 metrekare Yole Sınıfı / Harun Bey (Harun Ülman) - Behzat Bey (Behzat Baydar)
12 metrekare Şarpi Sınıfı / Şeref Refik Bey (Şeref Birgen) - Şakir Atıf Bey

Kendilerini minnet ve rahmetle anıyoruz.

Yine 1932 Eylül ayında, 12 metrekare Şarpi sınıfında İzmir Karşıyaka'da ilk yarışlar yapılmıştır. Bazı katılanların ismi bilinmekle beraber, dereceler belli değildir.
İzmirden ilk bilinen derece, 9 Eylül 1938 tarihinde yapılan Kaba Yole sınıfında, 3 tekne ile yapılan yarışın birincisi Göztepe'den Muzaffer Kalkış'tır.

Olimpiyatlara katılan ilk yelkencilerimiz, 1936 Berlin Olimpiyatlarında, Kiel'de ilk kez görüp bindikleri Starboat sınıfında Harun ÜLMAN ve Behzat BAYDAR [13 tekne içinde 7. geldiler]; Olimpik Yole sınıfında Dr. Demir TURGUT; yedek sporcu Şeref BİRGEN olmuşlardır. Hepsini rahmetle anarız.) 

1936 yılında önemli bir dönemeç yaşandı
Atatürk, 1936 yılı Temmuz ayında, o zamanlar bir mesire çayırı olan Fenerbahçe’yi gezmek istedi ve geldi. Fenerbahçe bir yarımada idi (şimdi belediye bir köprü ile geçilen ada haline sokmuş durumda) Kuzeybatısında, harap halde bir eski mendirek kalıntısı ve en burun kısmına doğru bazı manastır harabeleri vardı. Şimdi doldurulup marina yapılmış alçak olan kuzey tarafında, bazı tekneler çekili duruyordu. Etrafındakilere bu teknelerin kimlerin olduğunu sordu. Aldığı cevap, Moda eşrafından Vitoller (Moda’da yerleşik ve bir sokağı aile adıyla anmamıza neden olan Whithall ailesi) başta olmak üzere, pek çok yabancı, levanten ve azınlık isminden ibaretti.
Bunun üzerine, yine etrafındakilere “Bu mendirek onarılsın, burası da Türk Gençlerinin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez yapılsın !” şeklinde bir talimat verdi. Kısa zaman içinde, dönemin Başbakanı Celal BAYAR ve Ulaştırma Bakanı Şakir KESEBİR gerekli talimatları vererek mendireğin onarılmasını sağladılar. Böylece denizciler ve yelkenciler, nisbeten korunaklı bir limana kavuştular. Mendireğin ucuna yapılan fenere, bu olayı ve kişileri anımsatan mermer bir kitabe kondu. 1960 ihtilalinde Celal BAYAR düşünce, bu mermer levha ters çevrilip başka bir cümle yazıldı. Bu levha, mendireğin marina için istimlakinden kurtarılmıştır ve bu gün, Istanbul Yelken Kulübünün girişinde sergilenmektedir.
Bir yandan da, bu dönemde başta rahmetli BAYAR olmak üzere, önde gelen kişiler de bu talimata uyarak tekneler yaptırdılar, aldılar veya ithal ettiler. Bu teknelerin çoğu 1940lar, 50ler, 60lar, 70ler gibi yıllarda, Fenerbahçe yat barınağını süslediler, Istanbul Yelken Kulübü, Moda Deniz Kulübü gibi tesislerde karaya çekildiler, bakımları yapıldı ve kışladılar. Üstelik o sırada ödenen paralar, birkaç ayda başka bir tekne almaya yetecek gibi değildi, çok daha mantıklı ve insaflıydı.
Bizzat Ulu Önder’in deniz sporları ve yelken ile ilgilenmesi üzerine, konunun güzel yanları da anlaşıldıktan sonra, politika ve iş dünyasından ünlü kişiler tekneler yaptırmaya, hazır olarak almaya hatta ithal etmeye başladılar.
