Yelken Kütüphanesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Neyi Kutlayacağız! Denizlerimiz de Limanlarımız da Bizim Değil Artık!

Banu AVAR yazmış...

"Osmanlı döneminde denizlerimizde şehir hatları vapurlarından tutun da tüm yük ve yolcu taşıma hakları yabancılara aitti…

Osmanlı devleti, yabancı devletlere KAPİTÜLASYON hakkı vererek tüm taşıma haklarını yabancı bandıralı gemilere devretmişti..

Türklere deniz ticareti de, yolcu taşımacılığı da, kendi karasularını kullanmak da yasaktı!

Cumhuriyetin ilk yıllarında ardarda gelen isyanlar, ayaklanmalar iç ve dış hainlerin türlü saldırılarıyla boğuştu yeni Cumhuriyet..

20 Nisan 1926’da Lozan Anlaşması çerçevesinde denizlerimizde işletme hakkı Türk milletine kazandırıldı. 1 Temmuz'da bu hak kanunlaştı.


Bu hak ile tüm denizlerimizde, limanlarımızda tüm deniz araçları ve bunların işletme hakları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının oldu ve Türkiye’nin denizleri Türklerin kullanımına açıldı.


BUGÜN MÜ?


Denizlerde Osmanlı Kapitülasyon şartlarına geri dönülmüştür!

Yük ve yolcu taşıması yabancı bandıralı gemilerle yapılmaktadır.. Yabancı bayraklı gemilerle taşımacılık özendirilmiş, Türk bayrağıyla işletmecilik zulüm haline getirilmiştir..

Şehir hatları işletmesi satılmak üzeredir…

Hemen hemen tüm limanlarımız yabancıların eline geçmiştir.

Amatör denizcilerin teknelerinin arkasında sadece Amerikan bayrağı sallanır hale gelmiştir..

Güney sahillerinde İngiliz, Alman, Fransız şirketlerinin hükmü sürmektedir..

1 Temmuz! 86 yıl sonra deniz işletmeciliğimiz yine Batının elinde! Kabotaj bayramınız kutlu olsun!

devamını oku →

Cahil Cesareti yelken ile dünya turu başladı.

‘Blue Belle’ adlı tekneleriyle 5-6 yıl sürecek büyük bir maceraya atılan Uğur Yavaş ve Maral Ceranoğlu, ‘cahilcesareti.org’ adresinden ayda 1 lira verecek 3 bin destekçi aramaya devam ediyorlar.



Uğur Yavaş ve Maral Ceranoğlu, 5-6 yıl sürecek seyahate 9 Haziran'da  Kaş'dan başladılar..

3 bin destekçi aranıyor

“Blue Belle” adlı  yelkenlinin tüm bakımını kendileri yapan ikili, Yunanistan’da bir süre dinlendikten sonra Cebelitarık Boğazı’nı geçerek Brezilya’ya, ardından da buzullar kıtası Antarktika’ya ulaşacak.
Özgürlük tutkularının peşinden giden ikili yol boyunca uğradıkları ülkelerin sokaklarında müzik ve dans eşliğinde bağış toplayacak. 


Kaş’ta yamaç paraşütü eğitmenliği yapan 1978 doğumlu Uğur Yavaş, öncelikle dünyayı dolaşan türk denizcilerin  kitaplarını okuduğunu söylüyor. İkili sonrasında gerekli eğitimleri almışlar. Bu arada, Bule Belle’i karaya çıkartarak bakımına başlamışlar ve maddi imkânları az olduğu için tüm işleri kendileri yapmaları gerekmiş.
Hayallerini ertelemek yerine peşinden gittiklerini söyleyen Uğur Yavaş;“Kafamıza yatarsa bilmediğimiz bir ülkede yerleşik yaşama geçebiliriz. Ama esas amacımız Antarktika’ya kadar gidip buzul kıtada birkaç ay geçirmek” dedi.  
1980 yılında doğan Maral Ceranoğlu ise, MSGSÜ Sahne Sanatları Modern Dans Sanat Dalı mezunu ve yüksek lisansını 2003 yılında tamamlayarak aynı bölümde 8 sene öğretim görevlisi olarak çalışmış.

Cahilcesareti.orgda yol ve yolculuk hikayelerini paylaşan ikilinin bizlere önemli bir mesajları var...

"Vaktinizi ayırıp bu ikonu tıkladığınıza şimdiden çok teşekkür ederiz. 
TIK ---> http://www.cahilcesareti.org/destek.php
Öncelikle istediğimizin ayda sadece 1 TL'niz olduğunu hatırlatalım. İki 'cahil cesaretli' olarak Blue Bell'le çıkacağımız dünya yolculuğumuzu destekleyip, takip etmek isteyen insanların ayda 1 tl'lik yardımıyla gündelik ihtiyaçlarımızı karşılayacağız.
Büyük, kurumsal sponsorlardan özellikle uzak durmaya çalıştık, büyük firmaları başarımızla tatmin etmektense, kalabalık bir destekçi grubuyla başımıza gelenleri paylaşmak bizim için daha değerli. Hedef odaklı olmayan yolculuğumuzu olabildiğince çok kişiyle, kendi ifademizle paylaşmak istiyoruz.
Bunu yaparken cüzdanınızda eksikliğini hissetmeyeceğiniz bir miktar belirlemeye çalıştık, sıra kalabalıklaşmaya geldi. Sizin desteğiniz, bizim çabamız ve gerçekleşecek bir hayal.

"Neden olmasın" diye düşüneceğinizi umarak "Desteğinize ihtiyacımız var" diyoruz.

"Bu cahiller benim paramla Dünya'yı geziyor" demek istemez misiniz? :)


Şimdiden Teşekkürler!

BlueBelle

Bruce Roberts tasarımı Spray 34 modeli, çelik gövdeli, kotra armalı bir yelkenlidir. Derek Leigh tarafından yapılmış, 1995 yılında suya inmiştir . Derek ve Hülya Leigh “Blue Belle” ile Atlantik okyanusunu iki kere geçmişler, Hülya Leigh “Okyanusta Bir Türk Kızı” isimli kitabında yolculuklarını yazıya aktarmıştır.


devamını oku →

Dünyayı Dolaşan 5.Türk Denizci..

"Yosunu yapmamın nasıl hayatımı değiştirdiğini, bana neler kazandırdığını da bu kitaba yansıtmaya çalıştım."