Örneğin, 1938 de Kılıç Ali Bey (“Baba” lakaplı müteveffa Futbol adamı Gündüz Kılıç ve gazeteci Altemur Kılıç’ın babaları, Atatürk’ün silah ve dava arkadaşı, İstiklal mahkemesi Başkanı, ünlü 4 Ali’lerden biri) tarafından Cenova yapımı olan “ESEN” isimli yat, yurda getirilmişti. Bu yat, 1935 Transatlantik Yarışının 1.si olmuştu.  Yatın o günlerdeki sahibi, daha sonraları İstanbul Yelken Kulübü kurucularından olacak olan Avni Şasa idi.
Atatürk’ün Fenerbahçe ve burada gençlere spor yaptıracak mutasavver (tasavvur edilen) kulüple yakın ilgisi bu kadarla da bitmedi. 22/2/1938 tarihli ve 8236 sayılı Başbakanlık Kararnamesi ve 27/7/1938 tarihli ve 9331 sayılı tamamlayıcı bir Kararname ile, Hazine’nin (Laz Burnu da dahil) Fenerbahçe Mesire Yerini Istanbul Belediyesine bedelsiz olarak devrettiği, Belediyenin de bu arazinin bir kısmını kurulacak olan deniz sporları kulübüne kira ile tahsis etmelerini bildirdi.
Ne yazık ki, araya hastalığı ve fani varlığının aramızdan ayrılması, İkinci Dünya Savaşı, bunun olumsuz etkileri ve sonra politik çalkalanmalar girdi.
Ama verilen talimatı ve gösterilen kolaylıkları unutmayan yelkenciler, aralarına dönemin pek çok ünlü ve etkili kişilerini de alarak, 1952 yılında Istanbul Yelken Kulübünü, gösterilen yerde kurdular. Durumu bilenlerin (kuruculardan milletvekili rahmetli Mustafa Enver Adakan, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı rahmetli Dr. Fahrettin Kerim Gökay gibi) de müdahelesi ile, hem yer tahsis edilmiş oldu, hem de Bakanlar Kurulu’ndan Kamu Yararına Dernek statüsü aynı yıl içinde çıktı. İlk yıllarda, Devletin yelkenciliğe Denizcilik Bankası kanalıyla pek çok katkıları oldu. Yani Atatürk’ümüzün dilek ve talimatları o dönemde daha unutulmamış, yerine getirilmeye çalışılıyordu. Esasen Ebedi Önder ve Yol Gösterici, denizciliği her fırsatta konu etmişti.
Bu büyük adam, henüz yapılanları yeterli görmediği için, 1937 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarken, konuşmasında şu cümlelere de yer veriyordu :“Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız." Ne kadar doğru bir söz, her zaman ve her konudaki görüşleri ve fikirleri gibi!  
Sonradan bu emir ve vasiyete daha fazla uyuldu. Önce Fenerbahçe feneri yanındaki bölge İstanbul Bölgesine, yarış idare merkezi olarak verildi. Sonra burası Galatasaray’a tahsis edildi. Galatasaray da yüzme ve yelken branşlarını buraya getirdi, önceleri açık olan bir havuz, sosyal tesisler ve kayıkhane yaptı.
Daha sonra da Fenerbahçe Kulübü, Of’lu Balıkçı olarak tanınan dalyancının yerine Dere Ağzındaki yelken ve kürek tesislerini taşıdı, onlar da bir açık havuz ve sosyal tesisler yaptılar. En son olarak ta bir dönemin usta yelkencilerini barındıran Kalamış Yelken Kulübü, Kalamış tesisleri yıkıldıktan sonra buraya yerleşti.
Burada bir parantez açalım: Ali Bey de, Halit Bey de ayrı ayrı haklıdırlar. Ata’mız Fenerbahçe’yi (yeni kurulacak bir kulüp vasıtasıyla) Türk Gençleri’nin ve Sporcularının kullanımına vermiştir. Yıllardan beri o dönemden sonra kurulan İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe ve Galatasaray, çok sonradan da Kalamış Yelken Kulübü bu vasiyeti yerine getirmektedirler. Halit Bey’i bilmem ama, Ali Bey de o günleri benim gibi yaşamıştır, bilir. Umar ve dilerim ki bu vasiyet hep de yerine getirilecektir. 1950 lerde koca Fenerbahçe’de sadece Deniz Kuvvetlerimizin D/G istasyonu ve İYK Tesisi vardı. Biz de ilkbaharlarda ilkokulla özel tutulan tramvaylara biner, yarımadaya pikniğe giderdik.
Tarihi olay ve gerçekleri anlatırken, burada yeri gelmişken, “Büyük Yarış” diye anılan yarışın yaklaştığı günlerde (startı 23 Temmuz’da) tarihi bir olayı, bir öncülüğü de anmadan geçmeyelim.
Genç bir adam, bir denizci ve sporcu olan Behzat Bey’in çok yakın bir arkadaşı, beraber spor yaptığı dostu, “Tekneci Harun” diye anılan Harun Ülman idi. Sarışın, uzun boylu, heybetli bir genç olan Harun, 1911 de Almanya’ya gitmiş ve tahsili (gemi mühendisi, yat dizayneri idi) bittikten sonra, 1921 de ülkeye dönmüştü. İki genç adam, denize ve yelken sporuna aynı derecede tutkundular. Hatta, o dönemin bir yarış teknesi olan 15 metre kare (yelken alanı) Yole’de beraber yarışıyorlardı.
1933 yılında, İzmir’de önemli bir Yole yarışı vardı. Dönemin Yelken Otoritesi (Su Sporları Federasyonu), çok yakın zamanlara kadar yapıldığı gibi, İstanbul’dan gidecek tekneleri, vapura yükleyip naklediyordu.
İşte o günlerde, Behzat ve Harun, başkalarına çılgınlık gibi gelen (bu gün bile) bir düşünceye kapıldılar: Teknelerini gemi ile götürmek yerine, denizden ve yelkenle gideceklerdi.
Behzat’ın teknesi olan “Coşkun” 6,15 boyunda, 1,70 eninde, yukarıda değindiğimiz gibi 15 metrekare yelken alanı olan, üzeri açık ve dengeyi temin için safrası olmayan küçük bir tekne idi.
İki kafadar arkadaş, 24 Ağustos 1933 günü, saat 12:40 ta, Behzat’ın evinin olduğu Bostancı’dan tatlı bir Poyraz rüzgarı ile hareket ettiler. Saat 13:15 te Moda’ya vardılar. Behzat kumanya almak için karaya çıktı. Saat 14:05 te Çanakkale’ye ulaşmak üzere, Zeytinburnu yönünde hareket ettiler. O gecenin tamamında yola devam ettiler, hatta bir ara balon yelkenini de basarak daha iyi ilerlediler. Ertesi gün Gelibolu’yu geçip Çanakkale’ye vardılar. Gece orada kaldıktan sonra, ertesi gün (26.08.1933) Ege’ye açıldılar. Midilli Adasını sancakta bırakarak (bilmeyenler için, sağda bırakarak, yani Anadolu ile Midilli arasından geçerek, Güneye doğru) ilerlediler. İhtiyar bir balıkçı, onlara rüzgarın çok sertleşeceğini, kıyıya sığınmalarını söyledi. Dinlemeyip yola devam ettiler.
Gerçekten rüzgar çok arttı, onlar da sahile sığınmak zorunda kaldılar. Harun’un sözüyle, “ihtiyar balıkçılar, mahalli meteoroloji tahminlerini çok iyi yaparlar” ve mahalli şartları iyi bilirlerdi. Bir sonraki gün yola devam ettiler ve sonunda İzmir Limanına vardılar.