1933’te İstanbul’da doğdu, çocukluğunu Büyükada’da geçirdi.Columbia Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği alanında doktorasını tamamladıktan sonra New York’ta çeşitli üniversitelerde ders verdi. New York Üniversitesi Bilgisayar Bölüm Başkanı iken dünya seyahati yapmaya karar verince kiraladığı bir atölyede 10 metrelik bir tekneyi imal etmeye başladı. Yosun adını verdiği teknesinin yapımını 5 yılda tamamladı.Dünya seyahatine Yosun adlı teknesi ile 1987 yılında başlamış, 8 Aralık 1995 tarihine kadar devam etmiştir. New York'ta üniversitede kürsü başkanı olduğu için seyahatini okulundan fırsat bulduğu sürece etap etap tamamlamıştır. 6 yıl 7 ay süren bu yolculukta Akkoyunlu, 302 gün seyir yaparak dünyayı dolaşmıştır. Akkoyunlu'nun boyu 2 metre olduğu için "Yosun"un güverte tasarımı özel olarak yapılmıştır. Kamara yüksekliği ise 2 metre 10 santimdir.

Dünya turunu tamamladıktan sonra teknesini denizi seven Türk gençlerine armağan etmek istemiş ve Osman Atasoy'un tavsiyesi ile daha önceden hiç tanımadığı Tonguç Tokol ve Yeşim Tokol'a bedelsiz olarak vermiştir. Yosun'un yapımı ve dünya turunu Deniz Çingenesi adlı kitabında anlatmıştır. ISBN 9789944020114

"Bana dün gibi geliyor ama Yosun'un yapımına başladığımdan beri 30 yıl geçmiş.Denize ineli 22, dünya turuna çıkalı 18, ilk turu tamamlayalı 11 yıl olmuş. O zamandan beri Yosunun öyküsünü kitap olarak toplayıp yazmak bana zor geldi. Yelken dergilerine verdiğim birkaç yazıyla, bir iki röportajla yetindim. Yosunu yapmayı da, onunla okyanuslara açılmayı da daha çok kendimi tanımak, kim olduğumu anlamak güdüsüyle yaptım. Denizde, özellikle uzun yollarda yalnız olmayı yeğledim.Aslında epey söyleyecek şeyim var.Beni düşündüren, tekne yapmayı aklından geçirenler. Zorlukları büyüten "kendime özgü üslubumla" onları ürkütüp vazgeçirmekten korkuyorum. Ama sonuçta, böyle mantıksız bir işe girişecek insan zaten bir kitap okuyup vazgeçmez diye düşünüyorum."

YOSUN


Tasarım: Bruce Roberts 36
Yapım: Eralp Akkoyunlu tarafından
Yapım yeri: New York
Malzeme: Fiberglas
Boy: 11,70 m.
Su hattı: 9,15 m.
En: 3,47 m.
Su çekimi: 1,75 m.
Deplasman: 11 ton
Safra: 3,5 ton
Yelkenler: Ana yelken, cenoa, ikiz trinket
Yelken alanı: 105 m2
Makine: 38 HP
Yakıt kapasitesi 550 Lt.
Su kapasitesi 250 Lt.
Seyir donanımı: Otopilot, GPS, VHF, derinlik göstergesi.
Donanım: Irgat, 7 ad. vinç, 5 ad. çıpa, şişme bot ve 5 HP motor.
Omurganın kuruluşu: 4.Temmuz.1976
Denize iniş: 14.Ağustos.1985

Tura başlangıç: 19.Ağustos.1987 Grenada’ dan.
Turun bitimi: 8.Aralık.1995 Grenada’ da.
Yapılan yol: 25.210 Mil ( 16.880 Mil yalnız )Toplam 33 ülke ve 219 seyir günü.

Fotoğraf albümü için buraya tıklayınız..



devamını oku →

Yelken Sporu

İnsanoğlunun suyun kaldırma kuvvetinden istifade ederek kullandığı teknelere rüzgarın enerjisini de eklemesiyle oluşan ve önceleri bir ulaşım biçimiyken sonra doğayla mücadelenin ağır bastığı bir faaliyet halene gelen spor dalı. Özellikle açık denizlere kıyısı olan ülkelerin benimsediği yelkenli tekneler, ulaşım ve savaş amaçlarıyla da kullanıldı. 

Yelkeni, bir spor dalı olarak benimseyen ilk ülke İngiltere’dir. 1693 yılında Seamark Cub adında bir kulübün kurulmasından sonra yelken sporu dünyanın diğer ülkelerine de yayıldı.

Bu spor; deniz sporlarının en zevklisi ve en çok yapılanıdır. Yelken sporu küçüklü büyüklü çeşitli teknelerle yapılır.

19. yüzyılın ikinci yarısında ise, yatların katılması ile ciddi gelişme göstermiştir.


Ülkemizde 1850 senelerinde ilk filizlerini veren yelken sporu, dönemin Büyükada, Moda ve Yeşilköy sahillerindeki kulüplere bağlı yat sahiplerinin aralarında yaptığı yarışlar ile başlar.
1914-1923 seneleri arasında, çeşitli savaşlar nedeni ile durulan yelken faaliyetleri 1923 senesinde Yelken, Kürek ve Yüzme dallarını kapsayan Su Sporları Federasyonu’nun kurulması ile tekrar güncelleşmiştir.1957 senesinde Yelken branşı Su Sporları Federasyonu’ndan ayrılarak 25 Mayıs 1957’de Türkiye Yelken Federasyonu resmen kurulmuştur.Ancak Türkiyenin 1907 senesinde kurulmuş olan Uluslar Arası Yat Yarış Birliğine üyeliği çok daha önce, 1932 gerçekleşmiştir. Uluslararası Birlik ise, diğer spor teşkilatları düzenlemelerine uyarak, 1996 senesinde adını Uluslararası Yelken Federasyonu (Internartional SAiling Federation = ISAF) olarak değiştirmiştir.

Bugün yelken sporuyla uğraşan, pekçok şehrimizde çok sayıda spor kulübü vardır. 
Yelken yarışları, yarışmacıların tekneleri ile belirli bir yönde, çevresinden dolaşmaları gereken şamandıralarla tespit edilmiş bir güzergah üzerinde veya tanımlanmış coğrafi rotada yapılır. 

Türkiye'de, günümüzde yarışmalara açık yelken sınıfları şunlardır: 

International One Metre (IOM)
Optimist
Laser
470
420
Pirat
Dragon
Finn
RS-X
Techno 293
Funboard
Kiteboard
devamını oku →

Dünyayı Dolaşan Türk Denizciler Tüm Liste / Kaynak Wikipedia

Sadun BORO ve KISMET 


Detay bilgi için lütfen isimlerin üzerine tık..layınız..


Sadun Boro - Oda Boro çifti Kısmet 1962-1965
Cumhur Gökova - Happy Ray 1970-1976
Tanıl Tuncel Kelebek 1986-1991
Eralp Akkoyunlu Yosun 1987-1995
Haluk Karamanoğlu ve ailesi Dariska 1988-1993
Hülya Leigh ve Derek Leigh Blue Belle 1998-2005
Erkan Gürsoy Barış 1991-1995
Zuhal Atasoy - Osman Atasoy çifti Uzaklar 1992-1998
Ayfer Er Cantana III 1993-1998
Alim & Hattaya Sür çifti My Chance 2003-2008
Ayça Kirişçioğlu - Levent Kirişçioğlu Yol 2004- 2007
Ekrem İnözü Anouk 2004- 2007
Hakan Öge Mardek 2004-2007
Özkan Gülkaynak Kayıtsız III 2006-2009
Erden Eruç Calderdale 2003-2012


Not: En son düzeltme tarihi : 17.01.2011-Wikipedia 

devamını oku →

Sakin seyir manifestosu! / Türkçe-İngilizce-Fransızca...



1.Önemli olan tekne değildir. Önemli olan senin teknen ve denizle kurduğun ilişkidir. 
Boyunun, bedelinin veya donanımının, kürekli bir sandal veya büyük bir yat olmasının da hiç önemi yok. Önemli olan onu diğer bütün sahip olduğun nesneler gibi görmeyip, sana zevk veren, unutulmaz deneyimler yaşatan, denizi tanıtan ve en önemlisi seni sana tanıtan bir yol arkadaşı olarak gör.
2- Limanda bağlı olsa bile içinde zaman geçir. Yaşam alanının bir parçası olsun. Teknen üzerinde çalış, tamir et ki teknen de ortaya koyduğun eserlerden biri olsun. Bu, sen ve teknen arasında daha sağlam bağlar kurulmasını sağlar.
3- Denize çıktığında aceleci olma. Uzun bir yolculuk yapacakmışsın gibi dönüş saatini düşünmeden yola çık. Kol saatini unut ve güneşin seni yönlendirmesine izin ver. Denklemden hız ve zamanı çıkartırsan geriye uzay kalır : Deniz.
4- Sabit rotasız ve hedefsiz yola çık. Basitçe yelken yap. Kendini rüzgar ve denizin seni yünlendirmesine izin ver. Ne katettiğin ne de önünde kalan milleri düşün. Hiçbir yere gitme. Sadece denizde ol ve anın zevkini çıkart.
5- Elektronikleri unutup eski usül seyir yap. Aletlere bağlı kalmamayı öğren. Ne kadar zamandır rasat yapmadın ? Seyirde yerini saptayıp kağıt bir harita üzerine işle. Anemometreyi unut. Rüzgarı yüzünde ve ensende hisset. Seyir sanatını öğren : Gerçek denizcileri tanımlayan budur.
6- Cep telefonunu, radyoyu, müzik çaları kapat.Seni karaya bağlayan bağlantılardan belli bir zaman için kop. Sessizlik ! Denizin mırıltısını, bodoslamada dalgayı, yelkenin pırpırını, rüzgarın nefesini dinle.
7- Yekeye veya dolaba yapışıp kalma. Dümeni bir arkadaşına bırakıp kendini akışa terk et. Ne kadar zamandır teknenin güvertesine şöyle rahatça uzanmadın veya bodosamada oturup bacaklarını iki yandan sallandırmadın? Yalnız isen, yelkenleri trimle, dümeni bağla ve bırak böyle gitsin tekne. Ekibine ve teknene güven.
8- Bir seyir defterin olsun. Çıkışlarını ve hissettiğin duygularını yaz. Böylece her denizde oluşunun duygularını saklayacak ve ileride hatırlayacaksın. Bu duygularını mesela bir blogda başkaları ile de paylaş.
9- Eğer yarışmaktan hoşlanıyorsan asla ödülü düşünerek yarışma. Yarışa, denizi, tekneni ve kendini rekabet içinde tanımayı öğrenmek için gir.
10- Tekneni terk etme, o bunu asla yapmaz.
11- Hergün denizi bir an için de olsa seyret ve enerjisini içine sindir. Gittiğin her yere onu da götür.


The Slow Sailing Manifesto

1.- Whatever your craft, whether a rowing boat, or a luxury yacht, it’s yourrealationship with your boat and the sea that matters. Regardless of length,price and equipment, your craft isn’t just another of your many possesions butrather an agreeable travelling companion with whom you can learn about thesea and, more importantly, about yourself.
2.- Spend time aboard your craft even if it’s just tied up in the harbour. Make theboat part of your living space. Do little jobs aboard, this will hieghten your senseof ownership and will strengthen the ties between you and your craft.
3.- Leave your hurries and worries on the quay when you go sailing. Go withouta set time to return, as if you were leaving for a long journey. Forget your watchand let the sun guide you. If you take speed and time out of the equation you’releft only with space: the sea.
4.- Sail without a strict course or destination. Let the wind and sea take youwhere they will. Don’t think about miles covered or those still to go. Don’t goanywhere, just sail and enjoy the moment.
5.- Disconnect the electronics and sail like they used to. Learn not to depend onyour instruments. When was the last time you took a bearing? Or a sun sight?Find your position and mark it on the chart. Forget the windspeed indicator, feelthe wind on your face. Learn the art of sailing, become a real sailor.
6.- Disconect the mobile and turn off the music. Cut your ties with the land.Listen to the murrmuring sea, the bow wave, the flap of the sail, the breathing wind.
7.- Don’t hog the helm. Let somebody else take it. How long has it been sinceyou stretched out on deck or sat at the bow? If you’re sailing alone, tie off thetiller, balance the sails and let yourself go. Trust in your crew and in your boat.
8.- Write a log book. Detail your sailing trips and note down your feelings. Thengo back over your notes and re-live the experience. Share your experienceswith others in what ever way suits you best.
9.- Race, if that’s what you like but don’t go for the prize. Go to learn about the
sea, your boat and yourself. There’s no more stimulating prize than this.
10.- Don’t desert your boat, she’d never desert you.
(This is a play on a famous Spanish campaign to stem the amount of pets that are abandoned by the roadsides inSpain, particularly during the summer holidays.)
11.- Contemplate the sea for a while each day, let it’s energy flow into you and take it where ever you go.