Yakın arkadaşlarından Demir Turgut, önceden gemi ile gelmişti. O ve diğer dostları, bu gecikmeler nedeniyle arkadaşlarını göremeyince telaşlandılar. İzmir Valisi ünlü Kazım Paşaya (Kazım Dirik) başvurdular. Kazım Paşa da yakın ilgi gösterdi, aramalar yapıldı. O dönemde, denize ve denizcilere büyük önem verilirdi. Derken çok iyi tanıdıkları tekneyi, limanda görüp, ferahladılar. Dostlar yine birbirlerine kavuşmuşlardı. Bu yolculuğu, Harun Bey’in kaleminden Yacht Dergisinin 1967 Eylül sayısında okuyabilirsiniz.
Harun Bey, çok ileriki zamanlarda, bu seyahat sırasında, “Acaba bir İstanbul-İzmir yarışı yapılabilir mi ?” diye düşündüklerini anlatmıştı.Bu düş, 1966 yılında gerçekleştirilmek üzere ciddiyetle ele alındı. Türk Donanma Cemiyeti (12 Eylül 1980 den sonra, diğer Silahlı Kuvvetlerin Güçlendirme Vakıfları ile birleştirilip Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı bünyesinde eritildi), İstanbul Yelken Kulübü (halen faaliyetine devam etmektedir) ve Ege Yat Kulübü birlikte bir organizasyon hazırladılar. Radyo ve gazeteler, günlerce katılacak yatları, sahip ve ekiplerini tanıttı.
2 Temmuz 1967 günü, İstanbul Yelken Kulübü önünden, yatlara start verildi. Startı bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Uran verdi. Donanma Komutanı Koramiral Celal Eyiceoğlu ve Donanma Cemiyeti Başkanı emekli Amiral Refet Arnom da orada, diğer kulüp yetkilileri ile birlikte hazır bulunuyordu.
Bütün katılan teknelerin 2-3 günde bitirdikleri 280 Deniz Mili uzunluğundaki yarışa 21 yat kayıt olmuştu, ama 17 tekne iştirak etti. Bir hatıra olarak, bu tekneleri analım : Keyfim, Plaisir, Levent, Lilly II, Gelincik, Sim, Seddülbahir, Azade, Dragon, Neptün, Pepertye, Deniz Atı, Feryal, Kaptan, Mekik, Polaris, Caniko (eski İpar). Bunlardan en iyi düzeltilmiş zamanı, en küçük olan Pepertye yaptı, yani yarışın galibi oldu. En büyük yat olan Caniko-İpar ise terk etmek zorunda kaldı.
Bu tarihi yarış ile başlayan bu spor klasiği isim değiştirdi, sponsor değiştirdi, organizatör kulüp değiştirdi, varış yeri değiştirdi, etap ilave etti, ancak hala sürmekte ve her yıl yapılagelmekte. İki cesur ve usta gencin, rotayı bizzat denerken hayal ettikleri yarış, yıllar sonra gerçekleşmişti.
Bu iki genç deniz ve yelken adamının, yaptıkları öncülükler saymakla bitmez. Ülkemiz adına yelken sporunda Olimpiyatlara ilk kez katılan ve yarışan ekibin çekirdeği yine onlardı. 1936 Berlin Olimpiyatları’nın Kiel Kentinde yapılan yelken yarışlarına katıldıklarında, daha önce hiç Starboat sınıfı teknelerle yarışmamışlardı. Kendileri için alınan ve Marmara ismi verilen tekneyi ilk defa, yarışlardan birkaç gün önce görüp bindiler. Buna rağmen, çok iyi yarıştılar ve filonun ortalarında yer aldılar. İsimleri bir kere daha tarihe geçti: Berlin’deki Olimpiyat Stadındaki Mermer Pano üzerinde bir kere daha ölümsüzleştiler.
Ülkemizdeki ilk yabancı temasta da onlar vardı, 1937 de Romanya ile, 2 sınıfta yapılmıştır. Star sınıfında Harun ÜLMAN - Behzat BAYDAR 2., Olimpik Yole sınıfında da Şeref BİRGEN  1. olmuşlardır. 
Rahmetle anar, açtıkları yol için huzurlarında saygıyla eğiliriz.
Ahmet Serim'e teşekkürlerimizle, denizce.com'dan alıntıdır. 
devamını oku →

Denizlerin koca yürekli küçük yelkenlisi: Folkboat


Tasarımcı / Designer:     Tord Sunden (1942)

Toplam Boy / LOA:                       7,64 m. / 25 feet I inch
Su Hattı / LWL:                             6,00 m. / 19 feet 8 inches
En / Beam:                                       2,20 m. / 7 feet 2 inches
SU çekimi / Draft:                         1,20 m / 3 1 feet 11 inches
Ağırlık / Displacement:               1.960 Kg / 4,322 pounds
Yelken Alanı / Sail area:              24 m2 / 258 square feet
Safra / Ballast:                               Döküm Demir 1.040 Kg 
Direk / Spars:                    Ahşap / Aluminyum - Wood/aluminum

Torn Sunden’in Nordic Folboat’u bir yelken efsanesidir!

O, dünyanın savaş deneyimi ile kıvrandığı dehşet yılları olan 1939-1945 döneminin nadir miraslarından biridir. Sunden’in memleketi 2. Dünya savaşında tarafsızlığını ilan etmiş olan İsveç’tir. İsveçliler 1940’lı yılların başında, yeni bir İskandinav genel yelken teknesi sınıfı oluşturmak üzere uluslararası bir yarışma düzenlediler. Organizatörler, haftasonları ve tatillerde aile gezileri için de kullanılabilecek, ucuz, hızlı, denizci ve standart bir yarış teknesi arayışındaydı. Yarışmaya yaklaşık 60 tasarım katıldı ancak hiçbiri tam anlamıyla kabul edilmedi ve amatör yat tasarımcısı Torn Sunden organizasyon komitesi tarafından, ilk dört tasarımın en parlak yönlerini birleştirmek üzere seçildi.
Sonuç Almanların halk arabası anlamına gelen Volkswagen’ine eşdeğerdi. Halk teknesi olarak adlandırıldı, Folkboat
Sonuçta yarışmayı düzenleyenlerin başarısı hakkındaki en güzel kanıt, daha son planlar tamamlanmadan İsveç’in her yanından seksen sipariş alınması idi.
Orjinal konseptinde uzun, yüksekçe bir kıç tasarımı vardı. Fakat muhtemelen ciddi yapım maliyetleri getireceğinden dolayı bu tasarım sonradan budandı. Sonuç, çok daha denizci olan ayna kiç idi. Ayna, öylesine yakışıklı bir eğim ile yerleştirildi ki, hafif yüksekliği olan baş ile de daha iyi uyum sağladı. Dolayısıyla omurga salmanın son kısmı da bununla hizaya gelecek şekilde kırpıldı. Yapılan bu cömert kısaltma, salmanın ıslak alanını, verimini azaltmaksızın küçültmeyi de başardı. İlk eleştiriler, eğimli dümen palasının bazı durumlarda dümen tutmayı zorlaştıracağı yönünde idi, ancak tecrübeler yanıldıklarını ortaya koydu.
Folkboat karinası , hafifce sarkık bir sintineye sahip, yuvarlakça şekillidir. Bu kombinasyon, hafif bir hassasiyet verse de sunduğu deniz konforu ile bunu telafi eder. Aldığı sarsıntının ardından, Folkboat ciddi bir şekilde toparlar, öyle ki diğer sınıfları limanda tutacak kadar güçlü rüzgarlarda bile Folboat’lar yarışabilir. Güverte ve kamara çatısı rüzgar direncini azaltacak şekilde alçaktır ve altında bulunan herhangi bir canlıya konfor adına hiç taviz vermez. Başüstü güverte, üzerinde çalışmaya elverişli biçimde derli topludur. ( Üzerinde yalnızca bir hatch ve koçboynuzu bulunur)

‎1943’de İsveç tasarım ödülü kazanandı
Norveç’de nüfus 4,5 milyon iken, tekne sayısı 1,5 milyon oldu. Her üç teknenin bir folkeboat. Kuzey ülkeleri, Amerika, hatta Avustralya dahil en az. 600.000 ikizi var. Atlantiği en çok geçen tekne. Hiç bir tekne bu kadar çok üretilmedi.
İsveç Marieholms Bruk tersanesinde 1967’den üretimin kesildiği 1984’e kadar 3.400’den fazla International Folkboat üretildi, hatta bu süreçte 1975 yılında yıllık üretim rekoru yılda 552 tekne üretimi yapılarak kırıldı. Ardından talepte keskin bir düşüş yaşansada, sonraki 9 yıllık dönemde de yaklaşık 1.000 tekne daha satıldı.
İlk tekneler tabii ki ahşap idi. Gövdeler, her kaplama tahtasının bir sonrakinin üzerine binmesi yoluyla, yani bindirme kaplama metodu ile yapılmıştı. Bu yöntem teknenin hem çok sağlam, hem de hafif olmasını sağlıyordu. Ayrıca görünümü de, zarif çizgilerinin tekrarlanarak vurgulanmasını sağlayarak güzelleştiriyordu.