Manifeste de la Navigation Tranquille

1.- L’important ce n’est pas le bateau mais le rapport que tu établis avec lui et la mer.
Peu importe sa longueur, son prix ou son équipement ; peu importe que ce soit un
canot à rame ou un grand yacht ; ce qui compte, c’est de le considérer non pas comme
un objet quelconque faisant partie de tous ceux que tu possèdes mais comme un
compagnon de voyage qui peut procurer plaisir, expériences inoubliables, une
connaissance de la mer et, surtout, de toi-même.
2.- Séjourne à bord, même si ce n’est qu’amarré au port. Qu’il devienne une partie de
ton espace vital. Travaille sur ton bateau, retouche-le, de façon à ce qu’une partie de
ton bateau devienne ton oeuvre, et qu’une partie de ton oeuvre soit en rapport avec ton
bateau. Cela établira des liens plus solides entre ton bateau et toi.
3.- Lorsque tu navigues ne sois pas pressé. Pars sans penser à l’heure du retour,
comme si tu partais faire un long voyage. Oublie ta montre et laisse le soleil te guider.
Si tu élimines la vitesse et le temps de l’équation, il ne reste que l’espace : la mer.
4.- Pars naviguer sans cap précis, sans destination. Navigue, simplement ; laisse-toi
porter par le vent et la mer. Ne pense pas aux milles parcourus ni à ceux qu’il reste à
faire. Tu ne vas nulle part. Uniquement navigue et jouis du moment.
5.- Oublie l’électronique et navigue à l’ancienne. Apprend à ne pas dépendre des
instruments. Combien y a-t-il de temps que tu ne prends pas un relèvement ou la
hauteur d’un astre ? Marque ta position et trace le cap sur une carte en papier. Oublie
les penons ; sens le vent sur ton visage et sur ta nuque. Apprend l’art de naviguer :
c’est lui qui caractérise les vrais marins.
6.- Coupe le cellulaire, la radio, l’appareil de musique. Coupe pendant un certain temps
les liens qui t’unissent à la terre. Silence ! Écoute la rumeur de la mer : la vague
d’étrave, le battement de la voile, l’haleine du vent.
7.- Ne t’agrippe pas à la barre ou à la roue. Cède le gouvernail à un membre de
l’équipage et laisse-toi porter. Combien y a-t-il de temps que tu ne t’allonges plus sur le
pont ou que tu ne t’assieds plus à l’étrave, pieds pendants ? Si tu es seul, amarre la
barre, équilibre le bateau avec les voiles et laisse-toi mener. Fais confiance à
l’équipage et à ton bateau.
8.- Rédige un journal de bord. Note les détails de tes sorties et les sensations que tu
éprouves. Tu conserveras ainsi les émotions de chaque sortie et tu pourras les revivre
plus tard. Partage ces expériences et ces émotions avec d’autres personnes à travers
un blog ou comme tu voudras.
9.- Si tu aimes faire des régates, ne les fais jamais en pensant au prix, mais parce que
c’est par la compétition que tu apprends à mieux connaître la mer, ton bateau et toi-
même. Il n’y a pas de prix plus stimulant que cet apprentissage.
10.- N’abandonne pas ton bateau, il ne le ferait jamais.
11.- Contemple la mer un instant tous les jours, imprègne-toi de son énergie et
emmène-lalà où tu ailles.
devamını oku →

Türk yelken tarihi

Türk yelken tarihi, ülkemizde uzun bir geçmişse sahip olmasa da hatırı sayılır bir yeri var. Yelken sporunu daha yakında tanımak isteyenlere eşsiz bir tarih yazısı.

Yelkencilik tarihi Türkiye'deki gelişimi
1850 yılını başlangıç olarak aldığımızda, Türk kıyılarında yerel seferler yapan taka, çektirme, tırhandil gibi bölgesel özellikler taşıyan, ticari ağırlıklı tekneler vardır. 
Bir kısmı özel, bir kısmı da devlete aittir. Spor ve gezi amaçlı kullanılan küçüklü büyüklü yelkenli tekne hemen hemen hiç yoktur. Olanlar da daha ziyade Deniz Harp Okulu gibi devletin eğitim kurumlarının eğitim amaçlı tekneleri ve yabancı bahriyelerde olduğu gibi gemilerin filikalarıdır. Bu yüzden, bu gibi ufak botları yapan müessese Taşkızak Askeri Tersanesinde, Filikahane diye anılmış bir atölye bölümüdür.
Bu dönemde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, kürekle de kullanılan, ama birer Latin yelkeni olan Sandal’lar çok yaygın idi. “Moda Sandalı” adı verilen bu tekneler, uzun yıllar kullanılmış ve yerel tekne olma özelliğini korumuştur. Bütün İstanbul kıyılarında onlarca yerde, yüzlerce ustanın bir plana bağlı olmadan, göz kararıyla ve “keser sapı” denilen ampirik ve kayıtsız ölçülerle yapılagelmiştir. 1950 yıllarında bile devam eden bu üretim şekli, özellikle Haliç’in Ayvansaray semti ile özdeşleşmişti.
Bu günkü ve dünkü anlamıyla, yarışları yapılabilecek, hesap sonucu performansları ortak bir eşele oturtulabilecek tekneler, yani yelkenli yatlar, henüz bir gereksinim olmamıştı ve Türk Halkı, tek tük istisnalar dışında, sadece gezmek ve yarışmak için tekne edinmek fikrinden çok uzaktı. 1850 lerden ta 1930 ların ortalarına kadar, bu böyle sürüp gitti, azınlık  vatandaşlarımız ve Levantenlerin dışında yelken sporuna ilgi gösteren pek olmadı (bazı öncü gençler dışında).


Başlangıçta büyük yelkenli tekne sahibi 2-3 Türk vardı 


1850 - 1918 yılları arasında büyük tekne sahibi olan az sayıda Türk, azınlıkların düzenledikleri yarışlara pek kabul edilmezlerdi. Ancak kayıtlara geçmiş olan bir derece vardır. 1898 yılında, Prinkipo (Büyükada) Yacht Kulübünün düzenlediği 2 haftalık seri yarışların birincisi, "Afacan" adlı yelkenlisi ile, "Faik Bey" isimli bir Türk'tür.
1900'lü yıllar girdiğinde, Türkiye savaşlar içinde çalkalanıyordu. Denizciler ve yelken yapanlar, özellikle 1919 dan sonra, Kurtuluş Savaşı’mıza bir şekilde katılıyorlardı. Mesela o sırada genç bir yelken sporcusu olan Behzat (Baydar) Bey, evine kurulan telsizi ile Ankara’ya istihbarat geçiyordu. Karadeniz’de bazı takalar, çektirmeler, sadece yelken güçleri olmasına karşılık, önemli hizmetler görüyorlardı. Savaş böyle herkesin özverili katılımıyla sürdü ve kazanıldı. 1930 lu yıllara gelindiğinde ülke modernleşme hamlelerini başarmış, yeni yönetimiyle, yeni rotasında ilerliyordu. Artık her şey gibi, yelken sporu da ciddi bir şekilde yapılabilirdi.
İlk resmi yarışlardan biri, 1932 yılı Eylül ayının ilk üç hafta sonunda, 3 yarış üzerinden yapılan ilk Istanbul Birinciliği Yarışlarıdır. 
Burada toplam 47 tekne yarışmış olup 5 sınıfta (ilk 2 sınıf, sadece Heybeliada Deniz Harb Okulu tarafından kullanılıyordu, diğer 3 sınıf ise uluslararası sınıflardı) ilk dereceleri alanlar:

Işkampavya Sınıfı / Deniz Mülazım Vedat Bey
Filika sınıfı / Deniz Mülazim Rafet Bey
12 kadem Dinghy Sınıfı / Selim Zeki Bey - Faruk Refik Bey (Faruk Birgen)
15 metrekare Yole Sınıfı / Harun Bey (Harun Ülman) - Behzat Bey (Behzat Baydar)
12 metrekare Şarpi Sınıfı / Şeref Refik Bey (Şeref Birgen) - Şakir Atıf Bey

Kendilerini minnet ve rahmetle anıyoruz.

Yine 1932 Eylül ayında, 12 metrekare Şarpi sınıfında İzmir Karşıyaka'da ilk yarışlar yapılmıştır. Bazı katılanların ismi bilinmekle beraber, dereceler belli değildir.
İzmirden ilk bilinen derece, 9 Eylül 1938 tarihinde yapılan Kaba Yole sınıfında, 3 tekne ile yapılan yarışın birincisi Göztepe'den Muzaffer Kalkış'tır.

Olimpiyatlara katılan ilk yelkencilerimiz, 1936 Berlin Olimpiyatlarında, Kiel'de ilk kez görüp bindikleri Starboat sınıfında Harun ÜLMAN ve Behzat BAYDAR [13 tekne içinde 7. geldiler]; Olimpik Yole sınıfında Dr. Demir TURGUT; yedek sporcu Şeref BİRGEN olmuşlardır. Hepsini rahmetle anarız.) 

1936 yılında önemli bir dönemeç yaşandı
Atatürk, 1936 yılı Temmuz ayında, o zamanlar bir mesire çayırı olan Fenerbahçe’yi gezmek istedi ve geldi. Fenerbahçe bir yarımada idi (şimdi belediye bir köprü ile geçilen ada haline sokmuş durumda) Kuzeybatısında, harap halde bir eski mendirek kalıntısı ve en burun kısmına doğru bazı manastır harabeleri vardı. Şimdi doldurulup marina yapılmış alçak olan kuzey tarafında, bazı tekneler çekili duruyordu. Etrafındakilere bu teknelerin kimlerin olduğunu sordu. Aldığı cevap, Moda eşrafından Vitoller (Moda’da yerleşik ve bir sokağı aile adıyla anmamıza neden olan Whithall ailesi) başta olmak üzere, pek çok yabancı, levanten ve azınlık isminden ibaretti.
Bunun üzerine, yine etrafındakilere “Bu mendirek onarılsın, burası da Türk Gençlerinin deniz sporlarıyla uğraşacağı bir merkez yapılsın !” şeklinde bir talimat verdi. Kısa zaman içinde, dönemin Başbakanı Celal BAYAR ve Ulaştırma Bakanı Şakir KESEBİR gerekli talimatları vererek mendireğin onarılmasını sağladılar. Böylece denizciler ve yelkenciler, nisbeten korunaklı bir limana kavuştular. Mendireğin ucuna yapılan fenere, bu olayı ve kişileri anımsatan mermer bir kitabe kondu. 1960 ihtilalinde Celal BAYAR düşünce, bu mermer levha ters çevrilip başka bir cümle yazıldı. Bu levha, mendireğin marina için istimlakinden kurtarılmıştır ve bu gün, Istanbul Yelken Kulübünün girişinde sergilenmektedir.
Bir yandan da, bu dönemde başta rahmetli BAYAR olmak üzere, önde gelen kişiler de bu talimata uyarak tekneler yaptırdılar, aldılar veya ithal ettiler. Bu teknelerin çoğu 1940lar, 50ler, 60lar, 70ler gibi yıllarda, Fenerbahçe yat barınağını süslediler, Istanbul Yelken Kulübü, Moda Deniz Kulübü gibi tesislerde karaya çekildiler, bakımları yapıldı ve kışladılar. Üstelik o sırada ödenen paralar, birkaç ayda başka bir tekne almaya yetecek gibi değildi, çok daha mantıklı ve insaflıydı.
Bizzat Ulu Önder’in deniz sporları ve yelken ile ilgilenmesi üzerine, konunun güzel yanları da anlaşıldıktan sonra, politika ve iş dünyasından ünlü kişiler tekneler yaptırmaya, hazır olarak almaya hatta ithal etmeye başladılar.
Örneğin, 1938 de Kılıç Ali Bey (“Baba” lakaplı müteveffa Futbol adamı Gündüz Kılıç ve gazeteci Altemur Kılıç’ın babaları, Atatürk’ün silah ve dava arkadaşı, İstiklal mahkemesi Başkanı, ünlü 4 Ali’lerden biri) tarafından Cenova yapımı olan “ESEN” isimli yat, yurda getirilmişti. Bu yat, 1935 Transatlantik Yarışının 1.si olmuştu.  Yatın o günlerdeki sahibi, daha sonraları İstanbul Yelken Kulübü kurucularından olacak olan Avni Şasa idi.
Atatürk’ün Fenerbahçe ve burada gençlere spor yaptıracak mutasavver (tasavvur edilen) kulüple yakın ilgisi bu kadarla da bitmedi. 22/2/1938 tarihli ve 8236 sayılı Başbakanlık Kararnamesi ve 27/7/1938 tarihli ve 9331 sayılı tamamlayıcı bir Kararname ile, Hazine’nin (Laz Burnu da dahil) Fenerbahçe Mesire Yerini Istanbul Belediyesine bedelsiz olarak devrettiği, Belediyenin de bu arazinin bir kısmını kurulacak olan deniz sporları kulübüne kira ile tahsis etmelerini bildirdi.
Ne yazık ki, araya hastalığı ve fani varlığının aramızdan ayrılması, İkinci Dünya Savaşı, bunun olumsuz etkileri ve sonra politik çalkalanmalar girdi.
Ama verilen talimatı ve gösterilen kolaylıkları unutmayan yelkenciler, aralarına dönemin pek çok ünlü ve etkili kişilerini de alarak, 1952 yılında Istanbul Yelken Kulübünü, gösterilen yerde kurdular. Durumu bilenlerin (kuruculardan milletvekili rahmetli Mustafa Enver Adakan, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı rahmetli Dr. Fahrettin Kerim Gökay gibi) de müdahelesi ile, hem yer tahsis edilmiş oldu, hem de Bakanlar Kurulu’ndan Kamu Yararına Dernek statüsü aynı yıl içinde çıktı. İlk yıllarda, Devletin yelkenciliğe Denizcilik Bankası kanalıyla pek çok katkıları oldu. Yani Atatürk’ümüzün dilek ve talimatları o dönemde daha unutulmamış, yerine getirilmeye çalışılıyordu. Esasen Ebedi Önder ve Yol Gösterici, denizciliği her fırsatta konu etmişti.
Bu büyük adam, henüz yapılanları yeterli görmediği için, 1937 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açarken, konuşmasında şu cümlelere de yer veriyordu :“Üç tarafı denizlerle çevrili olan Türkiye; endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifade etmeyi bilmeliyiz. Denizciliği Türk’ün büyük milli ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız." Ne kadar doğru bir söz, her zaman ve her konudaki görüşleri ve fikirleri gibi!  
Sonradan bu emir ve vasiyete daha fazla uyuldu. Önce Fenerbahçe feneri yanındaki bölge İstanbul Bölgesine, yarış idare merkezi olarak verildi. Sonra burası Galatasaray’a tahsis edildi. Galatasaray da yüzme ve yelken branşlarını buraya getirdi, önceleri açık olan bir havuz, sosyal tesisler ve kayıkhane yaptı.
Daha sonra da Fenerbahçe Kulübü, Of’lu Balıkçı olarak tanınan dalyancının yerine Dere Ağzındaki yelken ve kürek tesislerini taşıdı, onlar da bir açık havuz ve sosyal tesisler yaptılar. En son olarak ta bir dönemin usta yelkencilerini barındıran Kalamış Yelken Kulübü, Kalamış tesisleri yıkıldıktan sonra buraya yerleşti.