Fiberglass Nordic Folkboat üretimi de bir yandan süregeldi

Kerteminde şehrinde kurulu Danimarkalı tekne üreticisi Folkboat ahşap gövde tasarımının bindirme kaplama da dahil replikalarının cam takviyeli plastikten şu ana kadar toplam 900 adet üretmiştir.
Ahşap teknenin bindirme kaplama görünümü dahil, reprodüksiyonu olan ilk fiberglass Nordic Folkboat 1977’de lisanslandı. Figerglass Folkboat’lar ahşap olanlarla aynı koşullarda yarıştı ve katı one design kurallarına uymak adına ahşap direkler kullanmak durumunda kaldılar.

Contessa 26
One Design kurallarına tam uygun Nordic Folkboat’ların yanı sıra, Folkboat’un meşhur denizciliğini ve o güzel klasik görünümünü barındıran ancak daha geniş iç alan, daha geniş en, daha yüksek kabin tavanı, daha uzun su hattı sunan binlerce de Folkboat görünümlü tekne bulunmaktadır. (örneğin Contessa26)
IF Boat
1966’da Torn Sunden, klasik Nordic Folkboat’un geleneksel bindirme kaplamasından yoksun yeni bir versiyonunu sundu. Düz kaplamalı bu model, daha derin ve self bailing (suyu kendi tahliye eden) bir kokpit ve içeride daha fazla lüks içeriyordu. Bu versiyon International Folboat olarak tanınsa da, İsveçliler bu tanımlamanın yanıltıcı olduğunu göz önünde bulundurarak, onu IF Boat olarak adlandırdılar. Ancak International Folkboat terimi ABD’de güncel kaldı ve San Fransisco International Folkboat birliği yarış ve gezi aktivitelerinde bu ismi kullanmaya devam etti..

60 yıl sonrası
Bugün, Folkboat lansmanının 60 küsürüncü yılında, ahşap ve fiberglass’tan yapılmış binlerce Folkboat deniz üzerinde bulunmaktadır. Büyük çoğunluğu Avrupa’da olan Folkboat’lar ağırlıklı İsveç, ardından Danimarka Almanya, Finlandiya ve İngiltere’de dir. San Fransisco Folkboat Birliği tarafından yönlendirilen yaklaşık 120 teknelik bir filo da, Folkboat’un mükemmel sert hava performansının çok takdir edildiği bir yer olan San Fransisco’da bulunmaktadır.

Türkiye'de sadece yedi adet...



Bildiğimiz ve izleyebildiğimiz kadarıyla 2009 yılına gelindiğinde; Türkiye’de halen yaşayan 6 adet ahşap Folkboat bulunmakta idi. Bunlar İstanbul Arduman tersanesi yapımı olup, o dönem 3 tanesi İstanbul’da(Uçarı-Badem-Heves) 2 si Bodrum’da ve 1 tanesi de Mersin Erdemli’de karada idi.
HEVES


MyLife 2011
Karada bulunan ve bakımsız durumdaki onarılması zor Emoş adlı folkboat; iki doktor arkadaş için yenisini üretelim fikrinin hayata geçmesini sağladı. Planlarını Danimarka’dan getirtdiler ve yapımına iki yıl içinde başlandı.
Sonuçta da MyLife ortaya çıktı.

MyLife en yenisi..

MyLife; bu durumda çok uzun aradan sonra Türkiye’de üretilmiş 7.ahşap folkboat. OneYYat tesislerinde Adana’da üretildi. Bu tesis; özellikle amatör kişiler kendi teknelerini isterler ise burayı kullanarak yapabilsinler amacı ile kurulmuş ve her tür desteği sağlıyor.
Her boy ve tasarımda ahşap tekne üretimi yapılıyor.
MyLife; 2011 eylül de İstanbul’da suya indirildi. Alıcılarını bekliyor. İletişim tel.05053298777

Folkboat, Türkiye için küçük yelkenli tekneler düşünüldüğünde ölçüleri ve imkanları açısından; ailece, çocuklar ile birlikte yelken yapabilme, güvenli seyahat imkanı vermesi sayesinde önemli bir açığı doldurabilecek bir tekne modeli olarak görülebilir.

.
devamını oku →