Burada bir parantez açalım: Ali Bey de, Halit Bey de ayrı ayrı haklıdırlar. Ata’mız Fenerbahçe’yi (yeni kurulacak bir kulüp vasıtasıyla) Türk Gençleri’nin ve Sporcularının kullanımına vermiştir. Yıllardan beri o dönemden sonra kurulan İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe ve Galatasaray, çok sonradan da Kalamış Yelken Kulübü bu vasiyeti yerine getirmektedirler. Halit Bey’i bilmem ama, Ali Bey de o günleri benim gibi yaşamıştır, bilir. Umar ve dilerim ki bu vasiyet hep de yerine getirilecektir. 1950 lerde koca Fenerbahçe’de sadece Deniz Kuvvetlerimizin D/G istasyonu ve İYK Tesisi vardı. Biz de ilkbaharlarda ilkokulla özel tutulan tramvaylara biner, yarımadaya pikniğe giderdik.
Tarihi olay ve gerçekleri anlatırken, burada yeri gelmişken, “Büyük Yarış” diye anılan yarışın yaklaştığı günlerde (startı 23 Temmuz’da) tarihi bir olayı, bir öncülüğü de anmadan geçmeyelim.
Genç bir adam, bir denizci ve sporcu olan Behzat Bey’in çok yakın bir arkadaşı, beraber spor yaptığı dostu, “Tekneci Harun” diye anılan Harun Ülman idi. Sarışın, uzun boylu, heybetli bir genç olan Harun, 1911 de Almanya’ya gitmiş ve tahsili (gemi mühendisi, yat dizayneri idi) bittikten sonra, 1921 de ülkeye dönmüştü. İki genç adam, denize ve yelken sporuna aynı derecede tutkundular. Hatta, o dönemin bir yarış teknesi olan 15 metre kare (yelken alanı) Yole’de beraber yarışıyorlardı.
1933 yılında, İzmir’de önemli bir Yole yarışı vardı. Dönemin Yelken Otoritesi (Su Sporları Federasyonu), çok yakın zamanlara kadar yapıldığı gibi, İstanbul’dan gidecek tekneleri, vapura yükleyip naklediyordu.
İşte o günlerde, Behzat ve Harun, başkalarına çılgınlık gibi gelen (bu gün bile) bir düşünceye kapıldılar: Teknelerini gemi ile götürmek yerine, denizden ve yelkenle gideceklerdi.
Behzat’ın teknesi olan “Coşkun” 6,15 boyunda, 1,70 eninde, yukarıda değindiğimiz gibi 15 metrekare yelken alanı olan, üzeri açık ve dengeyi temin için safrası olmayan küçük bir tekne idi.
İki kafadar arkadaş, 24 Ağustos 1933 günü, saat 12:40 ta, Behzat’ın evinin olduğu Bostancı’dan tatlı bir Poyraz rüzgarı ile hareket ettiler. Saat 13:15 te Moda’ya vardılar. Behzat kumanya almak için karaya çıktı. Saat 14:05 te Çanakkale’ye ulaşmak üzere, Zeytinburnu yönünde hareket ettiler. O gecenin tamamında yola devam ettiler, hatta bir ara balon yelkenini de basarak daha iyi ilerlediler. Ertesi gün Gelibolu’yu geçip Çanakkale’ye vardılar. Gece orada kaldıktan sonra, ertesi gün (26.08.1933) Ege’ye açıldılar. Midilli Adasını sancakta bırakarak (bilmeyenler için, sağda bırakarak, yani Anadolu ile Midilli arasından geçerek, Güneye doğru) ilerlediler. İhtiyar bir balıkçı, onlara rüzgarın çok sertleşeceğini, kıyıya sığınmalarını söyledi. Dinlemeyip yola devam ettiler.
Gerçekten rüzgar çok arttı, onlar da sahile sığınmak zorunda kaldılar. Harun’un sözüyle, “ihtiyar balıkçılar, mahalli meteoroloji tahminlerini çok iyi yaparlar” ve mahalli şartları iyi bilirlerdi. Bir sonraki gün yola devam ettiler ve sonunda İzmir Limanına vardılar.
Yakın arkadaşlarından Demir Turgut, önceden gemi ile gelmişti. O ve diğer dostları, bu gecikmeler nedeniyle arkadaşlarını göremeyince telaşlandılar. İzmir Valisi ünlü Kazım Paşaya (Kazım Dirik) başvurdular. Kazım Paşa da yakın ilgi gösterdi, aramalar yapıldı. O dönemde, denize ve denizcilere büyük önem verilirdi. Derken çok iyi tanıdıkları tekneyi, limanda görüp, ferahladılar. Dostlar yine birbirlerine kavuşmuşlardı. Bu yolculuğu, Harun Bey’in kaleminden Yacht Dergisinin 1967 Eylül sayısında okuyabilirsiniz.
Harun Bey, çok ileriki zamanlarda, bu seyahat sırasında, “Acaba bir İstanbul-İzmir yarışı yapılabilir mi ?” diye düşündüklerini anlatmıştı.Bu düş, 1966 yılında gerçekleştirilmek üzere ciddiyetle ele alındı. Türk Donanma Cemiyeti (12 Eylül 1980 den sonra, diğer Silahlı Kuvvetlerin Güçlendirme Vakıfları ile birleştirilip Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı bünyesinde eritildi), İstanbul Yelken Kulübü (halen faaliyetine devam etmektedir) ve Ege Yat Kulübü birlikte bir organizasyon hazırladılar. Radyo ve gazeteler, günlerce katılacak yatları, sahip ve ekiplerini tanıttı.
2 Temmuz 1967 günü, İstanbul Yelken Kulübü önünden, yatlara start verildi. Startı bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Uran verdi. Donanma Komutanı Koramiral Celal Eyiceoğlu ve Donanma Cemiyeti Başkanı emekli Amiral Refet Arnom da orada, diğer kulüp yetkilileri ile birlikte hazır bulunuyordu.
Bütün katılan teknelerin 2-3 günde bitirdikleri 280 Deniz Mili uzunluğundaki yarışa 21 yat kayıt olmuştu, ama 17 tekne iştirak etti. Bir hatıra olarak, bu tekneleri analım : Keyfim, Plaisir, Levent, Lilly II, Gelincik, Sim, Seddülbahir, Azade, Dragon, Neptün, Pepertye, Deniz Atı, Feryal, Kaptan, Mekik, Polaris, Caniko (eski İpar). Bunlardan en iyi düzeltilmiş zamanı, en küçük olan Pepertye yaptı, yani yarışın galibi oldu. En büyük yat olan Caniko-İpar ise terk etmek zorunda kaldı.
Bu tarihi yarış ile başlayan bu spor klasiği isim değiştirdi, sponsor değiştirdi, organizatör kulüp değiştirdi, varış yeri değiştirdi, etap ilave etti, ancak hala sürmekte ve her yıl yapılagelmekte. İki cesur ve usta gencin, rotayı bizzat denerken hayal ettikleri yarış, yıllar sonra gerçekleşmişti.
Bu iki genç deniz ve yelken adamının, yaptıkları öncülükler saymakla bitmez. Ülkemiz adına yelken sporunda Olimpiyatlara ilk kez katılan ve yarışan ekibin çekirdeği yine onlardı. 1936 Berlin Olimpiyatları’nın Kiel Kentinde yapılan yelken yarışlarına katıldıklarında, daha önce hiç Starboat sınıfı teknelerle yarışmamışlardı. Kendileri için alınan ve Marmara ismi verilen tekneyi ilk defa, yarışlardan birkaç gün önce görüp bindiler. Buna rağmen, çok iyi yarıştılar ve filonun ortalarında yer aldılar. İsimleri bir kere daha tarihe geçti: Berlin’deki Olimpiyat Stadındaki Mermer Pano üzerinde bir kere daha ölümsüzleştiler.
Ülkemizdeki ilk yabancı temasta da onlar vardı, 1937 de Romanya ile, 2 sınıfta yapılmıştır. Star sınıfında Harun ÜLMAN - Behzat BAYDAR 2., Olimpik Yole sınıfında da Şeref BİRGEN  1. olmuşlardır. 
Rahmetle anar, açtıkları yol için huzurlarında saygıyla eğiliriz.
Ahmet Serim'e teşekkürlerimizle, denizce.com'dan alıntıdır. 
devamını oku →

Denizlerin koca yürekli küçük yelkenlisi: Folkboat


Tasarımcı / Designer:     Tord Sunden (1942)

Toplam Boy / LOA:                       7,64 m. / 25 feet I inch
Su Hattı / LWL:                             6,00 m. / 19 feet 8 inches
En / Beam:                                       2,20 m. / 7 feet 2 inches
SU çekimi / Draft:                         1,20 m / 3 1 feet 11 inches
Ağırlık / Displacement:               1.960 Kg / 4,322 pounds
Yelken Alanı / Sail area:              24 m2 / 258 square feet
Safra / Ballast:                               Döküm Demir 1.040 Kg 
Direk / Spars:                    Ahşap / Aluminyum - Wood/aluminum

Torn Sunden’in Nordic Folboat’u bir yelken efsanesidir!

O, dünyanın savaş deneyimi ile kıvrandığı dehşet yılları olan 1939-1945 döneminin nadir miraslarından biridir. Sunden’in memleketi 2. Dünya savaşında tarafsızlığını ilan etmiş olan İsveç’tir. İsveçliler 1940’lı yılların başında, yeni bir İskandinav genel yelken teknesi sınıfı oluşturmak üzere uluslararası bir yarışma düzenlediler. Organizatörler, haftasonları ve tatillerde aile gezileri için de kullanılabilecek, ucuz, hızlı, denizci ve standart bir yarış teknesi arayışındaydı. Yarışmaya yaklaşık 60 tasarım katıldı ancak hiçbiri tam anlamıyla kabul edilmedi ve amatör yat tasarımcısı Torn Sunden organizasyon komitesi tarafından, ilk dört tasarımın en parlak yönlerini birleştirmek üzere seçildi.
Sonuç Almanların halk arabası anlamına gelen Volkswagen’ine eşdeğerdi. Halk teknesi olarak adlandırıldı, Folkboat
Sonuçta yarışmayı düzenleyenlerin başarısı hakkındaki en güzel kanıt, daha son planlar tamamlanmadan İsveç’in her yanından seksen sipariş alınması idi.
Orjinal konseptinde uzun, yüksekçe bir kıç tasarımı vardı. Fakat muhtemelen ciddi yapım maliyetleri getireceğinden dolayı bu tasarım sonradan budandı. Sonuç, çok daha denizci olan ayna kiç idi. Ayna, öylesine yakışıklı bir eğim ile yerleştirildi ki, hafif yüksekliği olan baş ile de daha iyi uyum sağladı. Dolayısıyla omurga salmanın son kısmı da bununla hizaya gelecek şekilde kırpıldı. Yapılan bu cömert kısaltma, salmanın ıslak alanını, verimini azaltmaksızın küçültmeyi de başardı. İlk eleştiriler, eğimli dümen palasının bazı durumlarda dümen tutmayı zorlaştıracağı yönünde idi, ancak tecrübeler yanıldıklarını ortaya koydu.
Folkboat karinası , hafifce sarkık bir sintineye sahip, yuvarlakça şekillidir. Bu kombinasyon, hafif bir hassasiyet verse de sunduğu deniz konforu ile bunu telafi eder. Aldığı sarsıntının ardından, Folkboat ciddi bir şekilde toparlar, öyle ki diğer sınıfları limanda tutacak kadar güçlü rüzgarlarda bile Folboat’lar yarışabilir. Güverte ve kamara çatısı rüzgar direncini azaltacak şekilde alçaktır ve altında bulunan herhangi bir canlıya konfor adına hiç taviz vermez. Başüstü güverte, üzerinde çalışmaya elverişli biçimde derli topludur. ( Üzerinde yalnızca bir hatch ve koçboynuzu bulunur)

‎1943’de İsveç tasarım ödülü kazanandı
Norveç’de nüfus 4,5 milyon iken, tekne sayısı 1,5 milyon oldu. Her üç teknenin bir folkeboat. Kuzey ülkeleri, Amerika, hatta Avustralya dahil en az. 600.000 ikizi var. Atlantiği en çok geçen tekne. Hiç bir tekne bu kadar çok üretilmedi.
İsveç Marieholms Bruk tersanesinde 1967’den üretimin kesildiği 1984’e kadar 3.400’den fazla International Folkboat üretildi, hatta bu süreçte 1975 yılında yıllık üretim rekoru yılda 552 tekne üretimi yapılarak kırıldı. Ardından talepte keskin bir düşüş yaşansada, sonraki 9 yıllık dönemde de yaklaşık 1.000 tekne daha satıldı.
İlk tekneler tabii ki ahşap idi. Gövdeler, her kaplama tahtasının bir sonrakinin üzerine binmesi yoluyla, yani bindirme kaplama metodu ile yapılmıştı. Bu yöntem teknenin hem çok sağlam, hem de hafif olmasını sağlıyordu. Ayrıca görünümü de, zarif çizgilerinin tekrarlanarak vurgulanmasını sağlayarak güzelleştiriyordu.

Fiberglass Nordic Folkboat üretimi de bir yandan süregeldi

Kerteminde şehrinde kurulu Danimarkalı tekne üreticisi Folkboat ahşap gövde tasarımının bindirme kaplama da dahil replikalarının cam takviyeli plastikten şu ana kadar toplam 900 adet üretmiştir.
Ahşap teknenin bindirme kaplama görünümü dahil, reprodüksiyonu olan ilk fiberglass Nordic Folkboat 1977’de lisanslandı. Figerglass Folkboat’lar ahşap olanlarla aynı koşullarda yarıştı ve katı one design kurallarına uymak adına ahşap direkler kullanmak durumunda kaldılar.

Contessa 26
One Design kurallarına tam uygun Nordic Folkboat’ların yanı sıra, Folkboat’un meşhur denizciliğini ve o güzel klasik görünümünü barındıran ancak daha geniş iç alan, daha geniş en, daha yüksek kabin tavanı, daha uzun su hattı sunan binlerce de Folkboat görünümlü tekne bulunmaktadır. (örneğin Contessa26)
IF Boat
1966’da Torn Sunden, klasik Nordic Folkboat’un geleneksel bindirme kaplamasından yoksun yeni bir versiyonunu sundu. Düz kaplamalı bu model, daha derin ve self bailing (suyu kendi tahliye eden) bir kokpit ve içeride daha fazla lüks içeriyordu. Bu versiyon International Folboat olarak tanınsa da, İsveçliler bu tanımlamanın yanıltıcı olduğunu göz önünde bulundurarak, onu IF Boat olarak adlandırdılar. Ancak International Folkboat terimi ABD’de güncel kaldı ve San Fransisco International Folkboat birliği yarış ve gezi aktivitelerinde bu ismi kullanmaya devam etti..

60 yıl sonrası
Bugün, Folkboat lansmanının 60 küsürüncü yılında, ahşap ve fiberglass’tan yapılmış binlerce Folkboat deniz üzerinde bulunmaktadır. Büyük çoğunluğu Avrupa’da olan Folkboat’lar ağırlıklı İsveç, ardından Danimarka Almanya, Finlandiya ve İngiltere’de dir. San Fransisco Folkboat Birliği tarafından yönlendirilen yaklaşık 120 teknelik bir filo da, Folkboat’un mükemmel sert hava performansının çok takdir edildiği bir yer olan San Fransisco’da bulunmaktadır.

Türkiye'de sadece yedi adet...



Bildiğimiz ve izleyebildiğimiz kadarıyla 2009 yılına gelindiğinde; Türkiye’de halen yaşayan 6 adet ahşap Folkboat bulunmakta idi. Bunlar İstanbul Arduman tersanesi yapımı olup, o dönem 3 tanesi İstanbul’da(Uçarı-Badem-Heves) 2 si Bodrum’da ve 1 tanesi de Mersin Erdemli’de karada idi.
HEVES


MyLife 2011
Karada bulunan ve bakımsız durumdaki onarılması zor Emoş adlı folkboat; iki doktor arkadaş için yenisini üretelim fikrinin hayata geçmesini sağladı. Planlarını Danimarka’dan getirtdiler ve yapımına iki yıl içinde başlandı.
Sonuçta da MyLife ortaya çıktı.

MyLife en yenisi..

MyLife; bu durumda çok uzun aradan sonra Türkiye’de üretilmiş 7.ahşap folkboat. OneYYat tesislerinde Adana’da üretildi. Bu tesis; özellikle amatör kişiler kendi teknelerini isterler ise burayı kullanarak yapabilsinler amacı ile kurulmuş ve her tür desteği sağlıyor.
Her boy ve tasarımda ahşap tekne üretimi yapılıyor.
MyLife; 2011 eylül de İstanbul’da suya indirildi. Alıcılarını bekliyor. İletişim tel.05053298777

Folkboat, Türkiye için küçük yelkenli tekneler düşünüldüğünde ölçüleri ve imkanları açısından; ailece, çocuklar ile birlikte yelken yapabilme, güvenli seyahat imkanı vermesi sayesinde önemli bir açığı doldurabilecek bir tekne modeli olarak görülebilir.

.
devamını oku →

Ana Yelken (Flok - Cenova)

Bugün sizinle yelken sporunda önemli bir ayrıntıyı paylaşmak istiyorum, Flok ve Cenova. Bu ayrıntıyı bilmek size önemli avantajlar sağlayacaktır.

Flok ve Cenova yelken tipi
Flok, İstrelyaya donatılan yelkene verilen addır. Direk - İstrelya üçgeni yüzde 100 ise bu alanın içinde kalan yelkenin adı flok olarak devam eder. Öte yandan yüzde 100'ü aşan flokların, giriş çıkış açıları, dolayısıyla işlevleri değişir.İşlev farkı yaratan bu tür flokların adına "Cenova" denir. Flok ve ana yelken ortasında bir yarık bulunan tek bir sistemdir. Burada floğun görevi ana yelkene rüzgar sevk etmektir. Bu nedenle orsa seyirde ıskota makarası direğe daha yakındır.
Cenova ve ana yelkenli çözüm iki ayrı sistemdir. Cenova ayrı ana yelken ayrı dinamiklere sahiptir ve uyumları Cenova esas alınarak sağlanır.

Kaynak....www.denizce.com 
devamını oku →